Türkiye’den İsrail’e göç eden Musevi aileler, amatör futbol takımı kurdu; adı Yeladey Yotsei Turkia. “Türkiyeli Çocuklar” deniyor. Maça Türk bayrağıyla çıkıyorlar. Takımın kurucusu 20 sene önce İstanbul’dan İsrail’e giden Moiz Sustiel, “örfümüzü âdetimizi yaşatıyoruz, Türkiye’nin bir parçasını burada devam ettiriyoruz” diyor. Çocukların hepsi Türkçe konuşuyor; Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı tutuyorlar. Hatta Maccabi’ye karşı Beşiktaş’ı iyi mi? YILMAZ ÖZDİL
Güncel
GENÇ BİR ANNENİN CANLI BOMBA OLARAK KULLANILMASI SİZİ RAHATSIZ ETMİYOR MU? ATILAN TÜM O KIYTIRIK VE ZARAR VERMEYEN BOMBALARIN BEDELİNİ HEP GAZZELİ ÇOCUKLAR ÖDEMEDİ Mİ?
Dinimizde hiç kuşkusuz şahadetin yeri çok kutsaldır. Ama neticede bize canlarımızı durduk yere tehlikeye atmamamız için akıl ve mantık gibi iki değerli “koruma” da verilmiştir. Bu coğrafyadaki ‘nasıl olsa şehit oldular' yaklaşımı biraz da insan hayatının çok ucuz olduğunu perdelemek için de kullanılmıyor mu? İnşallah ki iyi niyetlerinden ötürü şehitler Allah katında çok yüksek mertebededirler, ama bu kabul buna neden olanların sorumluluğunu hafifletmez; tam aksine belki de bu bahanenin arkasına sığınmanın ağır günahını yüklenmiş olurlar. …”
Onun için ben iyi niyetlerinden şüphe duymadığın gönüllülerin baştan beri gereksiz yere tehlikeye atıldıklarını düşünenlerdenim. Bu yanlışın da aşırı duygusallıkla örtülmek istendiğini düşünüyorum. Ya da İsrail'in bilinen acımazlığı tahrik edilerek, adeta siyasi rant elde edilmeye çalışılıyor gibi.
Cihadın ve şehit olmanın o kadar da kolay olmadığını düşünüyorum. Aşırı ve yersiz duygusallık hep kaybettirir. Ayrıca Hamas'ın da çok acımasız tarafları yok mu? Genç bir annenin canlı bomba olarak kullanılması sizi rahatsız etmiyor mu? Atılan tüm o kıytırık ve zarar vermeyen bombaların bedelini hep Gazze'li çocuklar ödemedi mi? Bu bilindiği halde, aynı yöntemde ısrar etmek kendi çocuklarını bile bile feda etmek değil midir?
Zuhal Nakay
http://www.sadevatandas.net/yorum09092011.htm
MAVİ MARMARADA ÖLEN İNSANLAR, BAZI İFADELERE GÖRE 'ÖLÜMÜ GÖZE ALMIŞ İNSANLAR'DI
Mavi Marmara konusunda tabii ki haklı. Ama bana göre son derece şaşırtıcı bir dozda tepki verildi. Ve hakikaten milli meseye döndü falan. Bir ülkenin kendi vatandaşına sahip çıkması kadar doğru bir şey yok. Mavi Marmara’da ölen insanlar, bazı ifadelere göre 'ölümü göze almış insanlar'dı. Burada sivil olayının altını özellikle çizmek istiyorum. Ama 31 Mart tezkere olayından sonra Türk askerinin başına çuval geçirildi. Türk askeri doğrudan bu ülkeyi temsil eder. Bu ülkenin varlığıdır onlar. Biz o konuda neredeyse minimum düzeyde tepki gösterdik. Şimdi bir Amerika diğeri İsrail diye mi? Biri asker diğeri Gazze yolunda şehit olmaya giden insan diye mi?
Ayşenur Arslan
http://www.haber7.com/haber/20110912/Mavi-Marmara-olayinda-asiri-tepki-verildi.php
İSRAİL’LE SAVAŞARAK YİTİRDİKLERİ ONCA SAVAŞIN ACISINI, ISTIRABINI, TÜRK ORDUSUNUN İSRAİL’LE SAVAŞARAK TELAFİ ETMESİNİ NEDEN İSTEMESİN, BEKLEMESİN ARAP İNSANI?
Ha, Arap ülkelerinde RTE’yi yere göğe sığdıramayan… Kahire’de RTE’yi görkemli biçimde karşılamaya hazırlanan sokaktaki İsrail’in can düşmanı kalabalıklar; hükümetin İsrail’e dönük sert, yaptırım içerikli politikalarını, sonunda savaşla taçlandırmasını isteyebilirler...
Yakın tarihte 60 milyon nüfusu aşan Arap ülkeleri bir araya geldiler. Mısır’ın, Ortadoğu Araplarının gözde lideri Nasır’a her olanağı sağladılar…
Amma velakin, iki buçuk-üç milyon nüfuslu İsrail’e açtıkları her savaşı yitirdiler!
Mısır TV’leri; 6 gün süren savaşı ağır kayıplarla yitiren Başkan Nasır’ın, ağlayarak yaptığı konuşmasını canlı yayımladı.
Bu savaşlardan sonra Türkiye’den kaçırılan Yahudi işadamını aramak ve bulursam konuşmak amacıyla gittiğim Tel Aviv’de, İsrail yetkilileri beni çeşit çeşit tankların sergilendiği bir açık hava müzesine götürdüler.
Nedir bunlar diye sorduğumda; son savaşta çölde savaşamayan Sovyetler’den Nasır’ın aldığı Mısır tankları dediler ve nasıl ele geçirildiklerini anlattılar... Sovyet tanklarının hareketini sağlayan optik mekanizmayı çöl kumu örtmüş; Mısır askeri, kumu silmenin gerekli olduğunu bilmediği için tank zınk diye kalmış savaş alanında. Toplamışlar tankları. Değişik modellerinden birer örneği teşhir ediyorlardı.
İsrail’le savaşarak yitirdikleri onca savaşın acısını, ıstırabını, Türk ordusunun İsrail’le savaşarak telafi etmesini neden istemesin, beklemesin Arap insanı?
Cüneyt Arcayürek
http://www.haberinyeri.net/simaranlara,-simartanlara-dair...-7152yy.htm
İSRAİL’İ KORKUTUP, GAZZE AMBARGOSUNDAN VAZGEÇMESİNİ Mİ BEKLİYORUZ? EĞER BÖYLE BİR BEKLENTİ VARSA, ÇOK HATA EDİLİYOR DEMEKTİR
Hemen her yerde aynı soruyla karşılaşıyorum:
“Başbakan İsrail ile sürtüşmek, çatışma pahasına Gazze için elini ateşe sokmak mı istiyor? Amacı nedir? Kafasının arkasında bir strateji var mı, varsa bu nedir?”
Mutlaka bir oyun planı var. Kararları Davutoğlu ile birlikte alıyorlar. Adımları ise, Başbakan bizzat atıyor.
Peki, nereye kadar gidilecek?
Türkiye’nin İsrail’e adeta meydan okuması, donanmasını harekete geçireceğini açıklaması ister istemez, kuşku ve kaygıları artırıyor.
“İsrail ile savaş mı isteniyor, neden bu kadar meydan okunuyor?” sorularının yaygınlaşmasına yol açıyor.
Türkiye, İsrail ile bir askeri çatışmanın ne anlama geleceğini çok iyi bilen ülkelerin başında gelir. Böyle bir olasılıkta karşınıza, hem dünyanın en etkili hava ve deniz kuvvetlerinden birini, hem de Amerika Birleşik Devletleri’ni alacağınız bir sır değildir.
İsrail ile çatışmak, TSK ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun, pek akıl karı değildir.
Hem bölgedeki dengeler, hem de uluslararası dengeleri altüst eder.
Başbakan’ın böylesine bir riski, sırf Arap dünyasının sempatisini kazanmak için alacağı düşünülemez.
Bütün bu hesaplar mutlaka Ankara’da da yapılıyordur.
Türkiye’yi böylesine belirsiz bir yere götürmeyi kimse göze almaz.
Peki, o zaman bu tırmanma neden?
Sadece, Marmara gemisinde öldürülen 9 vatandaşımızın intikamı için mi dünyayı ayağa kaldırıyoruz?
Sanmıyorum.
İsrail’i korkutup, Gazze ambargosundan vaz geçmesini mi bekliyoruz?
Eğer böyle bir beklenti varsa, çok hata ediliyor demektir.
Mehmet Ali Birand
İSRAİL HÜKÜMETLERİNİN KİMİ POLİTİKALARINI ELEŞTİRMEKLE İLİŞKİLERİ BOZMAYI, BİRBİRİNDEN AYIRMAK GEREKİR
Yukarıda da andığım gibi İsrail ve Türkiye, “Batı’nın bölgedeki uzantıları konumunda bulunuyorlar”. Bu statüleri devam ederken aralarında çatışma lüksleri yok. Örneğin Ankara, “Batı ile angajmanlarını gevşetmediği sürece” İsrail ile siyasi, iktisadi ve askeri alanda iyi geçinmek zorunda.
Ayrıca Türkiye’nin tarihten devraldığı bağları var; Yahudiler ile 500 yıllık beraberliğimiz ve çıkar birliğimiz söz konusu. Cumhuriyet döneminde de dış siyasi, iktisadi ve kültürel ilişkilerde Yahudi vatandaşlarımız önemli roller üstlendiler.
Bugün Türk iş hayatında etkili bir konumları var. Dolayısıyla Türkiye-İsrail arasındaki yapay çatışmalar, “yalnızca bir dış politika meselesi değildir”. İç yapımızda da önemli sorunlar yaratır.
İsrail hükümetlerinin kimi politikalarını eleştirmekle ilişkileri bozmayı, birbirinden ayırmak gerekir. İlişkileri bozma sonucunu doğuracak yapay tahrikler her iki ülkeye de büyük zarar verir.
Erol Manisalı
http://www.haberinyeri.net/ortadogudaki-seytan-ucgeni-ve-araplar-7159yy.htm
‘ARAP BAHARI’, FİLİSTİN DAVASINDA KAZANIMLAR, ‘TÜRKİYE’NİN BU ÇERÇEVEDE LİDERLİK ROLÜ’ DERKEN, BÖLGEDE YAŞANAN GELİŞMELERİ DERİNLEMESİNE YORUMLAMA ORTAMI TAMAMEN ORTADAN KALKMIŞ VAZİYETTE
‘Radikal İslamcı terör ile savaş’ çerçevesinde İngiltere’de yaşayan Müslümanların hak ve özgürlüklerinin gaspı ve küresel ölçekte saldırgan dış politikalar konusunda eleştirel tavrı ile tanınan yazar Mehdi Hasan, 2 Eylül tarihli yazısında (The Guardian) bu konuya özellikle dikkat çekti. BM’nin FKÖ’yü 1974’ten beri tanıdığını ve 1976’dan beri FKÖ’nün BM Güvenlik Konseyi tartışmalarına katılma hakkı olduğunu hatırlattı. Filistin Otoritesi başkanı Mahmud Abbas’ın, aynı zamanda tüm Filistinlileri temsil eden FKÖ’nün başkanı olarak BM’de temsil gücüne sahipken, Filistin devleti ilan edilirse, sadece Filistin’de yaşayanları temsil ediyor sayılacağının altını çizdi.
‘Arap baharı’, Filistin davasında kazanımlar, ‘Türkiye’nin bu çerçevede liderlik rolü’ derken, bölgede yaşanan gelişmeleri derinlemesine yorumlama ortamı tamamen ortadan kalkmış vaziyette. Biz, Türkiye’de yaşayanlar için, bu ortamın demokrasiyi zora sokan ‘iç politika yansımaları’ gibi fazladan bir sorun var. Bu arada, Türkiye gibi ‘dışarıdan’ aktör değil, Arap halklarının içinden ve gönlüne taht kurmuş Nasır’ın bölgesel gücünün, 1967 savaşı ile nasıl birdenbire çöktüğünü unutmayalım. ‘ABD, Nasır’a karşıydı ve o dönem İsrail’i sonuna kadar destekliyordu’ diye avunmayalım, koşullar değişir, ama hatalı okumalara dayalı büyük iddialar bir noktada duvara çok sert biçimde çarpabilir. Ayrıca, konjonktürün ipiyle kuyuya inilmez.
Nuray Mert
İSRAİL VE İSRAİLLİ YAHUDİLER İÇİN "GÜVENLİK", HUKUKTAN DA İNSAN CANINDAN DA DAHA ÖNEMLİ; BİR VARLIK-YOKLUK MUHASEBESİ
Çok yakın zamana kadar, Arap diktatörleri kendilerinin yol açtıkları tüm sorunları gözden saklamak amacıyla İsrail'in acımasızlığını, Araplar'ı ezdiğini, Filistin özelinde anlatırlardı. Diktatörleri tek tek düşüyor. Arap ülkelerinin iç sorunlarının sadece küçük bir bölümünün İsrail'le ilişkili olduğu anlaşılıyor. Yani Arap siyasetinde halkın ağırlığı arttıkça İsrail düşmanlığı da artacak beklentisi çok gerçekçi değil. O nedenle Türkiye, Arap baharı sonrasında ortaya çıkacağı varsayılan İsrail karşıtlığına bel bağlamamalı.
Bunları hesap ederek kendisini Batı ittifakından büsbütün soyutlamamak için Türkiye, başta karşı çıktığı NATO füze savunma sistemi koruyucu radar kalkanı projesine onay verdi. Bu elektronik duvar Türkiye'de inşa edilecek. Aklı başında herkes biliyor ki bu radar savunma sistemi, İran'ın artan nükleer kapasitesine karşı yakın NATO ülkelerini korumak amacını taşıyor. Ama büyük ikramiye yine de İsrail'e çıktı. Bu korumadan en fazla o yararlanacak.
Yine de sağın muhtelif tonlarını taşıyan sıkı milliyetçi İsrail hükümeti, kendisini önemli ölçüde soyutladığı Orta Doğu'da en yararlı müttefikini kaybetme riskini göze aldı. Normalde yapılmayacak bir şey bu. Ama İsrail ve İsrailli Yahudiler için "güvenlik", hukuktan da insan canından da daha önemli; bir varlık-yokluk muhasebesi. O nedenle Gazze'yi "güvensiz" olarak gördükleri sürece tutumları değişmeyecek. Taleplerimize "ablukayı kaldırmayı" da eklediğimize göre ilişkilerimizin düzelmesi pek mümkün değil.
Doğu Ergil
http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/168963-turk-dis-politikasinda-israil-sinavi-makalesi.aspx
BİR DİĞER GENÇ KADIN, “DEVRİME KADINLARIN DA KATILMASINI İSTİYORSAK ÇADIRKENTTE BELLİ KURALLAR KOYMAMIZ GEREKİR” DİYOR
Sonraki akşam parkın yanından geçerken bir kavgaya tanık oluyorum. Bir erkek, çadırların etrafında gezinen Sudanlı evsiz adamı yakalamış, yumrukluyor. Parkın diğer ucundaysa 20 kişilik bir grup, elinde küçük bir laptopla mahallenin yoksulluğu üzerine sunum yapan bir şehir planlayıcısını dinliyor. Taciz olayından huzursuz çadırcıların müdahalesiyle sunum kısa sürede sonlanıyor ve bölgenin benzeri durumlardan nasıl ‘korunacağı’ üzerine hararetli bir tartışmaya dönüşüyor...
Önceki gece tecavüz teşebbüsüne maruz kalan kadın, elinde mikrofonla İbranice “Burada sadece İsrailliler kalsın! Diğerleri gitsin!” diye bağırıyor. Çadır kentin kurucularından olan kadın, gönüllü nöbetçi sisteminin yeterli olmadığını ve güvenliği sağlamak için çadırların etrafının çitle çevrilmesini talep ediyor. Kadının konuşmasını takiben tartışma bütün katılımcılara açılıyor. Mikrofonu önce Arap kökenli Yahudi bir adam alıyor, Sudanlı mültecilerin İsraillilerden ayrı bir yerde kalması gerektiğini savunuyor ve onların da ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri başka bir çadır alanı kurulmasını öneriyor. Çadır kenti kuran İsraillilerin çoğunluğu bu görüşü destekliyor. Parkta kalan evsiz mültecilerin sürekli sarhoş olduğundan yakınıyor, kendilerini güvende hissetmediklerini söylüyorlar.
Bunun üzerine 30’lu yaşlarında Yahudi bir adam söz alıyor, ağdalı bir dille 18. yüzyıldaki imparatorlukların yıkılma sebebi olarak kralların güvenliğe odaklanıp toplumun işleyişini gözardı etmelerini anlatıyor. Çadırlarda güvenliğin sağlanmasının yolunun araya çit örmekten değil, orada kalan insanlar arasında güven oluşturulmasından geçtiğini savunuyor. 20’li yaşlarında Arap asıllı genç bir kadın da çit fikrinin İsrail toplumunun korku odaklı zihniyetinin bir yansıması olduğunu söylüyor. Çadırkentte farklı diller konuşması nedeniyle sadece İbranice yapılan tartışmanın katılımcı olmadığını, Arapça, İngilizce ve Sudanlı mültecilerin konuştuğu dillere tercüme edilmesinin gerektiğini söylüyor. Bazı İsrailli katılımcılar önerisiyle dalga geçerek kadını susturuyorlar.
Bir diğer genç kadın, “Devrime kadınların da katılmasını istiyorsak çadırkentte belli kurallar koymamız gerekir” diyor. Oy birliğiyle çadırkente alkollü insanların alınmaması ve içeride kalanların listesinin tutulması fikirleri kabul ediliyor. Bir gönüllü, kural listesini konuşulan tüm dillere çevirme görevini üstleniyor.
Danielle Angel
EĞER FİLİSTİN SORUNU DİYE BİR SORUN OLMASAYDI, MAVİ MARMARA DİYE BİR GEMİNİN GAZZE’YE YARDIM GÖTÜRMESİNE, İSRAİL’İN PERVASIZ MÜDAHALESİ SONUCUNDA İLİŞKİLERİN BİR KEZ DAHA GERİLMESİNE GEREK OLMAZDI. DÜŞÜNSENİZE İSRAİL İKİ DEVLETLİ ADİL BİR ÇÖZÜMÜ KABUL ETSE TÜRKİYE NEDEN İSRAİL’İ KARŞISINA ALSIN?
Bugün İsrail ile Türkiye’nin arası bozuksa, iki ülke ilişkilerindeki kriz tırmanma eğilimi gösteriyorsa nedeni Filistin sorunudur. Bazılarının zannettiği gibi AK Parti iktidarı Yahudi karşıtı olduğu için İsrail ile ilişkilerini kopartmamıştır.
2008 sonunda gerçekleşen Dökme Kurşun operasyonuna kadar ilişkilerde hiçbir sorun yoktu. Hatta İsrail Cumhurbaşkanı Peres Türkiye’ye gelmiş ve TBMM’de konuşmuştu. Türkiye İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapıyordu.
2009 başında Davos’taki gerilim Erdoğan’ın ya da Peres’in sinirli olmasından değil Gazze’de çoğu çocuk ve kadın 1500’e yakın insanın İsrail müdahalesiyle hayatını kaybetmesi yüzünden yaşanmıştı.
Eğer Filistin sorunu diye bir sorun olmasaydı, Mavi Marmara diye bir geminin Gazze’ye yardım götürmesine, İsrail’in pervasız müdahalesi sonucunda ilişkilerin bir kez daha gerilmesine gerek olmazdı. Düşünsenize İsrail iki devletli adil bir çözümü kabul etse Türkiye neden İsrail’i karşısına alsın?
Aynı şeyler Başbakan Erdoğan’ın tarihi bir ziyaret gerçekleştirdiği Mısır için de geçerli. 1978’de imzalanan Camp David Antlaşması’ndan bu yana neredeyse ilk kez iki ülke ilişkilerinin dibe vurmasının nedeni de Filistin sorunu değil mi?
Evet, sorunu tetikleyen yine İsrail’in pervasızlığı ve Sina’da sınır geçerek beş Mısır güvenlik görevlisini öldürmesi, buna karşılık da Tantavi yönetiminin İsrail’den özür talep edeceğine, Camp David’in Sina’yı askersizleştirme hükümleri hakkında pazarlık etmesi.
Ama Filistin sorunu olmamış, daha doğrusu bu zamana kadar çözülmüş olsa Mısır halkı galeyana gelip sefaret basar mıydı? Artık herkesin Arap dünyasında köklü değişimlerin yaşandığını, Türkiye’nin kendini yeniden tanımladığını, beğensek de beğenmesek de 11 Eylül sonrası dönemde dinin birleştirici rol oynadığını görmesi gerekiyor.
Mensur Akgün
http://www.stargazete.com/yazar/mensur-akgun/butun-sorunlarin-anasi-haber-381552.htm
HAMAS’IN GAZZE’DEN İSRAİL TOPRAKLARINA GÖNDERDİĞİ FÜZELER YALNIZCA SİVİL CAN KAYBINA YOL AÇMAKLA KALMIYOR, BİNYAMİN NETENYAHU BAŞBAKANLIĞINDAKİ SAĞCI KOALİSYONA, FİLİSTİNLİ SİVİLLERİN DE ÖLDÜRÜLDÜĞÜ ASKERİ OPERASYONLAR VE TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİNİN DİBE VURMASINA NEDEN OLAN AMBARGO GİBİ BASKI UYGULAMALARI İÇİN BAHANE VERİYOR
Diğer yandan Filistin’in durumu da dikensiz gül bahçesi değil, hiç değil.
En ciddi sorun, bir toprak bütünlüğünün olmaması. Batı Şeria, Mahmut Abbas liderliğindeki laik El Fetih yönetiminin, Gazze ise Halid Meşal liderliğindeki İslamcı Hamas’ın kontrolünde
Dahası, Hamas var olma hakkını reddettiği İsrail yetkilileriyle görüşmeyi kabul etmiyor. Hatta Fetih ve Hamas arasındaki görüşmeler, Mısır’ın devreye girmesiyle Kahire’de yapılabiliyor.
Dahası, Hamas’ın Gazze’den İsrail topraklarına gönderdiği füzeler yalnızca sivil can kaybına yol açmakla kalmıyor, Binyamin Netenyahu başbakanlığındaki sağcı koalisyona, Filistinli sivillerin de öldürüldüğü askeri operasyonlar ve Türkiye ile ilişkilerinin dibe vurmasına neden olan ambargo gibi baskı uygulamaları için bahane veriyor.
Bu bahanelerin hiçbiri sivillerin öldürülmesini mazur gösteremez; aynı Mavi Marmara katliamındaki gibi.
İsrail’in var olma hakkı ne kadar varsa, Filistin’in de o kadar var. İsraillilerin ait oldukları topraklarda güvenlik içinde yaşamak, özgürlüklerin tadını çıkarmak, kendi geleceklerinin efendisi olarak yaşama hakkı ne kadar varsa, Filistinlilerin de var.
Bugün bölünmüş ve acı içindeki Filistinliler bu temel haklarından yoksunsa, bu utancın büyük kısmı, onlara bu hakları çok gören Batılı ve Arap güç sahiplerine aittir.
Bu tablo içinde yine de 20 Eylül’de BM’de yapılacak oylamada Filistin’in üyeliği onaylanırsa, bu sonuç, o güç sahiplerine karşı kazanılmış gerçek bir zafer olacaktır. Ama Almanya Dışişleri Bakanı’nın son açıklaması ve Dünya Bankası raporu, ne yazık ki bu umudu azaltan gelişmeler olarak önümüzde duruyor.
Murat Yetkin
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1063150&Yazar=MURAT
KARA DELİĞE DÖNÜŞMÜŞ YAHUDİ DÜŞMANLIKLARIYLA HÜKÜMETİ VE TABİİ Kİ ONUNLA BİRLİKTE 73 MİLYON YURTTAŞIMIZDAN YÜZ BİNLERCESİNİ TOPRAĞA, YÜZ MİLYARLARCA DOLARIMIZI DA SİLÂH TACİRLERİNİN KASALARINA GÖMMEYE MERAKLI BU "ÜMMETÇİ ANTİSEMİTİST AZINLIK" İÇİN YÜCE ALLAH'TAN AKIL FİKİR VE VİCDAN NİYAZ EDİYORUM...
Dışişleri Bakanımız Davutoğlu ve İHA Başkanı Bülent Yıldırım da biliyorlardı ki İsrail "vururum!" diyorsa vuruyordu...
Nereden biliyorlardı?..
Birincisi Dışişleri Bakanıydı...
Bilmesi gerekiyordu...
İkincisiyse madem o işi yapmaya kalkışmıştı en azından İsrail tarihini bilmesi gerekirdi...
İsrail tarihini bilen birinin 1967 "6 Gün Savaşları"nı unutması mümkün mü?..
6 Gün Savaşlarını her daim hatırlayan biri USS Liberty isimli Amerikan Gemisi'nin israil tarafından Akdeniz'de vurulduğunu ve 34 Amerikalının öldüğünü aklından çıkarabilir mi?..
Tabii ki hayır!..
Nitekim, gemiye binmek üzere olan Ak Partili milletvekillerine de USS Liberty hatırlatıldı ve vekiller son anda gemiye binmekten vazgeçtiler...
Hâsılı...
Mavi Marmara Gemisi'ni o karasularına sürükleyen ve inatlaşarak 9 kişinin öldürülmesi için zemin hazırlayan Bülent Yıldırım ve ekibi mutlaka yargılanmalıdır...
Onlar yargılanmadan İsrail'den özür beklemek ve hatta savaşı göze almak bir siyasal iktidarın kendi halkına yapabileceği en büyük kötülüktür...
Yani...
Altan Kardeşlerle aynı görüşteyim...
Savaş kararı almak çok kolaydır...
Ama...
Savaş çok zordur...
Savaş, ölüm, kan ve gözyaşıdır...
Peki...
Bir millet savaşmaz mı?..
Tabii ki savaşır...
Ama...
Kendi ulusal çıkarları için savaşır...
Irak'ta bir milyona yakın fukara Iraklı Müslüman öldürülürken neredeydi Başbakan ve bu "Ümmetçi" arkadaşlar?..
Madem mazlum Müslümanların canları o kadar kıymetliydi; o zaman neden Müslümanları öldüren Amerika ve İngiltere ile savaşmadık?..
Ve...
Son 28 yılda 40 bine yakın Türk ve Kürt çocuğu öldürüldü...
Hem de bu topraklarda...
Bu ümmetçi gazetecilerimizin kılları kıprdadı mı?..
Hayır!..
Hâsılı...
Kara deliğe dönüşmüş Yahudi düşmanlıklarıyla Hükümeti ve tabii ki onunla birlikte 73 milyon yurttaşımızdan yüzbinlercesini toprağa, yüz milyarlarca dolarımızı da silâh tacirlerinin kasalarına gömmeye meraklı bu "Ümmetçi Antisemitist Azınlık" için Yüce Allah'tan akıl fikir ve vicdan niyaz ediyorum...
Adnan Berk Okan
http://www.gazeteciler.com/analiz/nedir-bu-altan-kardesler-dusmanligi-40698h.html
TEVRAT’IN İFADESİNE GÖRE İSRAİL “TANRI İLE GÜREŞEN” DEMEK
Başbakan Erdoğan İsrail için “şımarık çocuk” dedi. İsrail’in tüm dünyaya diklenen “tavır geleneği” sadece sırtını dayadığı ABD himayesi ile izahı “doğru” fakat “eksik”tir.
Bu kibirli tavır “din” kökenlidir.
Tarih kadar eskidir.
Anlatayım:
Tevrat’ın Tekvin bölümü 32’nci kısımda anlatılanlara göre Hz. Yakup bir akşam çölde bir adamla karşılaşır.
Sorgusuz sualsiz, sebepsiz nedensiz güreşe tutuşurlar.
Bu güreş tan yeri ağarıncaya kadar sürer ama yenişemezler.
Hz. Yakup “bırak beni gideyim” der.
Karşısındaki “hayır bırakmam, senin adın ne?” diye karşılık verir.
Hz. Yakup “benim adım Yakup” der.
Bunun üzerine “senin adın bundan sonra Yakup değil. Artık İsrail diye çağırılacaksın. Çünkü sen Tanrı ile ve insanlarla mücadele ettin yani güreştin” cevabını alır.
Tevrat’a, Tekvin kitabına göre Hz. Yakup bu güreşin yapıldığı yere “Tanrı’nın yüzünü gördüm” anlamında “Penuel” adını koyar.
Yahudi kutsal kitabında, başlangıçta -özellikle Tekvin’de- Tanrı insan görüntüsünde tasvir ve temsil ediliyordu.
El, ayak, kol vs. gibi beşeri organları vardı ve öyle görülebiliyordu.
Ayrıca beşeri vasıfları vardı, beşeri duygular taşıyan bir varlık gibiydi.
İşte Tevrat’ın ifadesine göre İsrail “Tanrı ile güreşen” demek oluyor.
Güneri Cıvaoğlu
BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN ORTADOĞU'DA İZLEDİĞİ SİYASET, CUMHURİYET'İN RESMİ İDEOLOJİSİNİN TEMEL TAŞLARINDAN BİRİNİ OLUŞTURAN VE "NE ŞAM'IN ŞEKERİ, NE ARABIN YÜZÜ" TEKERLEMESİ İLE İFADE EDİLEBİLECEK OLAN "ARAP FOBİSİ"Nİ YIKTI
Hükümetin "Mavi Marmara Faciası"na endeksli biçimde oluşturduğu İsrail'e dönük politikasının tabii ki eleştirilecek yanları var.
Örneğin bu politikanın Gazze ablukasının kaldırılmasına yetip yetmeyeceğini hemen herkes tartışıyor.
Ancak bütün bunların ötesinde bir gerçek var ki, bunu görmezden gelmek de mümkün değil.
Başbakan Erdoğan'ın Ortadoğu'da izlediği siyaset, Cumhuriyet'in resmi ideolojisinin temel taşlarından birini oluşturan ve "Ne Şam'ın şekeri, ne Arabın yüzü" tekerlemesi ile ifade edilebilecek olan "Arap Fobisi"ni yıktı.
Çeşitli bayraklar ve farklı rejimler altında yaşayan coğrafyamızın bu büyük komşu kitlesine karşı Cumhuriyetimizin ilk kuşaklarının duydukları sevgisizliğin çeşitli nedenleri vardı.
Resmi tarih öğretimize göre Arapların 1'inci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'yı "Arkadan vurmaları" bu sevgisizliğin bir kaynağı olabilirdi.
Mehmet Barlas
http://sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2011/09/14/dis-politikamizda-arap-fobisi-tarihe-karisirken
MAĞDURLARIN SİYASETİNİ SORGULARKEN ZALİMLERDEN YANA GİBİ GÖZÜKME RİSKİ VAR
Bu “teorik” lafların pratik sebebi ise, İsrail, Gazze ve Mavi Marmara konusunda da bir “birlik ve beraberlik ihtiyacı” içinde olmamız. Daha doğrusu, bazılarımızın böyle düşünmesi.
Bana bunu düşürten, Yıldıray Oğur’un Mavi Marmara’daki direniş yöntemini sorgulaması üzerine aldığı bazı tepkiler oldu. Mavi Marmara’nın misyonunu tamamen haklı bulan, İsrail saldırganlığını tartışmasız lanetleyen ve gemide katledilen dokuz vatandaşımızı “şehit” saymaktan da geri durmayan Oğur, sadece, “gemiyi sopalarla savunmak yerine pasif direniş daha doğru olurdu” mealinde bir görüş savundu. TGRT’de yayınlanan “Siyasi Akıl” adlı programımda da kendisini konuk ettim ve dediklerini detaylıca konuştuk.
Oğur’unki kuşkusuz bir görüştür ve karşı görüşlerle eleştirilebilir. Ancak böylesi bir tartışma başka; bu konuda tek bir ahlaki pozisyon olduğunu, bundan sapanların yanlışa (ve hatta düşmana) hizmet ettiğini, yahut doğrular arasında “vesvese” ürettiğini söylemek başka. Bu ikincisi, kadim “birlik ve beraberlik ihtiyacımız”ın ve onun altında yatan “doğruları belirleme” alışkanlığının yeni bir yansıması gibi duruyor.
Kuşkusuz, hassas bir mesele bu. Mağdurların siyasetini sorgularken zalimlerden yana gibi gözükme riski var. Ama ikincisinden kaçınmak için birincisine hiç fırsat vermemek marifet değil. Çünkü sorgulanamayan hiçbir siyaset gelişme imkânı bulamaz.
Mustafa Akyol
http://www.stargazete.com/yazar/mustafa-akyol/-birlik-ve-beraberlik-ihtiyacimiz-haber-381905.htm
HER KOŞULDA İSRAİL’İN HER SALDIRGANLIĞININ ARTIK BİR ‘FATURA’ OLARAK GERİ DÖNDÜĞÜNÜ GÖRENLERİN SAYISININ ARTMASI KAÇINILMAZ. HATTA İRONİK OLACAK AMA İNSANIN AKLINDAN ‘BÖYLE GİDERSE İSRAİL ANCAK İRAN’LA MÜTTEFİKLİK EDERSE TÜRKİYE’Yİ ZORLAR HALE GELECEK’ GİBİ LAFLAR GEÇİYOR
İsrail’in ‘akıntıya karşı kürek çektiğini’ kaç yıldır yazmakta olduğumu ben bile unuttum. İsrailliler hâlâ anlayamıyor. ‘Arap Baharı’yla ilintilerini kuramıyor, hep aynı “Bu sürecin taleplerinin İsrail’le alakası yok. Otoriter yönetimlerin yıkılıp toplumlarının modernize olmalarıyla sınırlı’ nakaratını tekrarlıyorlar. Bunun başlıca sebebi elbette İsrail’de ‘monte edilmişlik’ hissiyatının aşılıp ‘yerliliğin’ bir türlü geliştirilememesi... Aynı şekilde İsrailli politikacılar bu yüzden, Mavi Marmara’da yapılan büyük hatadan sonra “Türkiye ile normalleşme/iyi ilişkiler istiyoruz” demelerinin kâfi geleceğini zannediyorlar. Amerikalı Yahudi kökenli yazarlar ise Türkiye’nin dostluğunu yitirmeye sebep olan bu olayın benzeri geçenlerde Mısır’la yaşanınca, “İsrail günah keçisi yapılıyor” diye ahlanıp vahlanmakla iştigal etmekte. Amerika’daki Yahudi lobisinin etkin olduğu Kongre, ‘İsrail’den vazgeçer’ filan demiyorum. Kısa vadede bu mümkün görünmüyor zaten. Elbette Amerika’da 2012 seçiminin ‘Obama Amerika’sı aklının devamını getirip getirmeyeceği bu manada en mühim husus. Lakin bu ayrı bir yazının konusu. Her koşulda İsrail’in her saldırganlığının artık bir ‘fatura’ olarak geri döndüğünü görenlerin sayısının artması kaçınılmaz. Hatta ironik olacak ama insanın aklından ‘böyle giderse İsrail ancak İran’la müttefiklik ederse Türkiye’yi zorlar hale gelecek’ gibi laflar geçiyor.
…
Elbette gidişata dair tespitleri dozajı kaçırarak ‘Türk yüzyılı’ söylemine vardırmanın alemi yok. Bunun olabilmesi için Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinliğini Avrasya, Balkanlar, Avrupa Birliği, Akdeniz’de de gösterebilmesi icab eder ki kısa vadede bu mümkün görünmüyor.
Bütün bunlar Başbakan’ın Arap isyan coğrafyasına yönelik turu sonunda kalkacak kaşlar, bilenecek dişler olmadığı anlamına gelmiyor. Lakin ‘el mahkumsa’, ‘kalemi kırmadan’ tarih yazmanın bir yolu bulunmak durumunda.
Türkiye dengeleri gözetebilecek pragmatik yaklaşımla, tüm dönüşümlere destek verecek, Arap sermayesini yönlendirebilecek, ekonomik, politik ve askeri veçheleriyle bölgesel bir güç olmayı başarabilir. Bu yolda misal Mısır’da Kıptiler, Lübnan’da Dürziler, Suriye’de Nusayrileri gözetecek; mezhepler üstü, laik, demokratik karakterin muhafaza edilebilmesi büyük önem taşıyor. Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da öncü/dönüştürücü güç olarak Türkiye’nin meseleyi zamanla şu anda kaçınılmaz olarak olduğu gibi büyük ölçüde Erdoğan’ın ‘şahsiyetinde’ olmasından çıkartarak, Türkiye’nin liderliğine dönüştürülmesi… Elbette hele de Ortadoğu coğrafyasından söz ediyorsanız liderlik önemlidir. Ancak bu yüzyılda ‘kurumsallaştırma’ ve ‘sürdürülebilir kılma’ gereklerinin karşılanması buna işaret ediyor.
Ceyda Karan
http://www.haberturk.com/haber/haber/669396-ortadoguda-kalemi-ele-alacak-guc-turkiye
FİLİSTİN TARAFININ BU TANINMADAN İSRAİL’İ MASAYA OTURMAYA ZORLAMAK DIŞINDA KAZANACAĞI ÇOK FAZLA BİR ŞEY OLDUĞUNU SÖYLEMEK ZOR
İsrail böyle bir kararın, İran, Suriye gibi ülkelerin yanı sıra Mavi Marmara olayında açık denizde 8 vatandaşını katlederek epeyce kızdırdığı Türkiye’nin, ellerine geçen bu yeni diplomatik aracı kendi aleyhine iyi kullanacağını hesaplıyor. Bunun için de kararı durdurmak için büyük gürültü koparıyor. İsrail’in bir başka endişesi, bu kararın tanınmasının ardından bölgede ‘Üçüncü İntifada’nın başlaması.
Filistin tarafının bu tanınmadan İsrail’i masaya oturmaya zorlamak dışında kazanacağı çok fazla bir şey olduğunu söylemek zor. Barış araştırmacılarının ‘ulus devletin doğasının barışa uygun olup olmadığı’ felsefi sorusunu tartıştıkları bir dönemde, fiilen işgal altında bir ‘esir devlet’ olarak tanınmak Filistinlilerin hayatlarını ne kadar kolaylaştıracak? Üzerinde en çok düşünülmesi gereken konu bu belki de.
BORA BAYRAKTAR
BİZLER DE BAŞARISIZLIKLARIMIZIN, GERİ KALMIŞLIĞIMIZIN VE KRONİKLEŞEN KRİZLERİMİZİN NEDENLERİNİ YILLARCA "DIŞ GÜÇLER"DE, "AMERİKAN EMPERYALİZMİ"NDE, "SİYONİZM"DE BULMAYA ÇALIŞMADIK MI?
Uzun gazetecilik yaşamımda bu ülkelerin çoğunu gezdim, liderleriyle de sokaktaki insanlarıyla da konuştum.
Her çeşit geri kalmışlıklarının nedenini sorduğumda, birbirine benzeyen gerekçeler verdiler bana. -
Bizi Siyonizm bu hale düşürdü...
- Geri kalmışlığımızın sorumlusu emperyalizmdir...
- Amerika ve işbirlikçileri bizi bu hale soktu...
Her başarısızlığın arkasında "Yabancı güçleri’’ aramak ve "Acaba biz nerede hata yaptık" sorusuna hiç cevap aramamak bu bölgenin hastalıklı siyasal düşüncesinin ana çizgisini oluşturuyor.
Az kalsın bu çizgi bizim siyasal düşüncemizin de ana yönlendiricisi olarak kalacaktı.
Bizler de başarısızlıklarımızın, geri kalmışlığımızın ve kronikleşen krizlerimizin nedenlerini yıllarca "Dış güçler"de, "Amerikan emperyalizmi"nde, "Siyonizm"de bulmaya çalışmadık mı?
Mehmet Barlas
http://sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2011/09/15/bizi-dis-gucler-geri-birakti-sendromu-asilmalidir
TÜRKİYE, İSRAİL’LE ÇATIŞMAYI GÖZE ALMIŞSA, İSRAİL DE TÜRKİYE İLE ÇATIŞMAK YA DA TÜM DÜNYAYA REZİL OLMAK SEÇENEKLERİ ARASINDA TERCİHE ZORLANIR
Türkiye, İsrail’le çatışmayı göze almışsa, İsrail de Türkiye ile çatışmak ya da tüm dünyaya rezil olmak seçenekleri arasında tercihe zorlanır. Yani tam anlamıyla köşeye sıkıştırılır.
Türk gemilerine abluka bölgesine girmelerinden önce ya da sonra İsrail donanmasının yapacağı, en hafifinden yol kesme manevrası gibi bir fiziki müdahale bile sıcak bir çatışmanın patlak vermesine neden olabilir.
Ve bu çatışmanın iki ülke arasında çapı, süresi ve sonuçları şimdiden kestirilemeyecek bir savaşa dönüşmesi ihtimali vardır. Bu gerçekleşirse, seyrüsefer serbestisi sağlanamamış, tam tersine daha geniş bir alanda daha beter kısıtlanmış olur.
Zaten bakın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bundan sonra benzer engellemelerin savaşa neden olabileceğini ima eden sözler söylemedi mi El Cezire televizyonuna?
“Mavi Marmara olayı aslında savaş nedenidir. Fakat biz Türkiye’nin büyüklüğüne yakışanı yapalım diyerek, bunu sabırla karşıladık” dedi Başbakan.
Bu sözlerin güncel bağlamdaki meali, “Tekrar ederse savaşırız” şeklindedir.
Diğer ihtimal gerçekleşir, yani İsrail Türkiye ile bir savaşı göze alamaz ve ordusu o konvoya müdahale edemezse ortada abluka falan kalmaz ve İsrail’in itibarı beş paralık olur. Doğu Akdeniz’deki jeopolitik denge İsrail’in aleyhine değişir.
Kadri Gürsel
İSRAİL’DE DIŞ POLİTİKA YOKTUR, İÇ POLİTİKA VARDIR
Türkiye ile İsrail arasında tarihten bugüne hep bir gerilimden söz edilebilir. Osmanlı döneminde, Cumhuriyet döneminde yaşanan sorunlar var. Mesela Varlık Vergisi gibi. Bunun yanında her iki devlet de uluslararası sisteme dâhil olabilme mücadelesindeler. İki ülke de kendisini ispatlamak istiyor. Sonraki bir dönem iki ülke ortak düşmanlar üzerine yakın ilişkiler kuruyor. 1956’da Türkiye-İsrail ve İran arasında istihbarat paylaşımı vardı. Sonra bu birliktelik Türkiye’deki Filistin algısı ile politikalarının değişmesiyle ayrışmaya döndü. Özellikle son dönemde Türkiye’nin Filistin’e yakınlaşması ve sorunu yönetme arzusu İsrail’i rahatsız etti. Türkiye, İran etkisine girmelerini önlemek için Filistinli gruplarla daha fazla yakınlaşırken, İsrail ile karşı karşıya kaldı bir bakıma. İsrail’de dış politika yoktur, iç politika vardır. Bundan dolayı Türkiye’nin Filistin politikalarına İsrail iç siyasetini göz ardı etmeden karşılık veriyor Netanyahu hükümeti. Mevcut hükümetin iktisadi, siyasi sorunları da göz önünde bulundurulduğunda, Netanyahu hükümetinin Türkiye çatışması ile iç politikayı yönetmeye çalıştığı da görülür. Özür dilenmemesi de bu içe dönük durumdan kaynaklanıyor. Ayrıca bir kez özür dilerlerse arkasından birçok defa dilemek zorunda kalacaklarını düşünüyorlar. İlişkilerin bu vaziyeti almasının bize bakan yanı şu: Türkiye, söz konusu geminin gidişine mâni olmalıydı. Yahut yardım Kızılay üzerinden gitmeliydi. Buna karşılık İsrail müdahalesi de oldukça sert ve akıl dışıydı. 1956-1980 arasında iki taraf yine böyle bir dönem yaşadı. O gün olduğu gibi bugün de bir geçiş süreci yaşanıyor. Dengeler yerine oturur, ilişkiler normalleşir. Bir de Filistin meselesi İsrail’siz çözülemez. Türkiye bu zor dönemde bile Filistinlilerin geleceğini düşünerek hareket etmeli. Bu dönemde söylenen sözlere dikkat edip, gelecek hükümet ile diyalog kapısını kapatmamalıyız. İsrail rasyonelliğini kaybetse bile. İsrail yalnızlaştıkça hırçınlaşacak. Buna karşın İsrail’de küçük de olsa bir değişim yaşandığı görülüyor.
Salih Bıçakçı
TÜM BU İHTİMALLER DURURKEN MİLLİ GÖRÜŞ GELENEĞİNDEN GELEN VE GENÇLİK YILLARININ SİYASİ DURUŞUNU VE KİMLİĞİNİ AĞIRLIKLI OLARAK FİLİSTİN SORUNUNA ENDEKSLEMİŞ ERDOĞAN’IN ISRARLA ‘GİZLİ YAHUDİ DOSTU’ OLARAK GÖSTERİLME ÇABASINI NASIL OKUMAMIZ GEREKİYOR?
Farklı soruları İsrail açısından Türkiye aleyhine de sorabiliriz. Emin olun İsraillilerin de kafalarında Türkiye’nin tavırlarını irdeleyecek sorular bulunuyor. “İsrail, Türkiye’yi niçin kaybetme riskini göze alarak ya da kaybetmek isteyerek hareket ediyor?” sorusunun arkasında, “İsrail, AK Parti iktidarı döneminde Türkiye’yi hiçbir zaman kazanamayacak” ihtimali yatıyor olabilir mi?
AK Parti, iktidara geldiği ilk günlerde üzerinde bulunan ‘İslâmcı’ yaftasından dolayı İsrail ve ABD’deki Yahudi lobisi ile sıcak ilişkiler kurmuş olabilir. İsrail ve ABD dışında kalan Batılı ülkelerin yeni AK Parti iktidarına ilk notlarını biraz da İsrail duruşu üzerinden verdiklerini biliyoruz. Erdoğan’ın Musevi cemaatinden aldığı ödülü bu çerçevede değerlendirebilir miyiz?
Tüm bu ihtimaller dururken Milli Görüş geleneğinden gelen ve gençlik yıllarının siyasi duruşunu ve kimliğini ağırlıklı olarak Filistin sorununa endekslemiş Erdoğan’ın ısrarla ‘gizli Yahudi dostu’ olarak gösterilme çabasını nasıl okumamız gerekiyor? Ergenekon sanıklarının ağzıyla ‘Musa’nın çocuğu Erdoğan’ klişesine niçin ihtiyaç duyuluyor?
Selim Savaş Genç
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/yazar-30419-kim-daha-israil-karsiti.html
ZAMAN İÇİNDE ARAP LİDERLERİ, ONLARA KENDİ ÖNDERLİĞİNİ KABUL ETTİRMEK NİYETİNDEKİ BU ‘MÜSLÜMAN ÖĞRETMENİN’ DEĞİRMENİNE SU TAŞIMAK İSTEMEYEBİLİR
Ortadoğu liderleri, Erdoğan’ın ateşli açıklamalarından muhtemelen pek memnun değil. Ancak bölgede oluşan atmosfer dahilinde birçok insan, Türk Başbakan’ın kibirli sözlerine kanıyor. Zaman içinde Arap liderleri, onlara kendi önderliğini kabul ettirmek niyetindeki bu ‘Müslüman öğretmenin’ değirmenine su taşımak istemeyebilir. Ancak o zamana kadar Erdoğan, manşetleri süslemenin keyfini çıkarmayı sürdürecek. Peki sonra ne olacak? Bu, bölgede yaşanacak yeni krizlere bağlı. Her durumda Erdoğan, daha fazla siyasi ve liderlik puanı toplamak için pusuda olacak.
Roee Nahmias
MACCABİ TEL AVİV’İN FUTBOLCULARINI İSRAİL DEVLETİ’NİN ZULMÜNDEN SORUMLU TUTMAKTA BİR SORUN VAR. NASIL Kİ PEK ÇOK İSTANBUL VE TÜRKİYE SÖZ KONUSU, AYNI ŞEKİLDE SINIFSIZ İMTİYAZSIZ BİR İSRAİL DE YOK
İnönü’ye Harbiye’den geldim. Arkamda Fashion Week’in havalı dünyası, biraz ileride iki otobüs dolusu polisle korunan Maccabi Tel Aviv’in oteli, Taksim Meydanı’nda maç vesilesiyle toplanan İsrail karşıtları, hemen yanıbaşında her şeyi ve herkesi bir arada yaşatan İstiklal Caddesi, yokuşun dibinde stat; onun 100 metre ilerisinde de Dolmabahçe Sarayı ve başbakanın ofisi... Sadece bir kilometrelik bu güzergahta onlarca İstanbul var. Hangisi sizin İstanbul’unuz, seçim size kalmış.
O yüzden Maccabi Tel Aviv’in futbolcularını İsrail Devleti’nin zulmünden sorumlu tutmakta bir sorun var. Nasıl ki pek çok İstanbul ve Türkiye söz konusu, aynı şekilde sınıfsız imtiyazsız bir İsrail de yok. Çarşı’nın bu maçla ilgili bildirgesi boşa yazılmadı. Bir kez daha övmek ve vurgulamak lazım. İsrail Devleti başka İsrailliler başka, Türkiye’deki Yahudi yurttaşlar bambaşka.
Ama insanların bu maç vesilesiyle İsrail’i protesto etmesinde de pek şaşılacak bir şey yok. Bu memleketin tribünleri ne zamandır siyasete kayıtsız kalmış ki? Tarih böyle maçlarla dolu. Bunu zapturapt altına almanın ne anlamı var? Meziyet politikalarla sıradan yurttaşı ayırt etmekte. Efsane futbolcu Abdülkerim Durmaz’ın bir taraftara veciz bir şekilde ifade ettiği şeyi görebilmek: “X takımını sevme, istersen nefret et, ama o takımı tutan arkadaşınla bunu karıştırma.”
Oysa dün hiçbir şey yokmuş gibi başladı karşılaşma. Devre sonuna kadar tek bir Filistin iması, ufacık bir bayrak, kısık bir ses bile yoktu. Görseniz bu memlekette futbol sadece futbolmuş sanırsınız. Ama devre arasına doğru Kapalı olaya el koydu ve demokratik protesto hakkını kullandı: “Kahrolsun İsrail.”
Bağış Erten
AMA, AMA NASIL OLUR? HANİ TÜM FİNANS DÜNYASINI MUSEVİ LOBİSİ YÖNETİYORDU? HANİ, BEYAZ SARAY’DAN CIA’YE KADAR HERKES MOSSAD’IN ELİNDEYDİ
Ama önce genel kabul gören komplo teorileri ile gözlenebilir olaylar arasındaki tutarsızlıklara dikkatinizi çekmek isterim. Sn Erdoğan, Arap ve Müslüman dünyasında kimsenin yapamadığını yaparak İsrail’e kafa tutuyor. Savaş tehditleri filan biraz içeriye ya da Arap Baharı’na dönük propaganda olabilir, ama gerçekten İsrail’in canını yakan uygulamalar da var. Birincisi, 23 Eylül gibi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Filistin’i oy hakkı olmayan üye devlet (gözlemci devlet) olarak tanırken, Türkiye bu çabada başı çekecek. İkincisi, Mısır’da bir kez daha İsrail’i hedef alan Sn Erdoğan artık tüm Arap liderleri için çıtayı yükseltti. Suudi Arabistan’dan Ürdün’e kadar bir yanda Filistin’in bağımsızlığını savunan, öte yanda da gizliden İsrail’le işbirliği yapan liderlere artık halk soracak “Elin dış kapı tokmağı Türk Filistin için savaşı göze alıyor da, sen ne yaptın?”
AMA, ama nasıl olur? Hani tüm finans dünyasını Musevi lobisi yönetiyordu? Hani, Beyaz Saray’dan CIA’ye kadar herkes MOSSAD’ın elindeydi. NİYE Türkiye’den tonlarca para kaçmıyor? Niye ekonomimiz yangın yerine dönmedi? Ben zaten inanmazdım, artık dünyayı Musevi lobisi yönetiyor komplo teorisine hiç mi hiç inanmıyorum.
Atilla Yeşilada
http://www.ekonomihaberyorum.com/i-nan-mi-yo-rum/
TÜRKİYE’DEN İSRAİL’E GÖÇ EDEN MUSEVİ AİLELER, AMATÖR FUTBOL TAKIMI KURDU. TAKIMIN ADI, YELADEY YOTSEİ TURKİA... ANLAMI, TÜRKİYE’DEN GELEN ÇOCUKLAR... KISACA “TÜRKİYELİ ÇOCUKLAR” DENİYOR. HER MAÇA TÜRK BAYRAĞIYLA ÇIKIYORLAR. TAKIMIN KURUCUSU 20 SENE ÖNCE İSTANBUL’DAN İSRAİL’E GİDEN MOİZ SUSTİEL, “ÖRFÜMÜZÜ ÂDETİMİZİ YAŞATIYORUZ, TÜRKİYE’NİN BİR PARÇASINI BURADA DEVAM ETTİRİYORUZ” DİYOR
Belki hatırlarsınız... Bi ara Türk karmasıyla Filistin arasında dostluk maçı yapılması için çaba harcanırken, “beni de Türk takımına alın” diyen kimdi? Galatasaray’da oynayan Brezilyalı Lincoln... “Nereden geldiğimi unutmadım, Filistin için elimden geleni yapmaya hazırım” demişti. Hemen ardından Alex ve Roberto Carlos da benzer açıklamalar yapmıştı.
*
Aynı dönemde İsrailli Balili de Türkiye’de oynuyordu. Türk vatandaşlığına geçti, Atakan adını aldı. İsrail hükümetiyle İsrailliyi birbirine karıştırmayıp, göstermelik bile olsa, Atakan Balili’yi bağrımıza basmak varken, kafasına şişe attık, küfür ettik, Sivasspor’daki takım arkadaşı sahanın ortasına Filistin bayrağı dikti. Neticede, ülkesine kaçtı. Şimdi “Türkiye’de hakaretlere maruz kaldım” dediği için kızıyoruz... Hâlbuki İsrail tam tersini yapıyor. Filistin’e açık destek veren Brezilyalı futbolculara, takımlarında forma veriyor. Bi tanesi Nivaldo, yarın Beşiktaş’la karşılaşacak olan Maccabi Tel Aviv’de oynuyor, ikinci kaptan.
*
(Maccabi dedim, aklıma geldi... Türkiye’den İsrail’e göç eden Musevi aileler, amatör futbol takımı kurdu. Takımın adı, Yeladey Yotsei Turkia... Anlamı, Türkiye’den gelen çocuklar... Kısaca “Türkiyeli Çocuklar” deniyor. Her maça Türk bayrağıyla çıkıyorlar. Takımın kurucusu 20 sene önce İstanbul’dan İsrail’e giden Moiz Sustiel, “örfümüzü âdetimizi yaşatıyoruz, Türkiye’nin bir parçasını burada devam ettiriyoruz” diyor.)
*
(Türkiyeli Çocuklar 7-14 yaş grubunda, hepsi Türkçe konuşuyor. Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı tutuyorlar. Hatta Maccabi’ye karşı Beşiktaş’ı iyi mi... Bu 23 Nisan’da Tel Aviv Büyükelçiliğimizde kutlanan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na takım halinde, aileleriyle birlikte katıldılar. Teknik direktör, Fenerbahçe altyapısından yetişmiş, Beyoğlu Yeniçarşı’da top koşturmuş İzak Adato... Aynı zamanda, Maccabi
Tel Aviv’in altyapı antrenörü.)
*
(Türk vatandaşı olan Balili gibi...
Öz be öz Türkiyeli çocukların kıymetini de bilmiyoruz.)
Yılmaz Özdil
http://www.cnnturk.com/Yazarlar/YILMAZ.OZDIL/Israil.e.gol.atacaksan.Brezilya.gibi.oyna/113.4638/
NE ZAMAN İSRAİL’E KIZSAK, İLK LAFIMIZ: BİZ SİZE 500 YILDIR KUCAK AÇMIŞIZ
Ağzımıza geleni söylersek, hem kanıksanırız hem de ölçüyü kaçırırız.
Önemli bir nokta da şu...
Ne zaman İsrail’e kızsak, ilk lafımız:
- Biz size 500 yıldır kucak açmışız.
Bence, bu çiğliktir.
Osmanlı terbiyesine uymaz.
Türk’e yakışmaz.
Diyet nedir bilirsiniz değil mi?
Onun için lütfen herkes dikkatli konuşsun.
Rauf Tamer
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=18734764
İSRAİL HÜKÜMETİ İLE İSRAİL HALKI AYNI S¸EY DEGˆİL. UNUTMAYALIM Kİ İSRAİL HALKINDAN KENDİ HÜKÜMETİNİN POLİTİKALARINI ELES¸TİREN NİCE SESLER ÇIKMAKTADIR; ORTADOĞU’NUN EN RENKLİ, EN DİNAMİK SİVİL TOPLUMLARINDAN BİRİNE SAHİPTİR İSRAİL
Türk basınında, ekseriya, Ortadoğu ülkelerinin öznel halleri ve tekil tarihleri bilinçli ve derinlemesine tartışılmıyor. Keza bazı şeyleri birbirinden ayırt etmekte güçlük çektiğimizi düşünüyorum.
İsrail hükümetini eleştirmek başka şey, Yahudi aleyhtarı olmaksa bambaşka şeydir. Bir hükümeti, hatta bir devlet yapısını kıyasıya eleştirebiliriz. Ama bir halkı, bir dini, bir toplumu, bir kültürü ötelemek, Öteki’leştirmek büyük bir hata olur. İsrail hükümeti ile İsrail halkı aynı şey değil. Unutmayalım ki I·srail halkından kendi hükümetinin politikalarını eleştiren nice sesler çıkmaktadır; Ortadoğu’nun en renkli, en dinamik sivil toplumlarından birine sahiptir I·srail.
Bugün Ortadoğu’da Osmanlı etkisinin yeniden dirilmesini isteyen bir söylem filizlenmekte Türkiye’de. Ama bunun yurtdışında karşılığı yok. Keza Ortadoğu’da da yok. Eğer Türkiye hakikaten bir rol modeli olacaksa demokrasisini ilerleterek, insan hakları, uzlaşma kültürü, ifade ve basın özgürlüğüne sahip çıkarak, sivil toplumunu ve yaşam standartlarını pekiştirerek bunu yapabilir. Yani kendi içimizde ne kadar demokratik, barışçıl ve huzurlu olursak, olabilirsek, bölgedeki ve keza dünyadaki varlığımız da o derece önem kazanır. Bu yüzyılın kazananı demokrasi olacak. Eğer bu beklenti doğru çıkmazsa, tüm insanlık beraber kaybedecek zaten.
Elif Şafak
http://www.haberturk.com/yazarlar/elif-safak/669670-arap-baharinin-dort-mevsimi
TÜRKİYE İLE İSRAİL ARASINDAKİ YAKIN İLİŞKİNİN DERİNDEN YARA ALMIŞ OLMASI BANA DAYANILMAZ GELİYOR
Türkiye ile İsrail arasındaki yakın ilişkinin derinden yara almış olması bana dayanılmaz geliyor. Stratejik olarak Türkiye veya İsrail için manası yok. Kültürel olarak da manası yok. Bu ülkelerin hayal ettiklerinden çok daha fazla ortak yönleri vardır. Her ikisi de yeni ulus devletlerdir –hatırlayın, Türkiye Cumhuriyeti de neredeyse İsrail kadar genç bir devlettir, her ikisi de 20. yüzyılın ilk yarısının ayaklanmalarının meyvesidir ve bu nedenle dünya sahnesinde güvenli bir yerde değillerdir. Her ikisi de değişik etnik kökenli demokrasilerdir. Birinin Müslüman bir azınlığı vardır; diğerinin ise Musevi bir azınlığı; toleransın pek görülmediği bir bölgede her ikisi de oldukça hoşgörülüdür; her ikisi de laik devletlerdir; tehlikeli bir bölgede her ikisi de benzer güvenlik sorunları yaşamaktadır. Her ikisi de laiklik kavramını vatandaşlarının dini duygularıyla nasıl bağdaştıracakları konusunda sorunlar yaşamaktadır; her iki ülkenin genç ve dinamik nüfusları vardır. Her iki ülkede de mecburi hizmet anlayışı vardır ve her iki ülkede de herhangi bir anne oğlunu ordudan alınca mutlu olmaz. Bunu ben hissi olduğum için söylemiyorum: bu bir gerçek.
Videolarda görmüş olduğunuz cihat için şehit olmak isteyen Türkler? Onlar çoğunluk değil, bana güvenin. Ülke 70 milyon kişilik; bu kadar kalabalık olan her ülkenin çılgınları olacaktır. Bu çılgınların müthiş bir medya stratejileri var, bu nedenle Türkiye’nin gerçek yüzü gibi görünmektedirler. Değiller. Ortalama Türklerin medya stratejileri yok. Onların bakmakla yükümlü oldukları aileleri ve çoğu zaman zor olan işleri var.
Her iki ülkenin de bir susma düğmesine ihtiyacı olduğunu eklemeliyim. Dün gece uçakta çıldıracaktım: uzun bir haftadan sonra tüm istediğim bir parça sükûnetti ve arkamdaki yolcular susmak bilmediler. Onların Türk veya İsrailli olmaları gürültü yapmaya geldiği zaman önemli değil, yer değiştirebilirler. Söylemek istedikleri şeyleri sakin sakin kimseleri rahatsız etmeden söyleyebilirlerdi, fakat bu anlayış maalesef ne Türkiye’de ne de İsrail’de mevcut değil. İsrail ile Türkiye arasındaki kültürel benzerlikler birçok yönden farklılıklardan çok fazladır.
Claire Berlinski
Çeviri: Avram Cerasi
http://www.hasturktv.com/dunyada_bugun/2816.htm
TÜRK VATANDAŞLARI HER TÜRLÜ İNANÇ SAHİBİ OLMAKTA VE DÜŞÜNDÜKLERİNİ SÖYLEMEKTE ÖZGÜR MÜ? HALA ÇOK FAZLA DEĞİL...
Ama büyük resmi anlamak bu kadar kolayken, Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkan “ben laik bir devleti yönetiyorum” sözünü anlamak o kadar kolay gelmiyor bana...
Çünkü bizim devlet sistemi içinde çalışmak için bile sadece Türk olman gerekmez bir de Müslüman olman gerekmektedir ya...
Mesela cesur, mert, kahraman, yurtsever bir Türk vatandaşı eğer Katolik dinini kendine din olarak seçerse...
Bu Katolik Türk vatandaşı, Türk ordusunda subay olabilir mi?
Ya da bir Ermeni Türk vatandaşı vali tayin edilebilir mi?
Bir Alevi Türk vatandaşı Diyanet İşleri’nde çalışabilir mi?
Hepimiz biliyoruz ki, bunların cevapları hayır...
Peki, hani Türkiye laikti?
Laiklik tartışması yapılan sohbetlerde çok sık rastladığım bir konudur başbakanın dediği, “bireyler laik olmaz, devlet laik olur.”
Eğer bir grup Türk vatandaşı “Türkiye laik olmasın burada şeriat kuralım” derse bu, Türk devletinin laikliğini bozmaz.
Ama Türk devleti fiilen dine müdahale ederse devletin ‘laikliği’ bozulur.
Ama Tayyip Erdoğan gerçekten laik bir devlet mi yönetiyor bilmiyorum doğrusu.
Türk vatandaşları her türlü inanç sahibi olmakta ve düşündüklerini söylemekte özgür mü?
Hala çok fazla değil...
Dini ne olursa olsun istediği yerde çalışabilir mi?
Devlet laikse Diyanet İşleri Başkanlığı neden hala var?
Belli değil...
Yani Tayyip Erdoğan’ın Arap Baharı ülkelerinde yaptığı laiklik konuşması dünyanın yeni şekli için çok “doğru” bir cümleyken, birbirimizi uzun zamandır tanıyan bizler için kendi ülkemizde kocaman bir yalana dönüşüyor...
Sanem Altan
http://haber.gazetevatan.com/Haber/400363/1/Gundem
'BİR İZZ-RAİLLL SU GEMİSİ ANNEMİN İÇİNDE YAŞADIĞI SULARA DOĞRU HAREKET EDİYORZDU...
GİTMEK İSTERZ MİYDİM ORAYA ŞİMDİ?
AYIR...AYIRRR...ZEVGİLİ ANNECİĞİM BENİM...!
YABAN-ZIYIMMM SANA ÇÜNKÜ...'
Bu şiir Lale Müldür'ün...
Yakın dostu Murat Kemaloğlu rica etmiş, Psikeart dergisinde yayınlanmak üzere yazmış.
Çok etkileyici, çok da dokunaklı...
Ama arkasında yatan gerçek hikâye insanı sarsacak kadar hüzünlü...
Murat'ın cümlesinden öğrenelim Lale Müldür'ün neler yaşadığını:
'Okuyanda yabancılaşma duygusu yaratan bu dizeler, Lale'nin annesinin kendisinden Yahudi olduğunu bütün bir ömür boyu gizlediğini fark ettiğinde yaşadığı yabancılaşmayı anlatmaktadır.'
Okuduğunuza inanamamış olmalısınız...
Evet, ilk başta ben de 'yok canım' demiştim. Hemen telefona sarıldım, Murat'a sordum, doğruymuş. Annesi, ünlü şair Lale Müldür'e Yahudi olduğunu koca bir yaşam boyunca söylememiş.
En küçük bir empati duygusu bile Lale Müldür'ün neler hissettiğini bütün dehşetiyle gösteriyor.
İsmail Küçükkaya
http://www.aksam.com.tr/insan-annesine-yabancilasir-mi-3824y.html
ÖNCELİKLE TEVRAT'TAN BİR ALINTI YAPALIM: "EĞER KARDEŞİN FAKİR DÜŞERSE ONA YARDIM EDECEKSİN. SENİN YANINDA MİSAFİR GİBİ YAŞAYACAK. ONDAN FAİZ VE KÂR ALMA." AMA BAKTIĞIMIZDA ŞUNU GÖRÜYORUZ: İSRAİL TEVRAT'TA KENDİSİNE EMREDİLENİN TAM TERSİNİ YAPIYOR
Geçen hafta bir günde, 450 bine yakın kişi yürüdü İsrail'de. Yaklaşık 7 milyon nüfusu olan bir ülke için bu gerçekten çok büyük bir rakam.
Peki, yıllarca İsrail'de refahın Avrupa ve Amerika düzeyinde olduğunu okumadık mı?
Şimdi neler oluyor?
Öncelikle Tevrat'tan bir alıntı yapalım: "Eğer kardeşin fakir düşerse ona yardım edeceksin.
Senin yanında misafir gibi yaşayacak. Ondan faiz ve kâr alma." Ama baktığımızda şunu görüyoruz: İsrail Tevrat'ta kendisine emredilenin tam tersini yapıyor.
Çünkü bugünkü ekonomik model dayanışmayı değil, birkaç büyük şirketin cebini doldurmasını teşvik ediyor.
Nasıl mı?
Bir süre için yeni evli olduğunuzu ve İsrail'de yeni yapılan sitelerden birine yerleştiğinizi düşünün. Bütün inşaatta aynı marka çimentonun kullanılmış olduğunu görüyorsunuz.
Evinizi, ailenizi sigorta ettiriyorsunuz, bilgisayarınız için internet bağlantısı satın alıyorsunuz. Yakınınızdaki süper marketten alışverişe başladınız. Onun yanında giyecek, ayakkabı satan büyük mağazaya da girip bir şeyler alıyorsunuz. Sabah posta kutunuza gazete bırakılıyor. Bankacınız size harcamalarınız ve birikimleriniz konusunda danışmanlık yapıyor. Ülkenin en büyük kimya şirketinde çalışıyorsunuz. Yaz için kendinize tatil programı yapmak istiyorsunuz, bir acentadan uçak için rezervasyon yaptırdınız...
Ve sıkı durun: Bütün bu ürünleri ve hizmetleri aynı holdingin çatısı altında alıyorsunuz. Adı IDB Group. Sahibi Nochi Dankner.
Aydın Demirer
http://www.isteinsan.com.tr/yazarlar/75810.html
“İSRAİL’İN SON DÖNEMDE AMERİKA’NİN İÇ POLİTİKA DENGELERİ AÇISINDAN GİDEREK KARMAŞIK BİR SORUN HALİNE GELDİĞİNİ GÖRÜYORUZ. BUNDA ÖZELLİKLE GENÇ AMERİKALI LİBERAL YAHUDİLER’İN BU DEVLETİN SORUNLARI ELE ALIŞ VE ÇÖZÜMLEME METOTLARINA KARŞI ARTAN TEPKİLERİ ROL OYNAMAKTADIR.”
CSIS, bu hafta yeni bir rapor yayınladı. Crossroads: The Future of US-Israeli Strategic Partnership (Dönüm Noktası: ABD-İsrail Stratejik İşbirliğinin Geleceği) Yazarı, CSIS Ortadoğu Programı Başkan Yardımıcısı Haim Malka. Yahudi asıllı Amerikalı araştırmacının raporu, ABD-İsrail stratejik ittifakının her iki ülkedeki birbirine ters gelişmeler nedeniyle tehlikede olduğunu ortaya koydu.
Haim Malka, altı yıl Kudüs’te TV yapımcılığı yapacak ölçüde İsrail ile içli-dışlı bir araştırmacı ama belli ki, konu, Amerikan ulusal çıkarlarına gelip dayandığında tipik bir Amerikalı olarak davranıyor. Raporunda, özellikle, İsrail’de yaşanılan son gelişmeler sonrasında Amerikalıların bu ülkeyle “ortak idealler ve ortak demokratik değerler” paylaşımı konusunda ciddi endişeler taşıdığını vurgulaması çok önemli.
Malka, raporunda şöyle diyor: “İsrail’in son dönemde Amerika’nin iç politika dengeleri açısından giderek karmaşık bir sorun haline geldiğini görüyoruz. Bunda özellikle genç Amerikalı liberal Yahudiler’in bu devletin sorunları ele alış ve çözümleme metotlarına karşı artan tepkileri rol oynamaktadır.” Malka, Amerikalı liberal Yahudiler’in, özellikle İsrailli Araplar’ın “ötekileştirilme” siyasetine ve her türlü ayrımcılığa karşı duydukları tepkinin altını çiziyor...
Malka’ya göre Amerikan-İsrail ilişkisinin yeniden tarif edilmesi gerekiyor ve bu tarifin esas olarak iki ana zemini olması gerekiyor: 1- Amerika artık İsrail’e, nereye kadar onunla birlikte olduğunu net olarak anlatmalı, yani 1948’ten bu yana süren her koşulda yanındayız politikası bir kenara bırakılmalı, 2- İsrail, yeniden yapılandırılacak askeri yardım programı ile daha az Amerika bağımlısı, daha çok kendi kendine yeter bir ülke haline getirilmeli. Malka raporunda, “ Değişen stratejik ortam çerçevesinde artık Amerika’nın İsrail’e sağladığı güvenlik garantileri konusunda sert sorgulamaların yapılması zamanı gelmiştir.”diyor.
Ardan Zentürk
http://www.stargazete.com/yazar/ardan-zenturk/amerika-israil-ile-ayrilik-zamani-haber-383029.htm
İSLAMİ KESİMİMİZİN BÜYÜK SEMPATİSİNE SAHİP OLAN HAMAS DA TÜRKİYE’NİN BU KONUDAKİ DİPLOMATİK GİRİŞİMLERİNDEN ÇOK MEMNUN DEĞİL
Aslında kamuoyumuz pek farkında değil, ancak İslami kesimimizin büyük sempatisine sahip olan Hamas da Türkiye’nin bu konudaki diplomatik girişimlerinden çok memnun değil. Sorun ise bağımsızlık için BM’ye başvuracak olan Filistin yönetimi başkanı ve FKÖ lideri Mahmud Abbas’ın, koşulların oluşması şartıyla, İsrail ile müzakerelere hazır olmasından kaynaklanıyor.
Hamas ile kavgalı olan Abbas’ın bu müzakereleri kabul etmesi, İsrail’in varlığının kabul edilmesi anlamına da geliyor ki, buna ne İran, ne de Hamas razılar. Abbas’ın cuma günü yaptığı ve BM’ye bağımsız devlet statüsü için başvuracağını duyurduğu konuşmasından sonra Hamas tarafından yapılan açıklamada da bu konuda duyulan hoşnutsuzluğu görmek mümkündü.
Açıklamasında Hamas, bağımsız Filistin devleti için BM’ye yapılacak başvurunun “ulusal bağımsızlık mücadelesine ters düştüğünü” bildirdi ve “işgalden kurtulmanın ve Filistinlilerin gasp edilmiş haklarının geri alınmasının tek yolunun aktif direniş olduğunu” vurguladı. İsrail’e karşı şiddet içeren radikal yaklaşımları benimsediği için Hamas’a arka çıkıp güçlü destek veren İran’ın da bu düşüncede olduğu aşikâr.
Ancak, Suriye konusunda yalnız kalan İran, Mahmud Abbas’ı destekleyen bölgedeki güçlü Arap ülkeleri nezdinde bu konuda da kontrpiyede kalmaktan çekiniyor. Bu nedenle meseleyi farklı - ancak asıl konumunu yine de belli eden - bir çerçeveye oturtuyor.
Semih İdiz
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÜYESİ 126 ÜLKENİN TANIDIĞI FİLİSTİN DEVLETİNİN BM'DE AMERİKAN VETOSU İLE YOK SAYILMASI, IRAK VE SUUDİ ARABİSTAN'DA BİLE WASHİNGTON'U HANGİ KONUMA DÜŞÜRECEKTİR?
"Stratejik İttifak"a bir diğer örneği ABD-İsrail birlikteliğinden verenler de vardır.
Ancak çok farklı ve tek yönlü bir ilişkidir ABD-İsrail Stratejik İttifakı...
Gerçekten de İsrail'in kurulduğu günden bu yana ABD hep bu ülkenin yanında olmuştur.
Ama aynı durum İsrail için söz konusu değildir.
İsrail ABD'yi Ortadoğulu müttefiklerinden kopartacak her adımı çekinmeden atmış ve her seferinde de Washington'un kayıtsız şartsız desteğini istemiştir.
Bu konuda da ABD siyasetindeki, ekonomisindeki ve medyasındaki "Yahudi lobisi"ne güvenmiştir İsrail. Şimdi yine aynı durum sergilenmekte.
İsrail'in "Filistin Devleti"ne karşı tutumu ve "Gazze Faciası"nı sürdürmesi, bu hafta Birleşmiş Milletler'de yeniden tartışılacak. İsrail bu konuda yine Güvenlik Konseyi'ndeki "ABD vetosu"na güveniyor. Ancak bu kez ABD'de eskisinden farklı eğilimlerin de oluşmaya başladığı görülüyor. Mesela ABD'nin de araya girmesine ve ısrarına rağmen İsrail Hükümeti'nin Mavi Marmara için Türkiye'den özür dilemesinin ve sonunda Türkiye ile İsrail ilişkilerinin kopma noktasına gelmesinin yükünü yine Amerika mı üstlenecektir?
Ya da Arap Baharı'nın Mısır-İsrail diplomatik krizine dayanmasının sorumlusu da ABD mi olacaktır? Birleşmiş Milletler üyesi 126 ülkenin tanıdığı Filistin devletinin BM'de Amerikan vetosu ile yok sayılması, Irak ve Suudi Arabistan'da bile Washington'u hangi konuma düşürecektir?
Mehmet Barlas
http://sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2011/09/19/allah-kimseye-boyle-stratejik-ortak-vermesin
Netten okuyun
İRAN YAHUDİLERİ...
İran, Müslüman bir ülke olarak İsrail'den sonra Ortadoğu'da en çok Yahudi nüfusa ev sahipliği yapan ülkeler arasındadır. İran’daki mevcut Yahudi nüfusu hakkındaki tahminler farklı olsa da birçok kaynak tarafından 25 bin kadar olduğunu tahmin edilmektedir.
http://www.timeturk.com/tr/2011/09/12/iran-yahudileri.html
http://timeturk.com/tr/2011/09/12/iran-yahudileri-2.html
http://timeturk.com/tr/2011/09/12/iran-yahudileri-3.html
http://timeturk.com/tr/2011/09/12/iran-yahudileri-4.html
KRİSTAL GECENİN CAM KESİKLERİ... AYHAN KARAHAN
Kaderin bir cilvesinden kaynaklı olsa gerek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal de Kristal gecenin sabahında yaşama veda etti. Gözlerini son kez kapatırken, Anadolu topraklarında bir “Kristal Gece” tekrarı yaşanacağından habersizdi. 1955’in 6-7 Eylül’ü takvim yapraklarına ve Anadolu topraklarının batı tarafına kan ve leke olarak düşmüştü. “Atatürk’ün evi bombalandı” haberi Demokrat Parti'nin sesi olan radyo kanallarında kulak tırmalıyordu. MİT’çi Nihat Perin’in çıkardığı İstanbul Ekspres isimli DP eğilimli gazete kışkırtıcı, ırkçı manşeti ile ertesi gün Kıbrıs Türktür Derneği (KTD) adlı faşist örgüt tarafından yaygın bir şekilde dağıtıldı. 6 Eylül gecesinden 7 Eylül sabahına dek Rumların merkezinde olduğu akıl dışı saldırı “kalimera komşu”yu dipsiz kuyulara taş niyetine gönderiyordu. Onlarca azınlık katledilmiş, binlerce işyeri ev tahrip edilmiş, yüzlerce azınlık kadını tecavüze uğramış, ibadethaneler ve azınlık okulları yakılmıştı. İdam cezasına karşı olmanın erdemli bir tutum oluşu ile Menderes’in sütten çıkmış ak kaşık olup olmama halleri burada sorgulanmalıdır. 6-7 Eylül faşist saldırısında esas olan cana değil mala zarar vermekti. Tıpkı Hitler’in 1938 “Kristal Gecesi'nde” olduğu gibi… Mal zarar görünce kapitalistleri çok evham alır. Buna uygun senaryo gereği 6-7 Eylül komünistlere ihale edilmeye çalışıldı.
http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/kristal-gecenin-cam-kesikleri-ayhan-karahan-haberi-46292
ÖZGÜVEN İLE HUBRİS ARASINDA – SOLİ ÖZEL
http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/670062-ozguven-ile-hubris-arasinda
İSRAİL'LE DOST OLMANIN GÜÇLÜĞÜ – CEVDET AKÇALI
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=18.09.2011&y=CevdetAkcali
SEVGİLİ ARAP KARDEŞLERİM: EVET, BİZİM BAŞBAKANIMIZI ÖDÜNÇ ALABİLİRSİNİZ! – BURAK BEKDİL
http://www.hasturktv.com/turkiyede_bugun/2817.htm
PRİMOS DE ESTANBOL – ROZ KOHEN
Akeyos tyempos de vedra ke en Bostanci aviya bostanes. La golor de los pipinos freskos dainda me akodro. Tambien me akodro las emosyones de diyas ke pasavamos enjuntos kon primikos i membros de famiya, kuando el fotografchi era syempre mi padre. Los tratamyentos siguro era Shurup de vishnia kon biskotchos de susam i frutas freskas de enverano.
SUBAY OLMAK HİÇBİR GAYRİMÜSLİMİN AKLINA GELMEZ – RIFAT BALİ
Çelebon Yaeş: 1934’te Askeri Mızıka Okulu seçmelerine gittiklerinde “Yahudilikle, Ermenilikle alakaları olmayacak” öğrencileri seçmeleri için talimatları olduklarını, binbaşı iken de kendisi için “Herkes Yahudileri öldürüyor, bizde ise subay yapıyorlar” dendiğini duyduğunu aktaracaktı.
Yosi Kastoryano: Muhtelif görevler için yapılacak seçmelerde yaklaşık 500-800 kişi içinde “Aranızda cahiller, sabıkalılar ve gayrimüslimler kenara ayrılsın” dediklerinde o anda düşündüğüm ilk şey, “Ben niye sabıkalı ve cahillerle aynı kefeye kondum” idi.
İSRAİL'İN KALKANLARI – FİKRET ERTAN
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1181247&title=israilin-kalkanlari
EDİRNE’DE YAHUDİ BASIMEVLERİ
http://www.edirnetarihi.com/edirnede-yahudi-basimevleri.html
Netten izleyin
Bİ SORMAK LAZIM - 14/09/2011 / RIFAT N. BALİ
http://www.ahaber.com.tr/webtv/videoizle/bi-sormak-lazim--14092011
İSRAİL ORDUSU, ASKERİ SANAYİİ, KADIN ASKERLER – TUNCER BAHÇİVAN
http://gazeteci.tv/player.php?video_id=36
JEWİSH LİFE İN İSTANBUL - 1984 TO 89 - PHOTOGRAPHS BY LAURENCE SALZMANN