Gerçeğin göreceliğini hiç bir zaman kabul etmeyen matematikçi Janine, en başta kendini inandırmak istercesine “bir artı bir, iki eder” der durmaksızın. Peki ya bir artı bir iki etmezse... Ya bir artı bir bir ederse... Nasıl mı?
Oyuncu, tiyatro yazarı, yönetmen Wajdi Mouawad 1968’de Lübnan’da doğmuş. Aile iç savaştan kaçmak için 1977’de Fransa’ya, peşinden de 1983’de Kanada’ya göç etmiş.
1991’de National Theatre School of Canada’dan mezun olan Wajdi, Isabelle Leblanc ile Theatre Ô Parleur’ ü kurmuş. 1998’de, Willy Protagoras enfermé dans les toilettes (Tuvalette Kilitli Kalan Willy Protagoras) adlı oyunu Québéc Tiyatro Eleştirmenleri Birliği tarafından Montréal odaklı en iyi eser seçilmiş.
2000- 2004 yılları arasında Montréal’in önemli alternatif tiyatro topluluklarından Théâtre de Quat’ Sous’nun sanat yönetmenliğini yapmış. 2005’de Fransa’nın saygın Moliere Ödülü’nü, “Fransız tiyatro yönetmenlerinin çağcıl yazarlara ilgi göstermedikleri” gerekçesiyle reddetmiş. Aynı yıl içinde yeni metinleri sahnelemeyi amaçlayan iki tiyatro topluluğu kurmuş:Montréal’de Abé carré cé carré ve Paris’te Au Carré de l’hypoténuse.
2007’de Ottawa’daki National Arts Centre’s French Theatre (Ulusal Sanat Merkezi Fransız Tiyatrosu)’un sanat yönetmeni olmuş.
Oyunları sadece Kanada ve Fransa’da değil, dünyanın pek çok önemli tiyatrosunda da sahnelenen, sayısız ödül ve ünvan sahibi Mouawad, aslında oyuncu olmak isterken yazarlığa yöneldiğini, yazar kalmak istemesine karşın, metinlerini sahneleyebilmek için yönetmenlik yapmak zorunda olduğunu söylüyor.
Mouawad, 1997’de yazmış olduğu Littoral adlı oyunu yeniden kurgulayarak Le Sang des Promesses (Vaatlerin Kanı) adlı tétralogie/dörtlemenin başına getirmiş. Dörtlemenin final bölümü olan Ciels (Gökler)(2009), sonsuzluğun anlam arayışlarını ve belleğin önemini vurgulayan ilk üç halkası Littoral (Sahil)(1997), Incendies (Yangınlar)(2003) ve Forêts (Ormanlar)(2006) oyunlarının bir antitezi niteliğinde.
Wajdi Mouawad, tiyatro dışında sinema ile de ilgilenmiş, 2004’de Littoral oyununun film uyarlamasının hem yapımcılığını hem yönetmenliğini yüklenmiş, Denis Villeneuve’ün yönettiği, ülkemizde İçimdeki Yangın adıyla gösterime giren Kanada’nın 2011 Oscar adayı Incendies’nin senaryosunu da filmin yönetmeniyle beraber yazmış.
Le Sang des Promesses kuartetinin ikinci oyunu Incendies, İstanbul Devlet Tiyatroları’nda Yanık adıyla sahneleniyor.
Aslında birkaç hafta önce izlemek gafletinde bulunduğum ve “kendi üç saatimin mi, yoksa sahnedeki onca insanın emeğinin mi heba edilmesine yansam?” diyerek, kötüce bir oyunun (Gergedan’da İonesco benzer bir temadan ne biçim bir başyapıt çıkarmıştı!), seviyesiz bir güldürü anlayışıyla sahnelendiği At adlı oyundan at tepmiş gibi çıktıktan sonra, bir süredir gidememiş olduğum Devlet Tiyatroları’ndan bu kez daha da uzun bir süre uzak durmaya karar vermiştim. Ancak ilk kez sıfırnoktaiki’de Kâinatın en Hızlı Saati’nin Sherbet’i olarak tanıyıp çok beğendiğim Iraz Yöntem’in Yanık’da oynadığını öğrenince, biraz bu genç oyuncuyu sahnede izlemeyi özlediğimden, biraz da Kadir Has Üniversitesi’nde Oyunculuk Yüksek Lisansı yapmış olan Şahika Tekand Tiyatro Okulu kökenli Iraz’ın Devlet Tiyatroları’nda ne yaptığını merak ettiğim için oyuna gitmeye karar verdim.
İyi ki de gitmişim.
Filmi izlememiş olanların ağzının tadını kaçırmamak için, ikiz çocukları Janine ve Simon’u sevgisizce büyüten Nevval’in ölümünün ardından açılan vasiyetnamesinde, ‘ikizlerin’ yaşadığını bile bilmedikleri babalarını ve varlığından bile haberdar olmadıkları ağabeylerini bulmalarını istemesiyle başlayan Yanık’ın, bilinmeyen bir sebeple yıllar önce sessizliğe bürünen annenin sırrının peşinde onun vatanına giden çocukların, korku ve acıyla örülmüş iç savaş ortamında geçmişle hesaplaşmalarını anlattığını söylemekle yetineyim.
2003’de Wajdi Mouawad tarafından sahnelediğinde İncendies üç buçuk saat sürüyormuş. Çevirmeni ve yönetmeni Cem Emüler bu süreyi üç saate indirmiş. Aradaki yarım saatin sadece Yanık’ın izleyicinin dikkatini bir an bile dağıtmasına izin vermeyen bir tempoda oynanmasından kaynaklandığını sanmıyorum. Emüler, metinde kimi kısaltmalar yapmayı yeğlemiş olabilir. Öyle bile olsa, izlediğimiz şekliyle oyun son derece derli toplu, herhangi bir kopukluk duygusu uyandırmıyor.
İncendies filmini izlemiş olmak, seyirciyi ister istemez yorumlar arasında karşılaştırma yapmaya yöneltiyor. Bence terazi hep oyundan yana, Yanık, sahnede çok daha doğru yorumlanıyor. Filmde nedense ikinci plana itilmiş olan Simon karakteri oyunda hakkı olan yere oturtuluyor ve sahnede her an patlayacak bir bomba gibiduran Tansel Ögel, annenin önlenemez nefretinin oğulun yaşamına yansımalarını izleyiciye etkileyici bir yorumla aktarıyor. Veda Yurtsever İpek, duygularını baskı altında tutmaya çalışan, ancak inanılması zor gerçeğe her yaklaştığında zırhı biraz daha çatlayan Janine’de çok başarılı.
Oyunda sağduyunun sesini noter Lebel’de Murat Karasu başarıyla temsil ediyor.
Cem Emüler, fanatik Hıristiyan gruplarının desteklediği Falanjistlerle Filistinliler arasında 1975’de ‘otobüs katliamı’ ile başlayan kan davasının, Tel el-Zaatar, Damour, Sabra ve Şatilla katliamları ile kanlı bir iç savaşa dönüştüğü, Nevval’in (oyunda adı bir kere bile geçmese de) ‘Yanık’ ülkesi Lübnan’daki trajedinin sonsuza dek durmaksızın tekrarlanmakta olduğunu, kadın karakterlerinin üzerinden çok parlak bir şekilde aktarıyor. Nevval’in ilk gençliğini, her türlü övgüyü hakeden oyunu ile Iraz Yöntem canlandırırken, annesini oynayan Fatma Öney, 40 yaşındaki Nevval olarak, ninesini oynayan Emel Göksu Keleş ise 60 yaşındaki Nevval olarak tekrar karşımıza çıkıyorlar. Emüler, bu fasit dairenin kendi üzerine kapanmasını, Nevval’in ilk ve tek aşkı , çocuğunun babası Nihat ile oğlu Vahap’ı da aynı oyuncuya, bu iki zıt karakteri büyük bir başarıyla canlandıran, özellikle Vahap olarak kolay unutulmayacak bir kompozisyon çizen Vedi İzzi’ye oynatarak bir daha vurguluyor. Geçmişlerine yapacakları yolculukta ikizlere yol gösteren bütün karakterleri Atilla Can Çelebi ile Fatih Sarı yorumlarken, Nevval’in can yoldaşı Sevda’yı ve oyunun başlarında Nevval’in doğurduğu çocuğu (stilize doğum sahnesi müthiş güzel) alıp götüren Elham’ı canlandırmak da Gökçe Erinç’e düşüyor.
Emüler’in dört dörtlük oyuncu yönetiminde, oyuncular farklı karakterleri oynarken hem kişisel farklılıkları, hem de değişmez bir yazgının oluşturduğu benzerlikleri çok iyi çiziyorlar. Kimi zaman ayrı ayrı, kimi zaman da beraberce sahnede bulunan beş kadın (ya da tüm savaşların yükünü ve acısını taşıyan kadının beş yüzü) yalın, ve gerçekçi oyunculukları ile, bir oda müziği beşlisiymişçesine hem bireysel olarak seslerini duyuruyorlar hem de trajik bir koro oluşturuyorlar. Gökçe Erinç “solo”sunda biraz fazla ‘tirad’a kaçarak detone olsa da genelde mükemmel bir koro...
Yanık, Devlet Tiyatrosu’nun son yıllardaki en iyi prodüksyonlarından biri. Emüler’in başarılı yorumuna Ali Cem Köroğlu’nundekor, Gülhan Kırçova’nıngiysi ve Akın Yılmaz’ın ışık tasarımları ile Koray Kahraman’ın müziğinin katkısı büyük. Toprağın ve suyun kullanımı, dekorun projeksiyonla pekiştirilmesi, ve finalde yağmur sahnesi görsel olarak çok etkileyici
Şu bizim başlığa gelince... Gerçeğin göreceliğini hiç bir zaman kabul etmeyen matematikçi Janine, en başta kendini inandırmak istercesine “bir artı bir, iki eder” der durmaksızın. Peki ya bir artı bir iki etmezse... Ya bir artı bir bir ederse... Nasıl mı? Filmi izlemişseniz zaten biliyorsunuz.
İzlemediyseniz... Size iyi seyirler.