11 Eylül saldırılarının ardından ABD teröre karşı siyah-beyaz bir yaklaşım benimsedi. İsrail’le ilişkiler hızla geliştirilirken, Arafat’a karşı güven ise azaldı
11 Eylül saldırılarının ardından ABD teröre karşı siyah-beyaz bir yaklaşım benimsedi. İsrail’le ilişkiler hızla geliştirilirken, Arafat’a karşı güven ise azaldı
11 Eylül 2001 Salı günü, İsrail’de kabine toplantısı sakin bir şekilde devam ediyordu. İsrail Başbakanı Ariel Şaron liderliğindeki toplantının gündeminde, o sırada hızla devam eden ikinci intifada vardı. Yaklaşık 15.30’da, Başbakanlık Büro Şefi Uri Shani sekreterinden bir not aldı. New York Belediye Başkanı Rudolph Giuliani’nin danışmanı Bruce Teitelbaum görüşmek istiyordu. Shani: “Toplantıdan çıktım ve odama gittim, Teitelbaum hattaydı. Birkaç dakika konuştuk. Aniden bir çığlık attı ve hat kesildi. Bir dakika sonra bitişik odadaki sekreterlerden birinin, bir uçağın New York’taki ikiz kulelerden birine çarptığını söylediğini duydum. Televizyonu açtım ve yayınlanmaya başlayan ilk görüntüleri gördüm. ‘Bir uçak ikiz kulelerin birine çarptı’ diye bir not yazıp kabine odasına geri döndüm ve notu Şaron’a uzattım. Notu okudu ve yanında oturan Dışişleri Bakanı Şimon Peres’e uzattı. Peres, ‘Ramat Gan’daki ikiz kuleler mi?’ diye sordu. ‘Hayır, New York’taki ikiz kuleler’ diye cevapladım.” (...) Toplantı ertelendi, Peres ve Savunma Bakanı Binyamin Ben-Eliezer, aşağı kattaki Başbakanlık Bürosu’na inerek Şaron’un ofisine girdiler. Diğer bakanlarsa olayları izleyebilmek için Kabine Sekreteri Gideon Sa’ar’ın odasına koşuşturdular. Ve orada ikinci bir uçağın diğer kuleye çarptığını gördüler. (...) Ben-Eliezer, “O akşam, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ile toplantım olduğu için, Washington’a uçmam gerekiyordu. Şaron, ‘Hiçbir yere gitmiyorsun’ dedi. Rumsfeld’e Pentagon’dan ulaşmaya çalıştım ama cevap vermiyordu. Ekibimi aldım ve hızlıca Tel Aviv’deki Savunma Bakanlığına gittik.” (...) Shani: “İkinci uçağın çarpmasının sonrasında, güvenlik görevlileri geldi ve acilen Şaron’u güvenli bir yere götürmek istediklerini söylediler. Ofisin duvarına bomba yüklü bir aracın çarpmasından korkuyorlardı. Onlara, ‘Kesinlikle olmaz. Başbakan ofisinde kalıyor’ dedim. Ve O’da öyle yaptı.” Başbakanlık Sözcüsü Arnon Perlman: “Televizyon izlemek dışında bir şey yapmıyorduk. Bu gibi durumlarda Başbakanlık Bürosu’nun ilk içgüdüsü, hemen harekete geçmekti. Ancak yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Bu çok sinir bozucu bir duyguydu.” Shani, “O gün, eğer sivil bir uçak Tel Aviv Azrieli Kuleleri’ne yaklaşırsa ve telsiz irtibatı olmazsa ne yapılması gerekir diye tartıştık. Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı, böyle bir durumda başbakana haber vermekle zaman kaybetmemek için acil müdahale izni istediler. Ancak Şaron bu isteği reddetti. Her şeyin önce ona sunulmasını talep etti.” (...) Shani: “11 Eylül olaylarından uzun bir süre önce, ABD Başkanı George W. Bush ile Ariel Şaron arasında yapılan ilk toplantıda, benim ve ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice’ın önünde Şaron’un söylediklerini çok iyi hatırlıyorum: ‘Sayın Başkan, terör sadece İsrail’in meselesi değil, küresel bir sorundur. ABD’nin terörle mücadelede lider olması gerekir çünkü terör nükleer, biyolojik veya kimyasal yüzünü de gösterebilir,’demişti. Şaron: “İyi terör, kötü terör yoktur” ABD’deki terör saldırısı, ikinci intifadanın başlamasından bir yıl sonra, İsrail’de intihar saldırılarının en fazla olduğu dönemde gerçekleşti. Ariel Şaron, İsrail’in yeni başbakanı, George W. Bush, ABD’nin yeni başkanıydı. Babası George H. W. Bush, Yitzhak Şamir’in Likud hükümetine karşı sert tavır almış ve 10 milyar dolarlık hayati önem taşıyan ekonomik yardıma onay vermemişti. Şaron, Şamir hükümetinin bir bakanıydı ve baba Bush yönetimi tarafından Washington’da ‘persona non grata’ (istenmeyen adam) olarak ilan edilmişti. Yeni yerleşim alanları projesinin lideri ve bir radikal olarak görülüyordu. Şaron, oğul Bush’un da kendisine aynı tavrı sergilemesinden korkuyordu. Üç bin kişinin ölümüne yol açan, New York, Washington ve Pennsylvania kırsalındaki terör saldırıları, İsrail’in teröre karşı izlediği yolda haklı olduğunu düşünmesine, kendisine daha fazla güvenmesini sağlamalıydı. Ancak buna rağmen, 11 Eylül olaylarını takip eden hafta İsrail hükümeti son derece endişeliydi. Eğitim Bakanı Gideon Sa’ar, “Terör saldırılarının ardından İsrail-ABD ilişkilerinin hangi yöne doğru ilerleyeceğini kestiremiyorduk” diye anlatıyordu. “11 Eylül 2001’den birkaç ay önce, ikinci intifadayı derinlemesine inceleyen Senatör George Mitchell başkanlığındaki, Mitchell Raporu açıklandı. Raporda, İsrail’in tüm yerleşim inşaatlarını sona erdirmesi gerektiğininin tespit edildiği belirtiliyordu. İsrail için sert ve aynı zamanda haksız olduğuna inandığım bir rapordu (rapor daha sonra rafa kaldırıldı). Saldırılardan sonra, uluslararası söylemlerde artık ‘Bin Ladin Amerikalılara, Ortadoğu’daki anlaşmazsızlıkların bedelini ödeteceklerini söylemişti’ tarzında bir zihniyetin oluşacağından endişe ediyorduk.” Sa’ar ayrıca, “11 Eylül saldırısından kısa bir süre önce, İsrail Savunma Kuvvetleri, bir saldırıyı engellemek veya teröristleri yakalamak için Gazze’deki Beyt Hanun sınır bölgesinin birkaç metre ötesine geçmişti. Bu olay, tüm uluslararası camiada kargaşaya yol açtı. Herkesten kınama mesajları alıyorduk” diye belirtiyordu. Şaron, 5 Ekim günü halka açık bir etkinlikte bir konuşma yaptı. O sabah, İsrail’de üç kişinin öldüğü ve yedi kişinin yaralandığı yeni bir intihar saldırısı daha olmuştu. İki gün önce de, Gazze’deki Alei Sina Yahudi yerleşim bölgesinde iki kişinin öldüğü ve on altı kişinin yaralandığı bir başka terör saldırısı olmuştu. Şaron, “Filistinliler, ateşkes sağlamak için gösterdiğimiz tüm çabalarımızı söndürdü. Bir gün bile saldırılarını aksatmadılar. Biz şu anda zor bir dönemin ortasındayız. Dönüp Batı’ya, ilk olarak da özgür dünyanın lideri ABD’ye bakıyorum. 1938 yılında, Avrupa’nın aydınlanmış demokrasilerinin yaptığı korkunç hatayı tekrarlamayın. O dönem geçici bir çözüm uğruna Çekoslovakya’yı feda etmeye karar verdiler. Siz de şimdi, bizi harcamak pahasına, Arapları yatıştırmaya kalkmayın. Biz bunu kabul etmeyeceğiz. İsrail, Çekoslovakya olmayacak. İsrail teröre karşı mücadele edecek. Nasıl ki, ‘iyi cinayet’ ve ‘kötü cinayet’ arasında hiçbir fark yoksa ‘İyi terör’ ile ‘kötü terör’ arasında da hiçbir fark yoktur,” dedi. Değişikliklerin başlangıcı Hâlâ saldırganların izini bulmaya çalışan ve cesetleri sayan ABD yönetimi Şaron’un sert konuşması karşısında şok olmuştu. Bush, oldukça öfkeliydi. Şaron daha sonra, konuşması sırasında yaptığı radikal karşılaştırmadan dolayı Beyaz Saray’a bir özür açıklaması yapmak zorunda kaldı. Sa’ar, “11 Eylül saldırılarından sonra, ABD önderliğindeki tüm uluslararası kuruluşlar, kitlesel terör saldırılarına karşı yaklaşımlarını değiştirdi” diyordu. “Aynı zamanda da, İsrail’e karşı olumlu bakmaya başladılar. Amerikalıların desteği ile Batı Şeria’da ‘Savunma Kalkanı Operasyonu’ başlatıldı. Bush artık, ‘Ya bizim yanımızdasınız, ya da terörün’ diyordu. İsrail doğru taraftaydı. Terör artık ‘meşru’ görülmüyordu. Yaser Arafat’ın saygınlığı ciddi oranda azaldı. Arafat, terör saldırılarını teşvik etmeye ve saldırıları desteklemeye devam etti. Karine A gemisindeki silahlar ele geçirilince ise çöküşü başlamış oldu.” Filistinlilere silah taşımakta olan gemi, 3 Ocak 2002 tarihinde, İsrail donanması tarafından Kızıldeniz’de durduruldu. Güvenilir istihbarat, gemideki silahların arkasındaki ismin Arafat olduğunu kanıtlıyordu. Arafat bu iddiayı yalanladı. Ancak Amerikalılar, artık bir yalancı ile karşı karşıya olduklarını anladılar. Beyaz Saray Arafat’ın yerine geçmesi muhtemel Mahmud Abbas ve Selam Feyyad gibi yeni isimlere önem vermeye başladı. Sa’ar, “Bush ve Şaron arasındaki kişisel ilişki gelişiyordu. 11 Eylül saldırılarının ardından nihayet Bush, kitlesel terör saldırıları ile savaşan bir milletin lideri olan Şaron’un durumu kavradı, terörü onunla beraber tanımaya başladı” diyordu. Sa’ar bugün, Filistin Özerk Yönetimi’nin teröre karşı olan stratejisinin 11 Eylül sonrasında oluştuğuna inanıyor. “Filistin Özerk Yönetimi, teröre karşı yaklaşımın küresel anlamda değişiminden sonra, terörizmin Filistin halkına bir fayda sağlamayacağını anladı. Hamas ve İslami Cihad gibi radikal örgütlerse hâlâ terörü destekliyorlar” diye belirtiyor. 2005 yılının Ağustos ayında Şaron, Gazze’deki Alei Sina dahil tüm Yahudi yerleşim yerlerini tahliye etti. Şaron’un hastalanmasının ardından görevi devralan Ehud Olmert’in görevde kaldığı üç yıl boyunca Bush ile dostlukları daha da ilerledi. Olmert, Lübnan’da Hizbullah’a karşı ve Gazze’de Hamas’a karşı iki farklı savaş açtı. Beyaz Saray her iki savaşı da destekledi. ABD’deki terör saldırılarının ardından, 7,5 yıl boyunca Bush, İsrail’in teröre karşı savaşının bir numaralı destekçisi oldu. ABD Afganistan’da Taliban’a karşı savaş açtı ve Saddam Hüseyin’i yakalamk için Irak’ı işgal etti. Fakat Bush’un iki dönem süren başkanlığı sona erdiğinde Barack Obama ve Hillary Clinton’un başa gelmesiyle her şey değişti. Hatta George Mitchell bile geri döndü. Şaron ve Olmert ile geçen sekiz yılın ardından, başbakanlık görevine Binyamin Netanyahu geçti. Ancak Netanyahu tek bir gün bile, Bush döneminde olduğu gibi destek görmenin tadına varamadı.
How 9/11 changed U.S. policy toward Israel, Haaretz 09.09.2011