J.C. Chandor, İlk filmi “Oyunun Sonu”nda ekonomik kriz üzerine ilginç şeyler söylüyor
Merill Lynch’te 40 yıl çalışmış olan babasının danışmanlığında yazdığı inandırıcı, sahici senaryosunda, J.C. Chandor, finans dünyasına yön veren, parayı yöneten ekonomi devlerine projektör tutuyor. 2008’de ABD’de patlayan finans krizinin, Lehman Brothers’i andıran bir yatırım bankasının nasıl etkilendiğini, 24 saatlik bir zaman diliminde izliyoruz. Nefes kesen bir polisiye film tadında, tansiyonu hiç düşmeyen, izleyiciyi perdeye bağlayan, çok iyi oynanmış bir gerilim
“Filmekimi”nin en zengin senaryolu, en zeki filmi olan “Oyunun Sonu / Margin Call” finans dünyasına yön veren, parayı yöneten dev ekonomistleri gündeme getiren filmler zincirine etkilenen sağlam bir halka.
Amerikan Bağımsız sinemasından gelen, J.C. Chandor’un senaryosunun yazıp yönettiği film, 2008’de ABD’de patlayan finans krizinin, Wall Street’te Lehmann Brothers’i andıran bir yatırını bankasını nasıl etkilediğini, 24 saatlik bir zaman diliminde anlatıyor.
Büyük yatırım kuruluşlarının birinin mutfağına girerek, Wall Street’in çirkin yüzüne projektör tutan film, krizin etkilerini hala yaşadığımız dönem üzerine ilginç şeyler söylüyor.
İlk uzun metrajlı filmini yapan J.C. Chandor’un babası, ekonomik krizde öne çıkan Merrill Lynch firmasına 40 yılını vermiş bir ekonomist.
Global ekonomik krizin etkilerini gözlere seren bu filmdeki şaşırtıcı bilgileri zengin senaryosuna taşıyan J.C. Chandor, yola çıkarken inandırıcılık ve sahicilik yönünden büyük avantaj yakalıyor.
Mali skandalların art arda patladığı, ülkelerin ekonomik yönden iflasın eşiğine geldiği günümüzde, şirket üst düzey yöneticilerinin acımasızlığını dile getiren “Oyunun Sonu” gücünü sağlam senaryosundan alıyor.
2012 Oscar adayları açıklandığında, filmin En İyi Senaryo dalında ödüle aday gösterilmemesi büyük haksızlık olur.
J.C. Chandor, ilk filmini gerçekleştiren bir yönetmenden beklenmeyen bir olgunluk ve maharetle; nefes kesen bir polisiye film tadında, tansiyonu hiç düşmeyen, izleyiciyi perdeye bağlayan bir gerilim yapmış.
Ekonomik krizin pençesinde kıvranan sayısız ülkede, insanların paralarını korumak için çaba sarf ettiği, istikbal endişesi yaşadığı bir dönemde, güncel sorunları işleyen “Oyunun Sonu” tam puan alıyor.
FİNANSAL GERİLİM FİLMİ
Hollywood sineması bu konuyu çok sevdiğini, “Satıcının Ölümü”, “Amerikalılar”, Sydney Pollack’ın “Şirket”, Coen Kardeşlerin “Bir Şirket Komedisi” ve Oliver Stone’un 23 yıl arayla yaptığı 2 “Wall Street” filmleriyle kanıtladı.
“Oyunun Sonu” şu sorulara cevap arıyor: Mali yapısında problem yaşadığını öğrenen bir yatırım şirketi, haber yayılmadan müşterilerine bilgi vermeli mi?
Yatırım bankasının üst düzey yöneticileri işten çıkarmalarla günü kurtarmaya çalışırken ahlaki çıkmazlara düşüyorlar. Filmde, durumun sarpa sarıp huzursuzluk arttıkça işin içine büyük oyuncuların katılmasını, şirketin üst kademelerinde kopan fırtınalara tanık oluyoruz.
Film, işten çıkarılan orta yaşlı ve deneyimli bir elemanın (Stanley Tucci) şirketin büyük iflasın eşiğinde olduğunu kanıtlayan araştırmalarının raporunu genç bir risk analisti olan Peter’e (Zachary Quinto) teslim etmesiyle başlıyor.
Bu geniş vizyonlu maliye dehası, yaklaşan fırtınayı sezip, şirketinin geleceğini ve Wall Street’i etkileyecek, sarsacak önemli gerçeği su yüzüne çıkarıyor.
Şirketin ekonomik danışmanların yönetim kuruluna onaylattıkları formül, ekonomik yanlışlarla doludur ve felaket kaçınılmazdır.
Şirketin sahibi (Jeremy İrons), müdür (Kevin Spacey), personel sorumlusu (Paul Bettany), danışmanı (Demi Moore) şirketi batmaktan kurtarmak, hatta yükselişe geçmesini sağlamak için çok hızlı hareket etmek zorundadır.
Bu görüldüğü kadar kolay değildir. Patron ticari dehasını konuşturacak, aldığı finansal kararlar ahlaki değerlere ne derece ters düşecektir?
Dünyayı kargaşanın içine atan, milyonlarca insanın felaketine sebep olanların, bununla nasıl yüzleştiğini gösteren film, Wall Street’e hedef tahtasına oturtuyor.
Bu iyi, sağlam, kaliteli film, müthiş oyuncu kadrosu ile öne çıkıyor. Kevin Spacey, Jeremy İrons, Stanley Tucci gibi ağır topların yanında, filmin yapımcısı olan genç aktör Zachary Quinto, acımasız, gaddar ekonomist rolünde şaşırtıcı bir kompozisyon çizen Demi Moore çok başarılılar.
PSİKİYATRİNİN ÜÇ ÖNCÜSÜ
Çizgi dışı yönetmen David Cronenberg, ünlü yazar Christopher Hampton, psikolojinin iki büyük öncüsü Sigmund Freud ve Carl Jung ile bir araya getiren “Tehlikeli İlişki / A Dangerous Method” Filmekimi’nin biletleri en erken tükenen filmiydi.
Hampton’un “The Talking Cure” adlı tiyatro oyunundan yazarı tarafından senaryolaştırılan film, 1904’te geçen konusuyla Freud ile yetenekli öğrencisi Jung’un ilişkisini ve bu iki büyük ismin aralarındaki dostluğun nasıl bozulduğunu anlatıyor.
Tıp tarihinin az bilinen ilginç bir sayfasını gözlere seren film, psikanalize ilgi duyanlara kuşkusuz cazip gelecektir.
30 yıllık parlak sinema kariyerinde “Videodrome”, “Sinek / The Fly”, “Naked Lunch” gibi aykırı filmlerle ünlenen marjinal yönetmen David Cronenberg “Tehlikeli İlişki”yi psikolojik ağırlıklı bir sinema diliyle anlatıyor. Kendisine yönlendirilecek en önemli eleştiri, filmin fazla teatral oluşu, filme alınmış tiyatro oyunu hüviyetini taşıması.
Diyaloglara ağırlık veren edebi ve tiyatrovari filmi fazla geveze bulanlara katılmamak mümkün değil. “Tehlikeli İlişki”, yeniden popüler olan Freud’ü perdeye taşımasına karşın, Cronenberg’in filmografisinde önemli bir yeri olacağını hiç düşünmüyorum.
Film bir “imkansız aşk” öyküsü anlatıyor. Akli dengesi bozuk olan Sabrina Spieldrein (Keira Knightley) adlı bir Rus kadın, tedavi olması için Carl Jung’a (Michael Fassbender) teslim edilir.
İsviçre’nin Burghözli Akıl Hastanesi’nde, hocası Sigmund Freud (Vigo Mortensen) ile birlikte çalışmakta olan Jung, bu hastasıyla yakınlaşmaya başlar.
Spielrein’in, tedavisi büyük başarıyla sonuçlanırken, Jung’un psikiyatri ile ilgili bazı teorileri ve hastasıyla yaşadığı ilişki, Freud ile arasını açıyor.
Kendisine ekonomik özgürlük sağlayan güzel karısını aldatan aslında mutsuz bir erkek olan Jung’un kimyası bozulur. Bu durum meşhur usta ile yükselmekte olan genç çırağın arasının açılmasına neden olur.
Rolü fetiş oyuncusu Vigo Mortensen’e oynatmasına rağmen, Cronenberg çağdaş psikanalizin babası Freud’ü filminde ikinci plana atıp, ileride iyileşip ünlü bir psikiyatr olacak Sabrina Spielrein ile Carl Jung karakterlerine odaklanıyor. Ancak film, I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesine denk gelen, Batı medeniyetinin tarihindeki çok kritik bir dönemi başarıyla perdeye taşıyor.
Günümüzde Freudyen terapistlerin hala gözde olmasının ipuçlarına filmde rastlamak mümkün. Tarihteki ilk kadın psikiyatristlerden Sabrina Spielrein’in delilik yıllarındaki portresini, film başarıyla çiziyor. Çocuk yaşta babasının tacizine uğramış, cinselliğe alıştırılmış, dengesi bozulmuş Sabrina rolünü canlandıran Keira Knightley’in performansının, filmi zedeleyecek kadar abartılı olduğunu söyleyenler de var, harikalar yarattığını iddia edenler de. Kendisini Oscar adayları arasında görmek olası.
Gerek özel hayatıyla, gerekse maneviyatı öne çıkaran çıkaran teorileriyle hocası Freud’ü düş kırıklığına uğratan hastası tarafından baştan çıkarılan Jung rolünde Michael Fassbender yükselişini sürdürüyor.