Geçtiğimiz seneyi zararla kapatan doğaya, 2012 yılında hak ettiği değeri vermek bizim elimizde. Her birimizin atacağı basit adımlar, yeni senede parlak bir geleceğe doğru yürümeyi mümkün kılıyor.
Talya ENRİQUEZ ROMANO
Nükleer santraller
Bu yıl çevre konusunda neler olmuş diye hafızalarımızı tazeleyecek olursak, aklımıza ilk gelecek olay hiç kuşkusuz Japonya’daki tsunami ve buna bağlı olarak ortaya çıkan nükleer kriz olacaktır. Mart ayında Fukuşima Nükleer Santrali’nde gerçekleşen patlamanın uzun vadedeki etkileri bilim adamları tarafından tam olarak ölçülemese de; gerek santrali soğutmak için denize boşaltılan sular, gerek de bölgeye yayılan radyoaktif sızıntının on binlerce insan ve canlı türünün hayatını olumsuz yönde etkileyeceği biliniyor. Japonya’da yaşanan radyasyon faciası, bölge insanlarının yanı sıra uluslararası kamuoyu açısından da büyük önem taşıyor. Facianın ardından başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada binlerce kişinin katılımıyla nükleer karşıtı gösteriler düzenlendi. Bu gösteriler sonucunda, nükleer enerjiyi “kömüre alternatif temiz çözüm” olarak sunan birçok hükümet, enerji politikalarını yeniden gözden geçirmeye başladı. Mart ayından bu yana Almanya sekiz santralini kapatırken, İtalya halk oylaması sonucunda yeni nükleer santral kurma planlarını askıya aldı. İsviçre hükümeti ise, var olan tüm santrallerinin 2034 yılına kadar kapatılmasına karar verdi.
Geçen dokuz ayda uluslararası kamuoyunda nükleer santrallerin taşıdığı riskler enine boyuna tartışılırken, ülkemizin ilk nükleer santralinin, Rusya ile işbirliği çerçevesinde Mersin’de kurulacağının duyurulması başta yerel halk olmak üzere birçok kişi ve kuruluşun tepkisini çekti. Akkuyu Nükleer Enerji Santrali’nin deprem riski taşıyan aktif fay hattı üzerinde inşa edilecek olması endişeleri daha da artırdı. Bölge halkı, çevre kurumlarının da desteğiyle, 2022 yılında tamamlanması planlanan santrale karşı birçok kampanya düzenleyerek konuyu medya ve kamuoyunun gündemine taşıdı.
Deniz kirliliği
İlkbaharda çevre haberlerine damgasını vuran nükleer enerji konusu, yaz aylarında yerini denizlerde yaşanan kirlilik ve aşırı balıkçılık sorunlarına bıraktı. Her yıl temmuz ayının gelmesiyle tatilcilerin akın ettiği koy ve körfezler, bu sene mavi güzelliklerinden çok kirlilikleriyle ön plana çıktı basında. Yerli yabancı tüm deniz tutkunlarının gözdesi Göcek Körfezi, teknelerin sintine ve atık suları nedeniyle kirlenirken, Marmaris koyları, bu yaz Süveyş Kanalı’ndan gelen üç denizanası türünün istilasına uğradı. Denizdeki kirlilik ve azalan oksijen miktarları nedeniyle ‘göçmen denizanası’, ‘çiçek denizanası’ ve ‘Avustralya benekli denizanası’ isimleriyle bilinen bu türlerin yaşamasına elverişli ortamlar oluştuğu tahmin ediliyor.
Balık avlama
Kirliliğin yanı sıra, mavi suların asıl sahibi balıkların yaşam koşulları açısından da çok iyi bir yıl olmadı 2011. Haziran ayında Tarım Bakanlığı Danışma Kurulu, balıkların yasal avlanma boyunu yeniden düzenlemek üzerine toplandı. Toplantı öncesi dönemde Greenpeace’in “Seninki kaç santim?” ve Slow Food-Fikir Sahibi Damaklar’ın “İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın” kampanyalarıyla lüferin yavrulayabileceği 24-25 cm’lik boya ulaşmadan avlanmasının yasaklanması gerektiği savunuldu. Fakat ne yazık ki, kuruldan beklenen karar çıkmadı ve nesli tükenmek üzere olan balıkların yavruyken avlanmalarının engellenmesi bir sonraki toplantıya kaldı.
Aşırı balıkçılığın yarattığı olumsuz sonuçların en son örneği ise Karadeniz’de yaşandı. Her yıl nisan ayına kadar devam eden hamsi sezonu, bu yıl elverişsiz iklim koşulları ve bilinçsiz avlanma nedeniyle aralık ayında kapandı. Sadece bir buçuk ay öncesine kadar yaşanan hamsi bolluğunun bir anda bıçak gibi kesilmiş olması, medyada “Hamsi Bitti” haberleriyle yankı buldu. Büyük bir şaşkınlık içinde olan balıkçılar, bir an önce Balıkçılık Bakanlığı’nın kurulmasını ve planlamayla ilgili yasal düzenlemeler yapılmasını talep ettiler.
Biyogüvenlik
Ekim ayından itibaren ülkemizin gündemini meşgul eden başka bir konu ise gazetelerde sıkça rastladığımız genetiği değiştirilmiş organizmalar oldu. Biyogüvenlik Kurulu, biyoteknolojik işlemlerle genetik yapısı kalıtımsal olarak değiştirilmiş 13 farklı mısır türünün Türkiye’ye ithalatına izin verdi. Kurul, GDO’lu mısırların sadece hayvansal yem amaçlı ithal edileceğini belirtse de, bu yemlerle beslenen hayvanlardan elde edilen et, süt ve yumurtaların sofralarımıza taşınacak olması tüketicileri hayli endişelendiriyor. Hayvanların GDO’lu yemle beslenip beslenmediklerine dair, hayvansal gıda ürünlerinde bir etiketleme yapma zorunluluğu da getirilmiyor ne yazık ki. Bilim adamları, bu durumun gıda güvenliği açısından bir risk oluşturduğunu belirtiyor ve genetiği değiştirilmiş gıda ürünleriyle ilgili çok dikkatli olunması gerektiğinin altını çiziyor.
Nükleer kriz, denizlerdeki sorunlar ve gıda güvenliğinin yanı sıra, 2011 yılının en hayal kırıklığı yaratan çevre gelişmesi ise aralık ayında Afrika’nın Durban şehrinde düzenlenen hükümetler arası iklim görüşmeleri oldu. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 17. Taraflar Konferansı’nda iki hafta boyunca yapılan görüşmelerde iklim değişikliğiyle mücadeleyle ilgili cesur kararlar alınamaması dünya etrafındaki milyonlarca kişinin umutsuzluğa kapılmasına neden oldu. 21. yüzyılın tartışmasız en büyük çevre sorunu konusunda gerekli adımları atmaktan çekinen dünya devletleri, 2012 yılında süresi dolan Kyoto Protokolü’nün devamının sağlanması ve yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşmanın ortaya çıkması konularında uzlaşamadılar.
Olumlu gelişmeler
Geçtiğimiz yıl ortaya çıkan çevre sorunlarına bakıldığında tablo kapkaranlık görünse de, karamsarlık perdesini aralayan olumlu gelişmeler de yaşandı. Sosyal medyanın devi Facebook, 15 Aralık’ta veri merkezleri de dahil tüm işlemlerinin enerjisini yenilenebilir enerjilerden sağlayacağını açıkladı. Facebook’un bu kararıyla, dünya genelinde çoğunlukla kömürden elde edilen enerjiyle çalışan veri merkezlerinin sürdürülebilir enerjiye dönüştürülmesi konusunda bilişim sektörüne liderlik etmesi bekleniyor. Enerjinin yanı sıra, organik gıda konusunda da bu yıl geçtiğimiz dönemlere kıyasla ülkemizde ve dünyada önemli bir sene oldu. Ülke genelinde sayıları artan ekolojik pazarlar tüketicileri doğa ve sağlık dostu ürünlerle buluştururken, Şanghay’dan Roma’ya, Nairobi’den Buenos Aires’e hızla yayılan Slow Food hareketi yerel tatlarla doğal lezzetleri bir araya getirmekte önemli rol oynadı. Tüketim çılgınlığı ve hızlı yaşama dur demek amacıyla yol çıkan SlowCitta (Sakin Şehirler) listesine Türkiye’den üç yeni kent katıldı. Akyaka, Yenipazar ve Taraklı’nın Seferihisar ve Gökçeada’ya katılması ile Türkiye’deki sakin şehirlerin sayısı beşe çıktı.
Tek tek ele alındığında küçükmüş gibi görünse de, çevre alanındaki pozitif gelişmeler umut veriyor. Geçtiğimiz seneyi zararla kapatan doğaya, 2012 yılında hak ettiği değeri vermek bizim elimizde. Her birimizin atacağı basit adımlar, yeni senede parlak bir geleceğe doğru yürümeyi mümkün kılıyor. Hanuka’da evlerimizden yansıyan mum ışıkları yolumuzu aydınlatırken, doğanın mucizelerine hep birlikte sahip çıkalım.