BİR HANUKA HİKAYESİ: Mumların gücü

2. Dünya Savaşı ve sonrasında geçen aşağıdaki gerçek hikâyeyi, senede bir yaktığımız bu mumların önemini bir kez daha hatırlatıyor.

Şalom
19 Aralık 2011 Pazartesi

Salı gecesi Hanuka Bayramı’nın ilk gününü kutlayacağız ve Hanukiya’nın 8 mumundan birincisini yakacağız.

Yahudi felsefesi açısından Hanuka’da yakılan mumlar sadece hatırlanan bir mucizenin sembolü değildir. Yakılan mumların onlarca manasından biri de, içimizdeki Tanrı inancını ve birbirimize olan bağlılığı tüm âleme ilan etmiş olmasıdır.

2. Dünya Savaşı ve sonrasında geçen aşağıdaki  gerçek hikâyeyi Hanuka Bayramı dolayısı ile sizinle paylaşmak istedik.

“Almanya’nın Polonya’yı işgali ve Yahudi nüfusu kamplara göndermesi 1 Eylül 1939’da başladı. Yahudi nüfus ümitsizce başkent Varşova’yı terk ederek daha rahat saklanabilecekleri kırsal bölgelere kaçıyordu. Bu ailelerden biri de iki küçük çocuğu olan David ve Sarah Abramowitzler idi.

Yahudi aile iki küçük çocuğunu alarak bir gece yarısı Varşova’yı terk etmiş saatlerce ormanlık alanda yürüdükten sonra bir çiftliğin ahırında uyuya kalmışlardı.

Sabah olduğunda son derece kaba ve emreden bir ses onları yorgun uykularından uyandırmıştı.

“Kıpırdamayın yoksa ateş ederim! Kimsiniz siz? Nasıl girdiniz buraya!”

Abramowitzler soğuk ve şoktan dona kalmışlardı…

“Hey sen Varşovalı öğretmen Abramowitz değil misin? Hatırlıyorum seni, birkaç defa derslerine katılmıştım…!Oo, şimdi anladım siz Hitler’den kaçıyorsunuz. Bakın size tavsiyem, çocuğu alın ama küçük kızı benimle bırakın yoksa asla Rus sınırına kadar dayanamaz.”

“Kesinlikle olmaz! İkisi de bizle gelecek!”

Tüm bu konuşmalar sırasında silahını Yahudi aileye doğrultmayı sürdüren yaşlı çiftçi devam etti:

“Küçük kızı benimle bırakın, ben ona bakarım, savaş bitince gelir alırsınız…”

“ Tamam geri geldiğimizde onu alacağız…”

“Şimdi hemen gidin”

David ve Sarah gözyaşları içinde küçük kızlarını okşayıp öptüler ve gittiler.

Abramowitz ailesi şimdi üç kişi kaldıklarından kolaylıkla Rus sınırına ulaşabilirlerdi.

Yahudi aile Rusya’da kalacak yer ararken sonunda kendilerini Sibirya’daki fakir bir Rus köyünde buldu. Beş yıl süren savaşın yoklukları ve soğuk yüzünden Sarah ve oğlu maalesef öldü.

Nihayet 1945’te savaş bittiğinde David Abromowitz karısı ve oğlunu kaybetmiş olmanın verdiği acıyı bir nebze hafifletmek umudu ile Polonya’ya geri dönmeyi başardı.

Kızını eğer yaşıyorsa, bulmalıydı. Bu onun parçalanmış hayatını tekrar inşa edecek tek ümidiydi.

Varşova’ya geldi ve savaş yıllarında geçtiği yollardan geçerek şehir dışındaki çiftliğe ulaştı.

Görüntü değişmemişti. Ahır, evin yeri, her şey 5 yıl evvelki gibi aynıydı.

Abromowitz içindeki tüm heyecan ile yaşlı çiftçinin kapısını yumruklamaya başladı.

“Açın, Açın! Ben Abramowitz, küçük kızımı almaya geldim.”

“Hatırladınız mı? Ben öğretmen Abramowitz, savaşta bakmanız için küçük kızımı size bırakmıştım, şimdi onu almaya geldim.”

“Neden bahsediyorsun be adam, ne küçük kızı! Defol git arazimden!”

David şok içindedir, “Ne demek istiyorsun, kızımı sana vermiştim.”

İki adamın kavgası büyür ve gürültüleri duyan 9 yaşındaki küçük kız kapı eşiğinde belirdi…

Ve çiftçiye “Baba kim bu adam, ne istiyor bizden?”  der.

“Deli bir adam sadece Hilda, sen dinleme onu, hadi içeri git sen” der yaşlı çiftçi.

Aradan geçen 5,5 yıla rağmen David artık 9 yaşında olan kızı Hanah’ı hemen tanıdı.

“Ben senin babanım, David Abramowitz, hatırladın mı?“

Anneni, ağabeyini?

“Hiçbirinizi tanımıyorum, benim babam o“ der çiftçiyi göstererek, “lütfen buradan gidin.”

David artık yolun sonuna geldiğini hissetmişti. Savaşta karısını, küçük oğlunu kaybetmiş ve şimdi de hayattaki tek ailesi, kızı onu tanıyamıyordu!

David çiftçinin yalan söylediğini biliyordu,  küçük kız çiftlikte bırakıldığında gerçek geçmişini bilemeyecek kadar küçüktü ve yaşlı çiftçiyi babası sanıyordu!

Nasıl ispat edecekti küçük kızın kendinin olduğunu?

Şimdi tüm kayıplarından sonra yaşayan kızını da kaybetmek üzereydi.

Tüm dünya David’in üstüne gelmekteydi ki, aklına bir fikir geldi:

“Hilda” dedi, “evimizdeki Hanuka partisini hatırlıyor musun? Hani ben hep sana bir mum seç derdim, sonra da sen mumu Hanukiya’ya koyar yakardın?”

Küçük kız o an duraksadı, yabancı adam bir anda kafasının içinde şimşekler çakmasına neden olmuştu…

David ise kızın duraksaması karşısında, oku hedefi tam yerinden vurmuş bir okçu gibi heyecanlandı.

“Hatırlıyorum, hatırlıyorum. Ben de hep pembe mumu seçerdim Tati! Tati! (Yidişçe ‘baba’ demek) beni eve götür” dedi ve David’e sarıldı!

O anda yaşlı çiftçi oynadığı oyunu bıraktı ve gözlerini yere dikerek  yavaşça kapıdan içeri doğru uzaklaştı.

David Hanah’ı sıkıca kucakladı, ıslak gözlerini gökyüzüne doğrultarak, “Hanah’li (Hanahçık) sen benim Hanuka mucizemsin” dedi.”

2. Dünya Savaşı felaketi maalesef yüzlerce Yahudi çocuğu öksüz bırakmıştı, ölüm kamplarında yok olan aileleri tarafından Hıristiyan ailelere bırakılan bu çocukların erkek olanlarını sünnet sayesinde ayırmak mümkün iken kız çocuklarının Yahudi olduklarını ispat etmek sorun idi.

Birçok haham, 6- 9 yaşlarında olan ve savaş yıllarında gerçek Yahudi geçmişini hatırlamayacak küçük olan bu çocukların kimliklerini, Yahudi geleneklerini kullanarak saptamıştı.

Altı milyon Yahudiyi yok eden 2.Dünya Savaşı, dindar büyütülmüş, babalarının kucağında şarkılar söyleyerek Şabat’ı kutlamış bu bebeklerin hafızasından o melodileri silememişti.

O yüzden gelenekler ve bayramlar çok önemlidir…

Derleyen: Sami Aker