Talmud’da adı geçen yedi Yahudi kadın peygamber arasından Hulda, belki de hakkında en az bilgi verilenidir. Tanah’ın Melahim II Kitabı, 22:14 dizesinde onu kısaca şöyle tanımlar: “... kadın peygamber Hulda, Yeruşalayim’deki öğrenim evinde (bet midraş) ikamet eden ve kraliyet giysilerinin bekçiliğini yapan, Harnas oğlu Tikva’nın oğlu Şalum’un karısı...”
Melahim II Kitabı’na göre Hulda, Birinci Bet Amikdaş zamanında yaşamış olan ve kadınlar için kehanette bulunan tek kadın peygamberdir. Garip bir ifade oldu bu, değil mi sevgili okurlar? Dönemin peygamberleri arasında bir haremlik selâmlık sistemi mi vardı yani? Aslında vardı. Bilgelerimiz şöyle öğretir: “O dönemde Peygamber Yeremya pazaryerinde, Tsefanya ibadet evlerinde (bet kneset), Hulda ise kadınlar için kehanette bulunuyordu.”
Hulda hakkında verilen biyografik bilginin çok sınırlı olmasına karşın, peygamber olduğuna göre büyük inanç sahibi, güzel ahlâklı, Tora bilgisi derin bir kadın olduğunu varsayabiliriz zira büyük din âlimi ve yorumcusu Rambam’a göre, kehanet almak için gerekli niteliklerin başlıcaları bunlardır.
Hulda, Bet Amikdaş’ın en kalabalık iki güney kapısının arasına yerleşirdi. Babilliler, Birinci Kutsal Mabet’i yıktıktan yetmiş yıl sonra İkinci Kutsal Mabet, Peygamber Ezra önderliğinde inşa edildi ve Hulda’nın ne kadar önemli bir kadın olduğunu gelecek nesillere anımsatmak için, İkinci Bet Amikdaş’ın iki güney kapısına Hulda’nın ismi verildi. Günümüzde yapılan arkeolojik kazılar ‘Hulda Kapıları’nın, onun oturduğu nokta olarak tarif edilen yerin tam üzerine inşa edildiğini ortaya çıkarmıştır.
Hulda’nın, İbranicedeki anlamlarından biri, köstebektir. Köstebek, toprağın altında karmaşık tüneller kazarak bir geçitler sistemi oluşturur ve yerüstündeki çeşitli noktaları birleştirir. Hulda da aynı şekilde, kehanetleri ile bir tür bir bağlantı oluşturmuştur. Neyin bağlantısı diye soracaksınız, doğal olarak. Birinci Bet Amikdaş’ın son günlerini yaşamasından ötürü duyulan umutsuzluk ile İkinci Bet Amikdaş’ın inşa edileceği günlerin umudu arasındaki bağlantıdır Hulda.
Melahim IIKitabı’na göre dönemin kralı Yoşiyau, Koen Gadol’un Bet Amikdaş’ta bulduğu bir parşömeni kendisine vermesi üzerine Hulda’ya başvurur. Parşömen, Tanrı’nın öfkeye kapılarak Yisrael’i sürgüne göndermesi hakkındadır. Kral Yoşiyau, Koen Gadol ile diğer yetkilileri, bu ürkütücü belge hakkındaki fikrini almaları için Hulda’ya gönderir (Melahim II, 22:14).
Akla ilk geren soru şu olmalı, değil mi? Kral neden erkeklerin peygamberlerine, yani Yeremya ya da Tsefanya’ya değil de, kadınların peygamberine başvuruyor? Talmud’un verdiği bilgiye göre, Yeremya, Hulda’nın yakın akrabasıdır ve kendisi yerine kuzini Hulda’ya danışılmasını hakaret addetmeyecektir (Megila 14b). Bir başka görüşe göre Yeremya o sırada Yeruşalayim’de değildir. Ya Tsefanya? Kral neden ona danışmamıştır?
Mesele şudur ki, peygamber -ister kadın olsun, ister erkek- Tanrı’dan gelen bir mesaj söz konusu olduğunda, o mesajı kelimesi kelimesine aktarmak zorundadır. Yani Kral Yoşiyau üç peygamberden de aynı yanıtı alacaktı. Ancak bir peygamber, sarf ettiği sözler aynı bile olsa, sesinin tonunu değiştirmek suretiyle verdiği bilgilere ilâvelerde bulunabilir. Kralın, Hulda’yı seçmesinin asıl nedeni, Tanrı’nın uyarısının sertliği karşısında, bir kadının şefkat ve sevecenliğine ihtiyaç duymasıdır. Bu husus, Talmud Megila 14b’da “kadınlar, erkeklerden daha merhametlidir” şeklinde ifade edilir.
Kral Yoşiyau, Yahudi ulusunun kaderini belirleyen o karanlık anlarda, ancak bir kadında bulunan sevecen merhametin arayışındadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hulda, Tanrı’nın mesajını kelimesi kelimesine aktarır ve böylece kralın korkularının boş olmadığını kanıtlar: Yisrael’in başı büyük belâdadır. Bet Amikdaş yıkılacak, Yahudi halkı sürgüne gönderilecektir: “Aşem şöyle dedi: ‘İşte, bu yere ve burada oturanlara kötülük getiriyorum... çünkü Beni yok sayarak başkalarının tanrılarına sunular yaktılar. Öfkem bu yere karşı körüklendi ve sönmeyecek...”
Ancak sözcüklerin sertliğine karşın, Hulda’nın kehaneti bir miktar teselli de içermektedir: “Kalbin yumuşak olduğundan ve bu yer ile halkı hakkında söylediklerimi duyduğunda Aşem’in karşısında tevazua kapıldığından, mezarına huzur içinde yatırılacaksın ve gözlerin bu yere getirdiğim bütün kötülükleri görmeyecek” (Melahim II, 22:19-20).
Tanrı’nın mesajını, erkek peygamberler yerine Hulda’nın merhametli sesiyle vermesi, olaya bambaşka bir boyut katmıştır; kehaneti, kadına özgü bir duyarlılık ve şefkat içerdiğinden, krala Bet Amikdaş’ta vuku bulan putperestliği ortadan kaldırma cesaretini ve gücünü vermektedir. Hulda’nın kehaneti korkutmaktan ziyade esinlendirmekte ve kralın yanı sıra, belki de bütün Yahudi halkını pişmanlık duymaya sevk etmektedir.
Soyağacına bakacak olursak, Hulda’nın ilginç iki ataya sahip olduğunu; Moşe’nin sadık öğrencisi, Kenaan’a giden on iki casustan iyi haberlerle dönen iki casustan biri olan, Moşe ölünce onun yerine geçen ve Bene Yisrael’i Vaat Edilmiş Topraklar’a götüren lider Peygamber Yeoşua ile karısı Rahav’ın soyundan geldiğini görürüz.
Aslen Kenaanlı olan ve dünyanın en eski mesleğini icra eden Rahav, Tanrı ile Yahudiler arasındaki çok özel ilişkiye tanık olunca Yahudiliği seçmiş ve Yeoşua ile evlenmiş, ona tam on üç tane erkek evlât vermiştir. Soyundan, Hulda dahil, tam sekiz Yahudi peygamber çıkmıştır. Rahav, maneviyatın diplerinden kutsallığın doruklarına doğru yaptığı yolculuk açısından, umudun gerçek bir temsilcisidir. Hulda’nın, onun başarma azmini miras almış olması son derece muhtemeldir. Dolayısıyla Hulda’nın kehaneti, koyu karanlığa bir nebze ışık tutması açısından önemlidir.
Hulda’nın kocası Şalum’a gelecek olursak; ismi ‘barış’ ve ‘bütünlük’ anlamına gelen bu kişi, neslinin en büyük adamlarından biriydi... Ve peygamberdi. Söylüyorum size, o güzel günlerde peygamberler yüz binlerle sayılıyordu. Şalum’un ayrıca çok dünyevi bir işi vardı. Yeruşalayim’deki sarnıçlardan şehir kapılarına su taşıyor, yorgunluktan tükenmiş yolculara âdeta yeniden hayat veriyordu. Midraş’a göre Hulda’ya peygamberlik niteliğini kazandıran, Şalum’un bu yaptıklarının liyakati ve kendi peygamberliğidir. Hulda, dürüst bir kadın olmasının yanı sıra, muhtemelen kocasının çabalarına ortak oluyordu. Karı koca, Yahudi halkının yeniden canlanmasını sağlıyor, onlara umut veriyordu.
‘Canlanma’ temasının Hulda ile neden özdeşleştirildiğini açıklayan bir Midraş daha vardır. Kocası Şalum -büyük ihtimalle zamansız bir şekilde- ölür ve Yisrael’in neredeyse tamamı, cenazesine katılır. Ancak törenin tam ortasında, yaklaşan düşmanın sesi duyulur. Cemaat çil yavrusu gibi dağılmadan önce, Şalum’un naaşını, Elişa’nın mezarının hemen yanına bırakır.
Elişa’yı hatırladınız, değil mi sevgili okurlar? Hani Şunamlı Kadın’ın oğlunu dirilten peygamber... Hulda’nın hayatını yazmadan önce, Elişa’yı ve Şunamlı Kadın’ı yazmalıyım diye özellikle belirtmiştim. İşte, şimdi yazacaklarım yüzünden:
Şalum’un bedeni, Elişa’nın kemiklerine değer değmez Şalum canlanıverdi. O sayısız yorgun ve bitkin yolcuyu canlandırmanın liyakati karşılığında, hayata geri döndü. Din yorumcusu Radal’a göre Melahim II, 13:21-2’de yer alan anlatıda sözü edilen, Şalum’dur: “Birtakım insanlar bir adamı gömüyordu. Aniden askerlerin geldiğini gördüler ve adamı Elişa’nın mezarının içine attılar. Adamın bedeni yuvarlandı ve Elişa’nın kemiklerine değdi. Adam akabinde hayata geri döndü ve ayağa kalktı.” (Ne olur Elişa’nın mezarı niye açıktı, gömülecek olan Şalum, onun kemiklerine nasıl olur da değdi diye sormayın çünkü bunun açıklamasına henüz rastlamadım. Ha, ben olsam sorarım ama gerçekten mühim değil... Böylesine inanmak çok daha güzel – bence).
Şalum evine ve Hulda’ya geri döndü. Bir oğulları oldu. Adını, Tanrı’nın gözünde lütuf (İbranice hen) buldu anlamına gelen, Hanamel koydular. Tabii ki Hanamel de peygamber oldu ve Birinci Bet Amikdaş ile İkinci Bet Amikdaş arasındaki geçiş döneminde büyük rol oynadı.
Hulda’nın kaybettiği sandığı kocasının yeniden kazanması, ailesini baştan kurması ve üstüne üstlük çocuk sahibi olması, hiç kuşku yok ki hayatını derinden etkilemiştir. Bu yaşadıkları da, verdiği ‘umut mesajı’na özel bir boyut kazandırır.