“Aidiyetlerimin her biri beni çok sayıda insana bağlıyor; buna karşın hesaba kattığım aidiyetlerim çoğaldıkça, kimliğim de özel bir durum olarak ortaya çıkıyor” der Amin Maalouf.
Türkiyeli Yahudilerin her biri için de Amin Maalof’un söylediği gibi aynı özel durum söz konusudur. Farklı şehirlerde başka başka insanlara ve anılara bağlanarak yaşamış, başka mekânları kutsal olarak benimsemişlerdir. Fakat mekânlar zamanla ve göçlerle yalnızlaşmıştır. Bir takım gayrimenkuller Hazine’ye geçmiş; bazı sinagoglar otoparka, kimi mezarlıklar yola dönüşmüştür.
22.08.2011’de bu dönüşümün durdurulmasına yönelik bir adım atıldı: Bir kanun hükmünde kararname çıkartılarak, Vakıflar Kanunu’na ‘Geçici 11. madde’ eklenmiş ve bu yolla gayrimüslim azınlıkların mekânlarının bir kısmının kendilerine iadesi mümkün hale geldi. Bu konu üzerine Türkiye Musevi Cemaati Başkanı Sami Herman ile söyleştik…
Vakıflar Kanunu’na eklenen ‘Geçici 11. madde’yi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu madde, Türkiye Musevi cemaatini nasıl etkileyecek, ne değiştirecek?
Bu çok önemli tarihi bir karardır. Resmi gazetede bir kararname yayınlandı, bu kararname ile dini azınlık vakıfları 1936’dan günümüze kadar gelen süreçte çeşitli nedenlerle sahip olamadıkları veya ellerinden çıkmak zorunda kalan gayrimenkullerini tekrar geri almak hakkına sahip oldular. Şayet bu gayrimenkuller üçüncü kişilere intikal ettiyse bu durumda da tazminata hak kazandılar. Gayrimenkulü geri almak mümkün değilse, tazmin edilme esası ve imkanı kabul edilmiş oldu. Konunun bu şekilde çözülmüş olmasından gerçekten büyük memnuniyet ve bir Türk vatandaşı olarak da gurur duyuyorum. Konunun önemini kavranması ve gerekli düzenlemelerin yapılması için en başta iradeyi koyan Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’a, Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç’a, Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem’e, Vakıflar Meclisinde farklı inanç gruplarının temsilcisi Laki Vingas’a, cemaatimiz içinde bu konularda emeği çok geçen Onursal Başkanımız Bensiyon Pinto’ya, benden önceki başkanımız Silvyo Ovadya’ya, başkan vekillerimiz İzak İbrahimzade ve Moris Levi’ye ve yürütmedeki tüm arkadaşlarıma gerçekten teşekkür etmek istiyorum. Dediğim gibi bu son derece önemli bir gelişmedir.
Maddenin “b” bendindeki ifadeye göre, “1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazlar”ın iadesi mümkün olabilecek. Peki, o dönemde kamulaştırma veya satış işlemlerinin nasıl yapıldığına, bu işlemlerin hukuka aykırı olup olmadığına dair bilgiler var mı elimizde?
Olay olay bakmak lazım. Şehircilik anlayışına göre değerlendirmek, kamu yararı kriterini her zaman göz önüne almak lazım. Kamulaştırmanın genel bir uygulama olup olmadığı da incelenmeli, uygulama özellikle azınlık vakıflarına yönelik değil ise; örneğin oradan yol geçiyorsa o kapsamda değerlendirmenin isabetli olacağını düşünüyorum. Hasköy yöresinde Haliç Köprüsü’ne giden yol açılırken bizim mezarlığımızdan da bir kısım alınmıştır ama orada yol üstünde ne varsa alınmıştır. Bu herhangi bir azınlık vakfına yönelik bir hadise olmadığından bunu aleyhte değerlendirmek mümkün değil.
Kanun geri almak için müracaat şartı getirmiş. Bu konuda çalışılmaya başlandı mı?
Hukuki çalışmalar yapılıyor, dosyalar geliştiriliyor. Her mezarlık, her gayrimenkul ayrı bir konudur. Ayrı ayrı inceleyip ona göre başvuruları yapmak lazım. Bizim fazla sorunumuz yok. Bunun nedenlerinden biri, diğer azınlık vakıflarındaki kadar gayrimenkulümüzün olmamasıdır. Bu tarihten gelen bir hadisedir, aynı zamanda toplumun cemaate veya vakıflara gayrimenkul bağışlama geleneği olmamasından da kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla çok sayıda gayrimenkulümüz yoktur. Olan az sayıda gayrimenkullerimizin de bugün için sorunu yok. Mezarlıklara ilişkin hadiseler var, bu konuda yeni kanunun bize verdiği imkânları kullanabilmek üzere gerekli çalışmalar yapılıyor. Bunun yanı sıra, bizi son derece mutlu eden bir durum daha var: İzmir Musevi Cemaati’nin vakıf olarak tüzel kişiliği kabul edildi. Hükmü şahsiyeti olmayan vakıfların gayrimenkulleriyle ilgili problemler vardı, bu bağlamda bizim İzmir Cemaati de 1936 yılında birçok sinagogumuzun müracaatlarını yapamamıştır. Durumu o günün şartları içinde değerlendirmek, o günkü yöneticileri de anlamak lazım. Muhakkak ki, kendilerine mahsus gerçekler vardı ki müracaatları yapamadılar ve 1936 Beyannamesine bu gayrimenkulleri belirtemediler. Dolayısıyla, bu sinagogların mülkiyeti tapuda İzmir Cemaati üzerinde gözükmedi, bu sıkıntılar doğuran önemli bir mahsurdu. Fakat yine de o sinagoglar yaşamaya devam etti. İzmir’deki Musevi Cemaati mensupları o sinagoglarda dua etmeye, bizler gittiğimizde oralarda dua etmeye devam ettik. Sinagoglar öncelikle İzmir Musevi Cemaati ve Türk Musevi Cemaati’nin varlıkları ve değerleridir. Bunun ötesinde bütün ulusumuz, ülkemizin değerleridir. Prag gibi bir şehre gittiğinizde, kısa bir yürüme mesafesinde tarihin bir parçası olarak sinagogları, mezarlıkları görmeniz mümkündür. Bu mekanlar, Prag’ı gezen turistlerin en önemli ilgi alanlarıdır. Türkiye’de de, gerek İstanbul’da, gerek İzmir’de bu tip alanları yaratmak mümkün. Bilhassa İzmir’de Konak semtinde birbirine yakın sinagoglarımız var. Bunlar son derece tarihi, çoğu asırlık sinagoglardır. Biz bunları ayakta tutmanın, ileriki nesillere nakletmenin ne derece önemli olduğunun farkındayız.
Mezarlıklar meselesine ilişkin olarak Baskın Oran’ın bir değerlendirmesi var. Diyor ki; gayrimüslimlere ait mezarlıklar kayıtlı olup olmamasına bakılmaksızın korunuyor olmalı çünkü zaten Lozan Antlaşması’nın 42. maddesi bunu gerektiriyor…
İki türlü mezarlık var, bir azınlık vakıflarının veya cemaatlerin kendi satın aldıkları mezarlıklar, iki belediyenin cemaatlere tahsis ettiği mezarlıklar. Burada söz konusu olan, cemaatlerin veya vakıfların kendi paralarıyla satın aldıkları mezarlıkların mülkiyetinin bunların asıl sahibi olan vakıflara veya cemaatlere verilmesidir.
Ayakta tutabilmek için o şehirlerde hâlâ birilerinin yaşıyor olması gerekiyor herhalde…
Küçülen veya yok olan cemaatlerde tüm tarihi ve kültürel mirası ayakta tutmak hiç kolay değil. Bazen Türk Musevi Cemaati’nin de çabaları yeterli olmuyor. Bildiğiniz gibi Edirne’deki cemaat tamamen yok oldu. Oranın sinagogunu ayakta tutacak gereklilikleri yerine getiremedik. Orayı bağışlamak istedik, “önce restore edin” dediler, restorasyonu yapamadık, neticede çöktü. O konuda da hassasiyet gösterildi, Vakıflar Genel Müdürlüğü geçen sene Edirne Sinagogu’nu tüm masrafları kendisine ait olmak üzere restore etme kararı aldı ve o ihale edildi. Gaziantep’teki sinagog da aynı şekilde, restore edilmeye başlandı, yarısından fazlası bitmiş vaziyette. Bunlar bizim tarihi değerlerimiz, bunların yaşayıp geçmiş tarihe tanıklık etmesi çok çok önemli.