Le Monde, yaz aylarında yayınladığı makalesinde, Küba Yahudileri’nin hem geçmişini hem de bugünü aydınlatıyor
Bir cuma öğleden sonra, Havana’nın El Vedado bölgesinin 1. ve 13. sokağı kesişiminde bulunan büyük Beth Şalom Sinagogu, renkli bir topluluk tarafından dolmaya başlıyor. Ortodoks Ortodoks sinagoglarının geleneksel uygulamasının tersine, burada kadınlar ve erkekler karışık duruyorlar. Kaç kişiler? 300 ya da 400 kişi kadar... Gençlerin sayısı bir hayli yüksek; aralarından bir tanesi üzerinde Che Guevara’nın gözüktüğü bir t-shirt giyiyor fakat burada bunun kimseyi şaşırttığı söylenemez. Tören yetkilileri, Amerikalı ziyaretçilerinin anlamaları için hem İspanyolca hem İngilizce sesleniyorlar. Sefarad olan sinagogunun kütüphane görevlisi Daniel, cemaatin başkan yardımcısının Yahudiliğe geçen eşi Marlen Prinstein ile gelenleri yönlendiriyor. Babası komünist, kendisi de eski bir asker olan David Prinstein, “Burada bulunmanız bize şeref verdi” diyerek her gelen ziyaretçiyi selamlıyor. Tören sade geçiyor fakat ortada duygu yüklü bir atmosfer var; özellikle de yakın zamanda ölen cemaat üyelerini anmak için Kadiş söylendiği zaman... ABD Michigan Üniversitesi’nde antropolog olan Ruth Behar, aslında sinagogun herhangi bir ziyaretçisi sayılmaz. Kendisi de Havana doğumlu olan Behar’ın babası Polonya göçmeni, annesinin ise Türk kökenleri var; her ikisi de Havana’da doğmuşlar. “Sinagoga yaklaşık 100 metre uzakta oturuyorduk” diyor Ruth Behar ve devam ediyor: “1991 yılında Beth Şalom Sinagogu tamamen çökmüş durumdaydı; güvercinler binanın içinde yuvalarını yapıyorlardı. İkinci kattaki küçük odada gerçekleşen dini törenlere de sadece çok az sayıda yaşlı katılıyordu. Bugün gerçek bir yeniden doğuşa şahit oluyoruz. Geçmişimizin tanıklığının yeni nesle geçmesi artık garanti sayılır.”
SİNAGOGUN YENİDEN DOĞUŞU
Havana cemaatindeki bu canlanma, American Jewish Joint Distribution Committee (JDC) desteği sayesinde, 1992 yılından itibaren kademeli bir şekilde gerçekleşti. JDC ve Miami’nin varlıklı Yahudileri sinagogun tekrardan inşa edilmesini sağladı. Eskiden kadınlara ayrılan kat, bundan böyle bir bilgisayar odası, bir dispanser ve pedagojik faaliyetlerin gerçekleşeceği bir odayı bulunduruyor. Duvarları yenilemek işin sadece çıkış noktası sayılır; asıl önemli olan buradaki cemaati canlandırmak ve gençleri buraya çekmek oldu. JDC, ortak dilleri olan İspanyolcadan dolayı genç Arjantinli çiftleri iki ya da üç seneliğine İbranice ve Yahudi geleneklerini öğretmeleri için Havana’ya gönderiyor. Şu anda bu görevi 32 yaşındaki Ariel Benclowicz ve 31 yaşındaki eşi Joana, adeta bir yaz kampı animatörleriymiş gibi yürütüyorlar. Şili’de bir haham olan Samuel Szteinhendler, düğün, din değiştirme, bar-mitzva ve bat-mitzva törenlerini gerçekleştirmek için 2-3 ayda bir Havana’ya geliyor. Cuma akşamları Şabat yemekleri sade geçiyor, dini törenin ardından ise ortam bir festival havasına bürünüyor; herkes sohbet edip selamlaşıyor. Her hafta olduğu gibi Cemaat Başkanı Adela Dworing ise Amerikalı ziyaretçileriyle ilgileniyor.
Beth Şalom, 1956 yılında Aşkenazlar tarafından kuruldu. E ve 17 sokaklarının köşesindeki Sefarad sinagogu, doğu ve Kuzey Afrika kökenli Yahudiler tarafından kullanılıyor. Bu Yahudilerin çok geleneksel olduğu bilinmesine rağmen, 1960 yılında kurulan Sefarad merkezinde kadınlar ve erkekler yan yana oturuyorlar. “Gelenekleri tam tamına uygulamamız pek mümkün değil” diye belirtiyor Beth Şalom’un pedagojik faaliyetlerinden sorumlu olan Hella Eskenazi Flores ve ekliyor: “Havana gibi geniş bir alana yayılmış bir şehirde Şabat günü araba kullanmamak mümkün mü? Neredeyse kaybolmaya yüz tutmuş bir cemaatte karışık evliliklere karşı olmak mümkün mü?” 1959’da Fidel Castro başa geçmeden evvel Yahudi cemaati yaklaşık 15.000 kişiydi (6 milyonluk toplam nüfus içinde). Dini uygulamalardan uzaklaşan ya da Yahudi olmayanlarla evlenenler cemaat tarafından kayda alınmıyordu. ‘Ev Dediğim Ada: Yahudi Küba’ya Geri Dönmek’ kitabının da yazarı olan Ruth Behar ailesinin evliliği hakkında şunu belirtiyor: “O zamanlarda Sefaradlar ve Aşkenazlar çok ayrı görüldükleri için, benim ailemin evliliği bile karışık evlilik sayılmıştı.”
YAHUDİ MEZARLIĞINDAKİ DEVRİMCİLER
Geçmişi anımsamak için, Havana koyunun öbür tarafında bulunan Guanabacoa mahallesindeki, Aşkenaz Yahudilerinin 20. yüzyılın başından kalma mezarlığına gitmek yeterli olabilir. Mezarlık bekçisi Malengue artık senede bir ya da iki cenazenin olduğunu söylüyor. Kendini belli eden bazı mozoleler Steiner, Gurwitz, Hirsch, Bigelman, Barker ve Berezdivin gibi ailelerin zenginliklerini yansıtıyor. Saul Yelin’in mezarı ise mütevazı olmakla beraber, Küba Sanat ve Sinematografik Endüstri Enstitüsü başkanı olduğunu belirten yazıyı gururla taşıyor. Küba sinemasının uluslararası ünü ve 1960’larda kazanılan ödül sayısının çokluğu, sadece Santiago Alvarez, Tomas Gutiérrez Alea ve Humberto Solas gibi yetenekli yönetmenlere atfedilemez; Yelin gibi çok birçok farklı dil bilgisine sahip, yetenekli ve işini bilen sanatçının bunda etkisi büyüktür. Guanabacoa’daki Yahudi mezarlığına gömülen tek devrimci Saul Yelin değil; oradaki bir anıt 1925-1933 yılları arasında diktatör olan General Machado tarafından katledilen beş Küba Komünist Partisi üyesinin anısını temsil ediyor. Eski Komünist Partisi kurucularından biri olan Fabio Grobart, 40 yıl sonra, kendisini “Polaquito” (küçük Polonyalı) diye çağıran Fidel Castro tarafından kurulan partinin duayeni olarak görülmeye başlandı. Kübalılar için, “Turcos” diye adlandırılan Sefaradların sayısı Aşkenazlardan fazla da olsa, genel olarak Yahudiler hep “Polacos” olarak tanımlandılar.
Sefarad mezarlığı, bir demiryolu ile düzlük arasında, teneke mahallesinin kenarında biraz daha izole bir alanda yer alıyor. İbrani Birliği Chevat Ahim 1942 yılında kendi şehir mezarlığını inşa etti. Behar, Mitrani ve diğer önemli Sefarad ailelerinin mezarlarının yanında, Rusya kökenli isimlerin de bulunması savaş sonrasında Aşkenazlarla olan sıkı ilişkileri kanıtlıyor. Bugün ise Aşkenazlar ve Sefaradlar, Yahudi cemaatinin manevi, sosyal ve kültürel yeniden doğuşuna beraberce katkıda bulunuyorlar. Her pazar sabahı, iki otobüs ve bir taksi 160 katılımcıyı Beth Şalom’daki pedagojik eğitim faaliyetine götürüyor. Ulaşım giderleri JDC tarafından karşılanıyor. Okulun yetkilisi Hella Eskenazi Flores, yaş seviyelerine göre birçok grupları olduğunu söylüyor; “Eğitimcilerin dördü, 4 ila 17 yaş aralığındaki çocukları ve gençleri kendi aralarında toplayarak önce İbrani alfabesini öğretmekle işe başlıyorlar. Genç bir grup özellikle tiyatroya ve dansa odaklanıyor. Yahudi geleneklerini öğrenmek isteyen üç yetişkin grup da, Beth Şalom’daki beraberce yedikleri yemeklerinin ardından Sefarad merkezinde bir araya gelip sorularını soruyorlar.” Ülkedeki tüm okullar gibi öğrenciler önce Küba milli marşını, ardından İsrail milli marşını söylüyorlar. 1973 Kipur Savaşı’ndan beri diplomatik ilişkisi olmayan iki ülke için bu detay biraz şaşırtıcı sayılabilir. Ruth Behar’ın dediğine göre Kübalılar, Küba ve İsrail’i, “cenneti yeryüzüne getirme hedeflerini sürekli sabote eden düşmanlarla çevrili, boyutları küçük fakat hırsları ve amaçları büyük iki ülke” olarak tanımlıyor.
BİLİMSEL ATEİZM TARAFINDAN YASAKLANAN DİN
Küba’nın Yahudi Cemaati Başkanı Adela Dworin, gururla Küba Yahudilerinin tarihini anlatıyor: “1959’da, her ne kadar 26 Temmuz’daki Fidel Castro hareketine değilse de, devrime sıcak baktık. Birçoğumuz fakir göçmen ailelerden geldiğimiz için, aramızda ilk eğitim alan ve diplomalı olanlar kendi dindaşları tarafından çok farklı bir konumda görüldü. 1960 yılında yürürlüğe giren Şehir Reformu kiracıların haklarını mal sahiplerine karşı öne çıkardı, ama ardından gelen şirketlerin millileştirilmesi politikası birçok Yahudi’yi olumsuz etkiledi. Bununla birlikte de özel okulların devletleştirilmesi 1961 yılında cemaatin yüzde 90’ının göç etmesine sebep oldu”. Adela Dworin Küba’dan ayrılmaya karşıydı; “O dönem hukuk okuyordum. Ailemin en genci ve en isyankârıydım. Ülkemi terk etmek istemedim, ailem de bensiz gitmek istemedi. Babam Rusça biliyordu, çevirmen ve yorumcu olarak çalışabildi.” Ardından gelen 30 sene süresince din, ‘bilimsel ateizm’ adına yasaklandı ve inançlı kişilere karşı iş hayatında, okulda ve üniversite girişlerinde negatif ayrımcılık yapıldı. Dworin’in belirttiğine göre bu dönemde “hahamlar ülkeyi terk etti fakat Amerika kökenli Yahudilerin kurduğu sinagog haricinde hiçbir sinagog kapanmadı. Fakat bununla birlikte dininin gerekliliklerini yerine getiren insan da kalmamıştı.” Asimilasyon ve karışık evlilikler Yahudi cemaatini bir hayli azalttı, sinagoglara sadece 60 yaş üstü birkaç sadık dindaş gitti. Fakat Berlin Duvarı’nın yıkılması rüzgârın yönünü değiştirdi. 1992 yılında Küba Anayasası değiştirildi ve laik devlet konsepti ateizm öğretisinin yerini aldı. 1998 yılında, Fidel Castro ile farklı din mensubu yöneticilerinin görüşmesi diyalogu arttırdı. Bu canlanmanın ve ardından süregelen değişimlerin en büyük mimarı, 1979 yılından 2006 yılındaki ölümüne kadar Aşkenaz cemaatinin başkanlığını yapan ve geçmişte askeriyede çalışmış operatör diş doktoru Jose Miller’di.
Küba’ya 20’li ve 30’lu yıllarda gelenler Havana’yı ABD’ye gitmek için bir basamak olarak görüyorlardı; öyle ki ona Yidişçe ‘Akhsanie Küba’ (Otel Küba) adını vermişlerdi. “Tropikal Diaspora: Küba’ya Yahudi Olmak” (Tropical Diaspora: The Jewish Experience in Cuba) adlı kitabın yazarı Amerikalı tarihçi Robert M. Levine’e göre, Nazi soykırımı döneminde Küba, diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğundan çok daha fazla Yahudi göçmen kabul etti. Bununla birlikte yine de 1939 yılında St. Louis adlı yolcu gemisi, 907 yolcusunu izinleri olmadığından dolayı Havana’ya (ve ABD’ye) indirememiş ve Avrupa’ya geri dönmek zorunda kalmıştı: yolcuların İngiltere’ye kabul edilen 287 tanesi dışında hepsi Holokost’ta öldü. Bu trajedi, Lanetlilerin Yolculuğu (1976) adlı bir İngiliz filmine de konu oldu. 2. Dünya Savaşı’nın ardından, Havana Yahudi Cemaati belli bir hayat çizgisine girdi ve geniş Küba toplumuna entegre oldu. O dönemde, Moishe Pipik’in restoranı (Moiz’in Göbeği) kaşerdi, Lily ve Boris’in cafe’si Mitteleuropa’nın pastalarını satardı. Fakat bu zenginliğin bir de karanlık yüzü vardı: Amerikalı Yahudi Gangster Meyer Lansky, “mafyanın beyni”, deniz kenarında kurduğu muhteşem Riviera gibi casino ve otellere parasını aklamaya gelirdi. Adela Dworin’in söylediğine göre, parasına rağmen buradaki Yahudi dernekleri onu içlerine kabul etmediler.
İSRAİL: ÇIKIŞ KAPISI
Şehir merkezinin restorasyonundan sorumlu tarihçi ve usta işadamı Eusebio Leal, Art Nouveau tarzında güzel bir vitrayı bulunan ve 1908 yılında kalma bir bina olan Hotel Raquel’i kendine getiriyor. Dört yıldızlı bu butik otel sanki Yahudi temalı bir parkın parçası gibi; odalara Salomon, David, Rebeka, Ester, Avram, Miryam vs. gibi isimler verilmiş ve her birinin girişinde geleneksel bir mezuza bulunuyor. İşletmenin restoranı ‘Adem’in Bahçesi’ Yahudi mutfağı sunuyor, kütüphanesi ise kutsal kitapla ilgili ilham verici eserler... Cemaatte karışık evliliklerden dolayı din değiştiren çok insan bulunuyor. Okuldaki öğrencilerden biri İsrail’e göç etme hayaliyle yaşadığını itiraf ediyor. Adela Dworin birçok gencin aliya yapmayı tercih ettiğini ama gidenlerin yerine yeni insanların da geldiğini belirtiyor. Dworin, ekonomik zorlukların gençleri İsrail’de şanslarını denemeye ittiğini ekliyor. İsrail Devleti ile diplomatik ilişkilerin yokluğuna rağmen, Havana aliya adaylarının gitmelerine izin veriyor. Ruth Behar’ın belirttiğine göre “Yahudiler, Kübalılar ile aynı sebepten dolayı Küba’dan ayrılmak istiyorlar”. Yine de İsrail’e göç sadece ekonomik sebeplerden dolayı olmuyor; göçlerin ardında güçlü bir manevi boyut da bulunuyor. 11 milyon Küba nüfusunun içinde sayıları sadece 1.500 olan Yahudi cemaati için toplum, Yahudiliği ve manevi gelişimi destekleyen altyapıyı yeteri kadar sunamıyor. Beth Şalom kütüphanesi için uzun süre hayal kuran Adela Dworin, ülkede kalanları düşünüyor: “Bize sürekli ilaç getiriyorlar, halbuki dispanserimizde ihtiyacımız olan tüm ilaçlar mevcut. Onun yerine niye kitap getirmezler? Bizim çocuklarımız da Harry Potter okumak istiyorlar, tabii ki İspanyolcasını!”
SPIELBERG’DEN BİRKAÇ SÖZ
Beth Şalom salonunda birçok fotoğraf bulunuyor. Bu fotoğrafların arasında 1998 yılında sinagogu ziyareti sırasında çekilmiş Fidel Castro’nun ve ardından onun görevini teslim alan kardeşi Raul’un Aralık 2010’da Hanuka Bayramı’nda çekilmiş fotoğrafları bulunuyor. Aralarında en dikkat çekicileri ise sinagogun restorasyon öncesi ve sonrası çekilen fotoğraflar olduğu söylenebilir. 2002’de gerçekleşen Yeni Latin Amerika Sinema Festivali için Havana’ya gelen ünlü yönetmen Steven Spielberg sinagogu da ziyaret edip şunları söylemiş: “Yapılan tüm bu kültürel restorasyon çalışmalarını görünce niye Yahudi olmaktan bu kadar gurur duyduğumu hatırladım. Teşekkür ederim.”
Çeviri. Galya KOHEN AFYA