İzmir'de edindiğim Yahudi dostları ve bu kararı alanları kutluyorum. Türkiye Yahudilerini, İsrail'le karıştırma densizliğine düşenlerin dışında herkesin mutlu olması gerekir. Çünkü Türkler ve Yahudilerin kaderleri tarih boyu kesişmiş ve onlar hep dostumuz olmuş, öyle kalmışlardır. Tıpkı bizim de en zor zamanlarında onlara el uzatmamız gibi... Bu dostluğu diri tutmanın, Türkiye mozaiği içinde yaşayan tüm farklı etnik ve dinsel gruplara yakınlaşmanın sayısız faydaları olacaktır. ATİLLA DORSAY
İzmir'de edindiğim Yahudi dostları ve bu kararı alanları kutluyorum. Türkiye Yahudilerini, İsrail'le karıştırma densizliğine düşenlerin dışında herkesin mutlu olması gerekir. Çünkü Türkler ve Yahudilerin kaderleri tarih boyu kesişmiş ve onlar hep dostumuz olmuş, öyle kalmışlardır. Tıpkı bizim de en zor zamanlarında onlara el uzatmamız gibi... Bu dostluğu diri tutmanın, Türkiye mozaiği içinde yaşayan tüm farklı etnik ve dinsel gruplara yakınlaşmanın sayısız faydaları olacaktır. ATİLLA DORSAY
ANTİDEMOKRATİK ORTADOĞU REJİMLERİNİN İSRAİL'E KARŞI YÜRÜTÜLEN MÜCADELEYİ TERÖRİST DİYE NİTELENDİRİLEN YAPILAR ARACILIĞIYLA SAHİPLENMESİ İSRAİL'İN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRMIŞTIR
Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da baskı rejimleri ve diktatörler karşısında ortaya çıkan uyanışın, İsrail'i neden rahatsız ettiğini ya da korkuttuğunu görmek için, bu baskı rejimlerinin İsrail'e sağladığı imkânı irdelemek gerekir. Bu kapalı diktatoryal baskı rejimleri sayesindedir ki, İsrail kendi halkına karşı da, dünyaya karşı da "ben bir halka karşı değil, bu diktatörlerin örgütlediği teröre karşı mücadele ediyorum" diyebilmiştir.
Antidemokratik Ortadoğu rejimlerinin İsrail'e karşı yürütülen mücadeleyi terörist diye nitelendirilen yapılar aracılığıyla sahiplenmesi İsrail'in işini kolaylaştırmıştır. Mücadelenin, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bazı ülkeler tarafından desteklenen, Filistin gibi meşru siyasal yapılar üzerinden sürdürülmesi arayışına rağmen kapalı rejimlerin buna sıcak bakmayışı, İsrail'in istediği istikamette gelişmelere yol açmıştır.
Bugün durum farklılaşmaya başlamıştır, Filistin halkı başta olmak üzere, bölgede İsrail'le mücadele etmek durumunda olan halkların, mücadele örgütlerini demokratik katılımla dönüştürme eğilimleri, çok geçmeden bütün bölge ülkelerinde esmeye başlayan, demokratikleşme ve sivilleşme taleplerini yansıtan bahar rüzgârıyla birlikte yeni bir aşamaya taşınmıştır.
Vedat Bilgin
http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/178798-israil-neden-korkar-makalesi.aspx
İSRAİL'İN DÜNYA EKONOMİSİNİ ALTÜST EDECEK BİR ÇILGINLIĞI, ÖNCELİKLE YILLARDIR BU ÜLKEYE DESTEK VEREN YAHUDİ LOBİSİNİN ÇIKARLARINA TERS
Peki, lobinin o cahil elemanlarının söylediği gibi gerçekten Ortadoğu'da bir savaş çıkar mı? Yani ABD ya da İsrail, İran'ın nükleer tesisini vurarak Ortadoğu'da bir savaş başlatabilir mi? Kişisel olarak düşüncem, İsrail'in mevcut hükümetinin bu çılgınlığı bile yapabileceği yönünde. Ancak buna hiçbir şekilde izin verilmeyeceğini de düşünüyorum. Nedenleri sıralayalım:
İsrail'in olası hedefi olan İran'ın Buşehr nükleer santrali dünya petrol rezervlerinin yüzde 54'ünün, doğalgaz rezervlerinin ise yüzde 41'inin bulunduğu Basra Körfezi'nin kuzey yarısında kurulu. Bu santrale eylülde yakıt konuldu ve nükleer reaksiyon başladı. İran, İsrail ya da bir başka gücün saldırısına hiçbir şekilde cevap vermese bile; söz konusu santrali bombalamak, yaklaşık 30 ton zenginleştirilmiş ya da 300 ton doğal uranyumdan kaynaklanacak radyasyonun bölgeye kontrolsüz şekilde yayılmasına neden olacak. Ayrıca İran'ın olası bir saldırıda suskun kalmayacağı da açık. Bu, halen Basra Körfezi dışında bir petrol dağıtım kanalı yaratamamış olan bölge ülkeleri kadar dünya ekonomisini de yakından ilgilendiren bir durum.
Basra Körfezi'nin kuzey yarısındaki petrol ve gaz rezervleri çok önemli. Ancak daha da önemlisi bu bölgede çıkarılan petrolün nerede kullanıldığı. Yandaki tabloda verdiğimiz, petrol üretim ve tüketim miktarlarına bakıldığında, dünyada sadece Afrika ve Ortadoğu'nun petrol fazlası veren bölgeler olduğu görülüyor. Ortadoğu'dan, yani aslında Basra Körfezi'nin kuzey yarısından çıkan petrol, enerji açığı veren Çin, Güneydoğu Asya ülkeleri, Avrupa, ABD ve Hindistan gibi sanayileşmiş müşteriler tarafından tüketiliyor. Mevcut durum, dünyada ihraç edilebilir petrolün yüzde 73'ünü üreten Basra Körfezi'ni alternatifsiz kılıyor.
İsrail kendi başına önemli bir ekonomik veya askeri güç değil. Ekonomisinin durumu giderek kötüleşiyor. Büyük halk kitleleri geçim sıkıntısı şikâyetlerini, hükümet aleyhine sokak gösterileriyle dile getiriyor. Askeri olarak bakıldığında ise İsrail'in, Güney Lübnan ve Gazze çatışmalarından istediği sonucu elde edemediği görülüyor. Ancak İsrail'in küresel anlamda büyük etkiye sahip bir diasporası ve onun oluşturduğu çok güçlü lobisi var.
İsrail'i bu denli etkin yapan Yahudi lobisinin gücü ise yönettiği çok uluslu finans ve sanayi şirketlerine dayanıyor. Bu şirketler sanayileşmiş Batı, hatta sanayileşmiş Asya ülkeleri üzerinde de çok etkili bir ekonomik ve politik güce sahip. Yahudi lobisinin bu gücü kuşkusuz küresel ekonominin sağlıklı gitmesine bağlı.
Bu yüzden İsrail'in dünya ekonomisini altüst edecek bir çılgınlığı, öncelikle yıllardır bu ülkeye destek veren Yahudi lobisinin çıkarlarına ters. Belki de bugüne kadar hiç olmadığı kadar. Bunun için İsrail, Türkiye ve bölge ülkeleriyle sorunlarını giderip, kendi çıkarına uygun olacak barışa katkıda bulunmayı bir an önce gündemine almalı.
Oğuz Karamuk
http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2011/12/21/editorden-israil-neden-savas-cikaramaz
BUGÜN BİLE İSRAİL – TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİN GERİLMESİNDEN EN BÜYÜK ZARARI GÖREN, HEM TÜRKİYELİ HEM DE YAHUDİ OLMAKTAN GURURLANAN AMA SIRF BU SEBEPLERDEN HALEN 2. SINIF OLAN, İSRAİL DE GÖRDÜĞÜ TÜM TEPKİLERE RAĞMEN PEK BİR TÜRK GÖRDÜĞÜNDE ESKİ BİR DOST GÖRMÜŞ GİBİ SARILAN SEFARADLAR
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve onun hikâyesi tasarı üzerine konuşmadan ele alınması gereken konular. Sarkozy kulağa hiç Fransız adı gibi gelmiyor değil mi; haklısınız Sarkozy bir Fransızca değil, aslında Sarkozy de Frank değil. Bir Macar göçmen ailesinin çocuğu olarak 2. Dünya Savaşı sonrası Paris’inde doğan bir göçmen çocuğu Sarkozy. Anne tarafından bir Sefarad bir aileye dayanıyor, hani şu 2. Beyazıt’ın Endülüs Müslümanlarıyla beraber gemilerle kurtardığı İber Yarımadası Yahudilerine dayanıyor yani.
O dönemde Osmanlı tarafından Selanik, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere imparatorluğun en gözde şehirlerine yerleştirilen, uzun süre vergi affı vb. teşviklerle desteklenen ve belki de imparatorluğun son yüzyılında ülke milli gelirinin çoğunu elinde tutan Sefaradlara. Aynı zamanda özellikle İngiltere üzerinde yaptıkları etkili diaspora faaliyetleriyle, Osmanlı’ya minnet borcunu ödeme ya da Kutsal Topraklar’da zayıf bir devletin yaşamasını isteğiyle 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması’ndan sonra taş patlasa 50 yıl yaşayabilecek Osmanlı’nın 150 yıl yaşamasını sağlayan Sefaradlara. Bugün bile İsrail – Türkiye ilişkilerinin gerilmesinden en büyük zararı gören, hem Türkiyeli hem de Yahudi olmaktan gururlanan ama sırf bu sebeplerden halen 2. sınıf olan, İsrail de gördüğü tüm tepkilere rağmen pek bir Türk gördüğünde eski bir dost görmüş gibi sarılan Sefaradlara.
Bilal Ertuğrul
http://bilalertugrul.wordpress.com/2011/12/19/sarkozy-niye-fransiz-kaliyor/
GOLDMANN VE BENZERİ DÜŞÜNÜRLERİ KALEMİ ELE ALMAYA, YAHUDİLERİN KAYITSIZLIĞINI ELEŞTİRMEYE ZORLAYAN OLGU, AVRUPA AŞIRI SAĞININ SADECE TÜRKLERİ DEĞİL, TÜM AZINLIKLARI HEDEF ALDIĞINI VE BU AZINLIKLARIN DAYANIŞMA İÇERİSİNDE OLMALARI GEREKTİĞİ İNANCINDAN KAYNAKLANIYOR
Hayal gücümüzün zorladığı bu tür soruları genişletip yolumuzu kaybetmeden, başlığın verdiği mesaja dönelim. Tüm Almanya bu tip soru ve alınması gereken önlemleri tartışırken, bu olay diğer AB ülkelerinde pek gündem konusu olmuyor. Bu olgu iki açıdan pek anlaşılır değil. Benzer Neo-Nazi ve aşırı sağ hareketler diğer Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi, Wilders gibi, Norveç katliamının failinin idolleri hükümetler üzerinde bile etkin konumdalar. Yani aşırı sağ ve olası terör grupları sadece Almanya'ya özgü bir sorun değil. Robert B. Goldmann saygın Alman gazetesi Frankfurter Allgemeine Zeitung'da (13 Aralık 2011) bu konuya eğilen bir makalede ABD'de de izlediği bu kayıtsızlığa dikkati çekiyor. Goldmann, "Bir Yahudi olarak bu 'Nasyonal sosyalist gizli teşkilatı' tarafından öldürülenler Yahudi olsalardı 'New York Times' veya 'Wall Street Journal' manşetlerinde neler bulacağımızı hayal etmekten kendimi alıkoyamıyorum." diyor. Ve soruyor: "Acaba bu konunun haber olmaya değmez olması ölenlerin Yahudi değil, Türk ve Yunan olmasından mı kaynaklanıyor?" Goldmann sadece bu olayın değil, Almanya'da sürmekte olan, bizim de saygıdeğer bulduğumuz politik tartışmanın da haber yapılması gerekecek boyutta bir olgu olduğunu vurguluyor. Her neyse, Goldmann ve benzeri düşünürleri kalemi ele almaya, Yahudilerin kayıtsızlığını eleştirmeye zorlayan olgu, Avrupa aşırı sağının sadece Türkleri değil, tüm azınlıkları hedef aldığını ve bu azınlıkların dayanışma içerisinde olmaları gerektiği inancından kaynaklanıyor. Zira son zamanlarda Wilders'in temsil ettiği "yeni" Avrupa aşırı sağında izlediğimiz, antisemit söyleme uzak duran, Müslümanları hedef alan tavırlarından bazı Yahudi kesimlerin pek rahatsız olmadıklarını izliyoruz. Bu tavrın ne kadar kısa görüşlü olduğunu Almanya'da sürmekte olan tartışmayı biraz yakından izlemek, Neo-Nazi terörünün hedefinde sadece Türkler değil, hâlâ Yahudiler olduğunu ve Almanya aşırı sağının Wilders ile seçim kampanyalarına kadar uzanan sıcak ilişki içerisinde olduklarını görmek için yeterlidir.
Ali Yurttagül
ARKADAŞLARIMIZ ARASINDA YAHUDİLER, ERMENİLER DE VARDI. AMA BEN ONLAR İÇİN “TÜRK” ONLAR BENİM İÇİN “RUM, ERMENİ, YAHUDİ” DEĞİLDİK
O yıllar Küçüksu sırtları erik ağaçlarıyla doluydu. Arkadaşlarla “erik savaşları” yapardık.
Marula’yı karşı grubun fırlattığı eriklerden korumaya çalışırdım. O yüzden suratımda herkesten çok erik isabeti alırdım. Onun Rum olduğu hiç aklıma gelmemişti.
Daha doğrusu böyle bir ayırımcılığa koşullanmış değildi beyinlerimiz.
Arkadaşlarımız arasında Yahudiler, Ermeniler de vardı. Ama ben onlar için “Türk” onlar benim için “Rum, Ermeni, Yahudi” değildik. Sadece mahalleli arkadaşlardık.
Etnik kökenlerimiz kimimizin sarışın, kimilerimizin esmer ya da kumral olmaları kadar doğaldı.
Gerçi dönemin İstanbul’unda Ermeniler çoğunlukla Kınalıada’da, Rumlar Burgazada’da, Yahudiler Heybeliada’da yazlıklara çıkarlardı ama bu “gruplaşmalar” diye algılanmazdı, paletteki renklerdi.
Onların mutfak lezzetlerini yansıtan lokantalarına, meyhanelerine gidilirdi.
Sadece adalar değil elbet...
Kalamış’ta Todori’nin yeri, Moda’da Yorgo böyle mekânlardı.
Ayrıca... Galiba ekonomik statünün de gereğiydi, özellikle adaların paylaşılması.
Büyük burjuva Türkler, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar Büyükada’da harmanlanmıştı.
Tarabya, Suadiye, Moda gibi gözde semtler de öyle.
Çocukluktan başlayan bu kültür sonraki yaşlarımda devam etti.
Güneri Cıvaoğlu
İSRAİL'İN GÜNEY SUDAN VE AFRİKA'NIN BAŞKA ÜLKELERİYLE İLİŞKİLERİ BU KITADA ÜZERİNDE YAŞANAN MİLLETLERARASI REKABETİN ÖNEMLİ BİR PARÇASI SAYILIR
İsrail'in Afrika vizyon ve hamlelerinin oldukça geniş bir yelpazeyi kapsadığı rahatlıkla söylenebilir. Nitekim, bu sebeple Başbakan Netanyahu'nun önümüzdeki yıl bölgeye gideceği, bu kapsamda başta Etiyopya olmak üzere Uganda, Kenya ve diğerlerini ziyaret edeceği bildiriliyor. Bu arada belki de Güney Sudan'a da uğrayabilir. Bu ziyarette şüphesiz Etiyopya öne çıkacak; zira İsrail'in bu ülkeyle çok yakın, kapsamlı ilişkileri var. Bugün İsrail'de binlerce Falaşmura denen Etiyopyalı Yahudi yaşıyor. Bunlardan en az 7-8 bini de Etiyopya'da İsrail'e göç etmeyi bekliyor. Bunlar da göç ettiğinde İsrail'de oldukça büyük bir Etiyopya Yahudileri varlığı ortaya çıkmış olacak. Elbette bu da Etiyopya ile ilişkileri daha da güçlendirecek.
İsrail'in Güney Sudan ve Afrika'nın başka ülkeleriyle ilişkileri bu kıtada üzerinde yaşanan milletlerarası rekabetin önemli bir parçası sayılır. Ancak, bitirirken söyleyeyim, bu konuda biz de varız. Okullarıyla, eğitim hamleleriyle, diplomatik gücüyle, şirketleriyle, TUSKON gibi kuruluşlarıyla, işadamlarımızla, gönüllü hareketimizle, karşılıklı ziyaretlerle, TRT ile her gün güçlenen ilişkilerle, kısacası Afrika açılımıyla Türkiye bugün Afrika'da çok mesafe almış bulunuyor. Daha da alacak şüphesiz.
Bu yüzden İsrail'in Afrika hamleleri beni hiç rahatsız etmiyor.
Fikret Ertan
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1218157&title=israil-guney-sudan-ve-afrika
TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERDE YENİ BİR DÖNEMİN BAŞLAMASI -ORTADOĞU'DA ŞU ANDA YAŞANANLAR DOĞRULTUSUNDAKİ DURUM GÖZ ÖNÜNE ALINDIĞINDA- HAYLİ BASKI UYANDIRACAKTIR
Sevgili Recep Tayyip Erdoğan,
... Bizim görebildiğimiz en iyi çözüm İsrail Baş Haham'ı ve benim sizinle görüşmek -ve kanlı Mavi Marmara saldırısı ile alakalı İsrail halkının özürlerini ifade etmek üzere- bir an önce Türkiye'ye gelmemizdir.
İsrail Başkanı (Peres), İsrail Savunma Bakanı ve İsrail Başbakanı’na en yakın danışmanlar ile yaptığım şahsi sohbetler sonucu Başbakan Erdoğan'a söz verebilirim ki; hükümet milletinin iradesini izleyecektir.
Olanlardan salt bölgedeki diğer milletler değil İsrail de dersini aldı. Eğer Başbakan Erdoğan olanlarla ilgili İsrail halkının özrünü kabul ederse hükümet de halkının iradesini izlemek durumunda kalacak ve akıtılan kanla ilgili özür dileyerek kurbanların ailelerine tazminatları seve seve ödeyeceğini açıklayacaktır.
Bu Başbakan Erdoğan'ın gözünde iyiyse, İsrail Başbakanı özür için İsrail Başkanı’nı göndermekten ve kendisi gelmekten böylece Türkiye ile ilişkilerde yeni bir sayfa açmaktan memnun olacaktır.
Türkiye ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlaması -Ortadoğu'da şu anda yaşananlar doğrultusundaki durum göz önüne alındığında- hayli baskı uyandıracaktır. Mısır'ın açıkça zayıf kalması Türkiye'nin önderliği için bir fırsat yaratmıştır. Şu anki durumda salt ABD değil, Avrupa ve İsrail de dahil olmak üzere bölgedeki diğer tüm milletler Türkiye'nin önderliğini beklemektedir.
Başbakan Erdoğan tüm Arap ülkelerinin nezdinde büyük bir kahramandır. Politikasının meyvelerini neden toplamıyor ve bir an önce Barış (İslam) liderliği rolünü üstlenmiyor?
'İslam olmadan barış olmaz.' Kutsal Topraklara barışı şu an dünyadaki en güçlü Müslüman lider değil de başka kim getirebilir? Herkes Başbakan Erdoğan'ın Müslüman barış tasarısını gerçekleştirmesini bekliyor.
Derin Saygılarımla
Rabbi Menachem Froman
http://www.aksam.com.tr/turkiye-soykirimci-mi,-baris-elcisi-mi-4949y.html
BAZILARIMIZ SARKOZY’NİN “YAHUDİ” KİMLİĞİNE VURGU YAPIP “ADAMIN GENLERİNDE BİR SORUN VAR” DİYE YAZARKEN...
Bin atlının akınlarda çocuklar gibi şen olduğu günler vardır ya...
İşte tam da öyle bir atmosferi yaşıyoruz.
Her türden “çocuksu” tepkinin geçer akçe sayıldığı tuhaf günler...
Sürekli el yükseltiliyor. Bazılarımız Sarkozy’nin “Yahudi” kimliğine vurgu yapıp “adamın genlerinde bir sorun var” diye yazarken...
Bazılarımız da “ceddimiz Kanuni”nin Fransa Kralı Birinci Fransuva’ya yazdığı mektuptaki azametli üslubu anımsatıp hepimizi coşturuyor.
Fransız’ın malına da acayip kılız yani: Meydanlarda Fransız arabası yakmaya ramak kaldı. Bazılarımız daha entelektüel takılıyor:
“Voltaire”den girmeler, “1789 Devrimi”nden çıkmalar falan.
Ahmet Hakan
http://www.hurriyet.de/haberler/yazarlar/1085965/yine-de-sahlaniyor-aman
TÜRKİYE YAHUDİLERİNİ, İSRAİL'LE KARIŞTIRMA DENSİZLİĞİNE DÜŞENLERİN DIŞINDA HERKESİN MUTLU OLMASI GEREKİR
Olay beni çok ilgilendirdi. Yalnızca ülkemizdeki azınlıklar konusuyla ilgilendiğim için değil. Daha çok, yakın zamandaki İzmir seyahatimde o sokakları ve sinagogların bir bölümünü gezdiğim için... İzmir Kısa Film Festivali başkanı Nesim Bencoya, bizi Yahudi semtine götürmüştü. Ve 'kortigo' tarzı, avlulu eski Yahudi evleriyle eski Havra’ları (sinagogun Türkçesi) gezmiştik. En azından üç-dört Havra'nın gayet iyi durumda ve cemaatin namazına (onlar öyle diyor) açık olduğunu, çoğununsa onarım beklediğini öğrenmiştik. Sorumlu Avram Navaro eşliğinde ilginç bir ziyaret olmuştu bu... Eski kahvelerde durup çay içmiş, Subiya denen Yahudi içkisini tatmıştık (Kavun çekirdeklerinden yapılmış bir tür şurup). Onarımlar konusunda kültür bakanının ilgisini ve sözünü bize anlatmışlardı.
Cemaat Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas şöyle demiş: "Bu tarihi kararla birlikte yüzlerce yıldır var olan ve bugün de devam eden kentin en eski cemaatlerinden birine hukuksal kimlik yarattık ve taşınmazların tescilinin yolunu açtık". İzmir Musevi Cemaati Başkanı Jak Kaya da "Cemaatimizin en önemli eksikliği, tüzel kişiliği olmamasıydı. Cemaatimiz 1936 yılındaki vakıf yasasındaki değişiklik kapsamında beyanname veremediği için vakıflaşamamıştı. Şimdi tüm mallarımızı vakfımız adına tescil edeceğiz" demiş.
İzmir'de edindiğim Yahudi dostları ve de bu kararı alanları kutluyorum. Türkiye Yahudilerini, İsrail'le karıştırma densizliğine düşenlerin dışında herkesin mutlu olması gerekir. Çünkü Türkler ve Yahudilerin kaderleri tarih boyu kesişmiş ve onlar hep bizim dostumuz olmuş, öyle kalmışlardır. Tıpkı bizim de en zor zamanlarında onlara el uzatmamız gibi... Bu dostluğu diri tutmanın, giderek Türkiye mozaiği içinde yaşayan tüm farklı etnik ve dinsel gruplara yakınlaşmanın sayısız faydaları olacaktır. Dışardan gelen tüm kışkırtmalara kulaklarımızı tıkayarak, bu yakınlaşmayı gerçekleştirmeliyiz…
Atilla Dorsay
http://www.sabah.com.tr/Cumartesi/Yazarlar/dorsay/2011/12/24/izmir-musevilerine-tescil-mujdesi
HER NE KADAR YAHUDİLER SEVİLMESE DE KENDİLERİNİN TİCARET BAŞARISI HERKES TARAFINDAN BİLİNMEKTEDİR VE BAŞARILARI ORTADADIR
Bu yazımda Türkler ve Yahudilerden örneklere vereceğim. Her ne kadar Yahudiler sevilmese de kendilerinin ticaret başarısı herkes tarafından bilinmektedir ve başarıları ortadadır. (Bu arada gelen yorumlara binayen kesinlikle Yahudi değilimdir. Türk’üm ve Müslümanım.)
Biz Türkler genelde reklama harcanan parayı sokağa atılan para ile aynı kefeye koymaktayızdır. Örneğin bir dükkân açacağız. İlk önce ne iş yapacağımıza karar veririz ve bu işe uygun bir muhitte ve bizim isteklerimizi karşılayacak bir dükkân kiralarız. Kiraladığımız dükkânı işimize göre dekore ederiz ve satışını yapacağımız malların siparişini veririz.
Şimdi de örneğimizi Yahudi bir girişimciden verelim isterseniz.
İlk önce kendi işini görecek bir dükkân kiralar. Dükannda fazla detaya girmeden dekore eder ve bütçesinin en fazla %30 veya % 40’lık bölümü ile mal alır. Geri kalanı ile ne mi yapar? İşte olay burada kopuyor. Reklam yapar. Dükkânı için en iyi reklam mecralarını seçer ve doğru bir planlama ile dükkânının reklamını yapar. Ürünlerini, hizmetlerini, fiyatlar hakkında bilgiyi ve kalitesini cümle aleme duyurmak için elinden geleni yapar ve dükkanı tkır tıkır işlemeye başlar. Malları hızla tükenmektedir ama yeni malların siparişini vermenin zor olmadığını en küçük esnaflık yapanlar bile bilmektedir. Ürün gidişatına göre reklamını yapar ve mal çeker. Doğru bir planlama ile kısa süre içerisinde istediği yere ve rakamlara ulaşmak hiç de zor olmamaktadır. Her zaman bir reklam bütçesi vardır ve bu bütçeyi doğru bir şekilde kullanır.
Turgut Demir
http://reklamokulu.com/benim-reklama-ihtiyacimiz-yok.html
2012 YILINDA ROŞ HAŞANA'NIN 17 EYLÜL, YOM KİPPUR'UN 26 EYLÜL, SUKOT'UN 1 EKİM, HANUKKA'NIN DA 9 ARALIK'TA OLDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
Bu yıl gene birkaç hafta kıvrandıktan sonra tuttum bir ECE ajandası aldım. (Paramla aldım, bu yazı reklam değildir.) İyi ki de almışım!
Çünkü ECE, yılların müessesesi, tam yüz bir yıllık kurum, devrim yapmış.
Yok, efendim, güneşin doğuşu güneşin batışı, elçiliklerin telefon numaraları ya da kaç inç kaç santimetre eder falan, o konularda değil.
İlk kez, bütün dinlerin, bütün halkların bütün bayram ve yortu günlerini belirtmiş bir Türk ajandası!
2012 yılında mübarek Ramazan 20 Temmuz'a, bayramı 19 Ağustos'a, Kurban Bayramı da 25 Ekim'e denk gelecekmiş, onu öğrendik de...
Roş Haşana'nın 17 Eylül, Yom Kippur'un 26 Eylül, Sukot'un 1 Ekim, Hanukka'nın da 9 Aralık'ta olduğunu biliyor muydunuz?
(Çok isterseniz Tu Bişvat 8 Şubat, Purim 8 Mart, Pesah yani paskalya 7 Nisan, Şavuot da 27 Mayıs...)
Bu bizim ne işimize yarar?
Müslüman'ı ilgilendirmez ama Musevi'nin çok işine yarar.
Çünkü bu topraklarda onlar da yaşamaktadırlar ve bizimle eşittirler, vergi de verirler, askere de giderler.
Ajandam nasıl benim bayramımı belirtiyorsa, onlarınkini de belirtecektir.
Engin Ardıç
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2011/12/25/hacverats-ile-tarkmancats
OSMANLI’NIN, CUMHURİYET TÜRKİYESİ’NİN DOSTÇA YAKLAŞIMINI DURDUK VE DEĞMEZ YERE YAHUDİ DÜŞMANLIĞIYLA SEVMEZLİĞİNE DÖNÜŞTÜREN ŞİMDİLERİN, “İSRAİL’İ DİZE GETİRDİK” SÖYLEMLİ KABA DİPLOMASİSİ, ACABA, AKILCI, BAŞARILI VE NEZEHAT İÇERİKLİ MİDİR?
Yaklaşık 8 asır, İspanya’ya egemen Müslüman Endülüs devletinin işgali döneminde (1391-1492) Osmanlı; hem de tek başına, 150 bini doğrudan, kalanları ise Polonya ve Rusya üzerinden iltica eden Yahudi’ye kucak açmıştır. Sayın Erdoğan, Yahudi asıllı Sarkozy’e, nankörlüğünü vurgularken, soykırımın, katliam ve sömürünün ağababası Fransa’dır anlamında, kurtuluş savaşı veren Cezayir halkının yüzde 15’nin katledilip yakıldığını hatırlatmış, “Cezayir soykırımını bilmiyorsan, babana sor!”demiştir.
“Ananı da al git!” tarz ve üslubuyla. Biraz da kişiselleştirerek!
Oysa tasarıya oy veren 30 kişiyle Sarkozy, ne kalıcı ne de Fransa’dır!
Sarkozy Fransa’sını suçlarken, sanırım, kendi yanlışlarımızı da irdelememiz gerekir:
1 – II. Beyazıt döneminde iltica eden Yahudi sayısı, zamanla artacağına niye geriledi? Diğer gayr-Müslimler de meselâ?
2 – Sarkozy, mutlaka ki, Osmanlı’nın ecdadına yaptığı iyiliği biliyordur. Bilmezlikten geliyorsa, nedeni, Ak Parti hükümetinin, ülke genelinde geliştirip körüklediği Yahudi düşmanlığı olabilmez mi?
3 – Yahudi’dir, ne yapılırsa yeridir, bakışıyla tutumunu alış ile Davos’taki “One munit”li bağırıp çağırmalı çıkış, kolay hazmedilir şey midir?
Osmanlı’nın, Cumhuriyet Türkiyesi’nin dostça yaklaşımını durduk ve değmez yere Yahudi düşmanlığıyla sevmezliğine dönüştüren şimdilerin, “İsrail’i dize getirdik” söylemli kaba diplomasisi, acaba, akılcı, başarılı ve nezahet içerikli midir?
4 – Hıristiyan ülkelerin soykırım savına yapışması, Haçlı düşüncenin sürdüğünü işaretliyorsa da, radikal İslâm’ın doruğa çıktığı dokuz yıllık süreçte, onları haklı kılacak zemin oluşturulmadı mı?
5- Arap Baharı ve rüzgârıyla yola çıkarken, Fransa’ya karşı verdiği kurtuluş savaşı sırasında Cezayir’e uzak duran Türkiye’nin, yeni Cezayir Devleti’ni tanımayarak Fransa’ya duruşundaki yakınlığını, Cezayir ve Fransızlar gibi biz de unutuverdik!
Demek ki, uluslararası politikalarda duygu, vefa ve dostluk denilen kavrama yer yok!
Hüsamettin Tacettin
SARKOZY, OSMANLI TÜRKLERİ TARAFINDAN SAHİP ÇIKILAN VE HİMAYE EDİLEREK SELÂNİK'E YERLEŞTİRİLEN BİR YAHUDİ AİLESİNE MENSUPTUR. BELKİ DE AŞAĞILIK KOMPLEKSİNDEN DOĞAN BİR NANKÖRLÜKLE HEP TÜRKİYE ALEYHİNDE OLMUŞTUR. İŞİN AÇIKÇASI, KENDİSİ GİBİ YAHUDİ MENŞELİ OLAN MERKEL İLE BİRLİKTE, İSRAİL'İN SALDIRGANLIĞINA KARŞI ÇIKAN TÜRKİYE'YE VE BAŞBAKAN ERDOĞAN'A CEPHE ALMIŞLARDIR
Sarkozy'nin Türkiye ve Türkler aleyhindeki bu düşmanlığa varan akıl dışı tutumunun sebeplerini tahlil edersek şu sonuçlara varırız:
1. Artık herkesin bildiği ve sokaktaki Fransız'ın da kabul ettiği gibi, Sarkozy'nın yaklaşan Başkanlık seçimlerinde Ermeni Diyasporası'nın oyunu almak istemesi. Yıprandığını çok iyi bilen Sarkozy, peşine düştüğü marjinal oylarla tekrar seçilmeyi hayâl etmektedir. Ancak, büyük bir ihtimalle bunu başaramayacaktır.
2. Sarkozy'nin, Türkiye'yi ve Başbakan Erdoğan'ı kıskanması. Sarkozy'nin Fransa Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, Türkiye Başbakanı Erdoğan'ın yıldızı parlamış ve Erdoğan'ın popülaritesi Sarkozy'yi fersah fersah geride bırakmıştır. Bu dönemde Sarkozy başarısız olmuş ve Fransa da yerinde saymıştır. Gözünü eski sömürgelerine, Mağrib'e ve Ortadoğu'ya diken Sarkozy, daima Türk Başbakanı'nın gölgesinde kalmıştır. Libya'da yüzüne bakılmayan Sarkozy, Erdoğan'ın nasıl heyecanla karşılandığını hasetle müşahede etmiştir.
3. Sarkozy, Osmanlı Türkleri tarafından sahip çıkılan ve himaye edilerek Selânik'e yerleştirilen bir Yahudi ailesine mensuptur. Belki de aşağılık kompleksinden doğan bir nankörlükle hep Türkiye aleyhinde olmuştur. İşin açıkçası, kendisi gibi Yahudi menşeli olan Merkel ile birlikte, İsrail'in saldırganlığına karşı çıkan Türkiye'ye ve Başbakan Erdoğan'a cephe almışlardır.
Hasan Celal Güzel
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/guzel/2011/12/24/fransaya-gereken-tepki-gosterilmelidir
BUNLARA BİR DE HASAN CELÂL’İN “YAHUDİ”SİNİ EKLEYİN. SONRA DA, “BİZ SOYKIRIM YAPACAK MİLLET MİYİZ?” DİYE ORTALIKTA SALININ
Homeros zamanında iki savaşçı savaş meydanında karşı karşıya gelince, o güne kadar yaptıklarını anlatırlardı: “Ben şunu şunu şunu er meydanında yere sermiş falancayım. Şimdi senin sıran geldi. Seni de onların yanına göndereceğim” türünden tiradlar atarlardı. Buna “övünmek”, “böbürlenmek” falan deriz. O çağda bunun yapılması, belki, bugünün terminolojisinde “psikolojik savaş” dediğimiz şeye denk düşüyordu. Onu, yani “psikolojik savaş”ı bugün de yapıyoruz, ama bambaşka, kıyaslanamayacak kadar sofistike araçlarla. “Ben şunu şunu yapmış adamım” diye böbürlenmeyi de biraz utanılacak bir davranış olarak görüyoruz. Yani, uzun lafın kısası, Kanunî Süleyman’ın zamanında öyle bir name döşemek, genel teamüllere çok aykırı düşen bir şey değildi.
Ama bugün kalkıp da o mektubu okumak öyle değil.
Nasıl bir ruh halidir ki, insana bunu yaptırtır. Kanunî Süleyman’ın on altıncı yüzyıldaki stilize kibrinden bu yüzyıla yararlanmayı ummak için nasıl bir zihin yapısı gerekir? Çok sağlıklı bir zihin yapısı olacağını düşünemiyorum.
Tabii daha vahim olanı, bunun tekil, bireysel bir olay olmaması. Eminim ki bu ülkede büyük çoğunluk Başbakan’ın bunu yapmasını pek beğenmiştir. MHP tabii, ama Başbakan’ın her dediğine kusur bulmakla yükümlü CHP de burada onun yanındadır. Benim duyduğum şeyleri duyansa, bir avuç insandır.
Çünkü bu bizim toplumsal terbiyemiz ve ulusal kültürümüz. İçerdiği bütün bastırılmış aşağılık kompleksinden beslenen bu çirkin böbürlenmeyi bir erdem gibi görmeyi bize bu terbiye öğretiyor.
Bunlara bir de Hasan Celâl’in “Yahudi”sini ekleyin. Sonra da, “Biz soykırım yapacak millet miyiz?” diye ortalıkta salının.
Murat Belge
http://www.ilkehaber.com/yazi/bu-da-yapildi-3260.htm
ALMANLARIN "BİZİM TOPLAMA KAMPLARINDAN HABERİMİZ YOKTU" DEMELERİ YAHUDİ SOYKIRIMI SUÇUNA ALMANLARIN İŞTİRAK ETMEDİKLERİ ANLAMINA GELİR Mİ MESELA?
Yakın dönemde Bosna'da, Ruanda'da, Darfur'da tanık olunan durumlar bazı yorumculara göre "Genocide" suçu tanımına girmekteler.
Bu gibi olaylarda sadece yönetimleri sorumlu tutmak yeterli mi bilemeyiz.
Örneğin yüzlerce yıl birlikte yaşadığınız farklı dinden ya da ırktan komşularınızın bir sabah kalktığınızda yok olduklarını gördüğünüzde, bunu sorgulamak yerine sessizce kabullenmeniz de, suça iştirak değil midir?
Almanların "Bizim toplama kamplarından haberimiz yoktu" demeleri Yahudi soykırımı suçuna Almanların iştirak etmedikleri anlamına gelir mi mesela?
Mehmet Barlas
Netten okuyun
HANUKA BAYRAMI DERKEN?
http://meliseryilmaz.wordpress.com/2011/12/21/hanuka-bayrami-derken/
HANUKKAH
http://blog.tomtomella.com/hanukkah.html
ÜÇ BÜYÜK DİNİN KUTSAL ŞEHRİ KUDÜS
EMPATİ LOKANTASI – BEDİA CEYLAN GÜZELCE
http://www.haberturk.com/haber/haber/699772-empati-lokantasi
Netten seyredin
Çok güzel bir Seferad Yahudi şarkısı
http://kemalulker.blogspot.com/2011/12/muzikli-cumalar-32-cok-guzel-bir.html#more
Netten dinleyin
LEVİNAS HAKKINDA SOHBET
http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=29192&cat=100