Dardenne Kardeşler “Bisikletli Çocuk”ta, duru, sade, etkileyici, duygusal, dokunaklı ve gerçekçi bir modern masal anlatıyor.
Annesiz büyümüş, babası tarafından yetimhaneye terkedilmiş 12 yaşındaki bir çocuğun, insanın içini acıtan öyküsünü, Belçikalı yönetmen kardeşler duygu sömürüsüne kaçmadan anlatıyor. Dardenne’lerin sinemasının özelliği, doğallığı ve çocukların aileleriyle olan ilişkilerine insancıl bir bakış açısıyla yaklaşmasıdır. Yazdıkları senaryolarla, iyi düşünülmüş konuları, gerçek hayattan alınmışçasına büyük bir gerçeklik anlayışıyla işlemedeki hünerleri, Dardenne’leri benzersiz kılıyor. Hayatında ilk kez sevilen, sevgiyi keşfeden bir yeniyetmenin psikolojisini, insanın yüreğini ısıtan bir atmosferde anlatan filmde, çocuk oyuncu Thomas Doret ile koruyucu anneyi canlandıran Cecile De France harikalar yaratıyor.
Belçikalı Jean-Pierre ve Luc Dardenne Kardeşler bu yıl Cannes’da yarıştıkları “Bisikletli Çocuk / Le Gamim Au Velo” ile, festival tarihinde bir ilke imza atmaya çok yaklaştılar. Altın Palmiye almaları halinde, Dardenne Kardeşler, Cannes’da bu ödüle üç kez ulaşan tek yönetmen olacaklardı.
Jüri, festival başlamadan Altın Palmiye’nin tek favorisi gösterilen “Hayat Ağacı”na bu ödülü layık görünce, “Bisikletli Çocuk” festivalin ikincilik ödülü olan Büyük Jüri Ödülü’ne kaydırıldı. Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu”su aynı ödülün ikinci ortağı oldu.
19 yıllık kariyerlerine sadece yedi film sığdırdıklarına göre, Belçikalı yönetmen kardeşlerin pek üretken oldukları söylenemez. Ancak bunlardan ikisi (“Rosetta” ve “Çocuk”) Cannes’da Altın Palmiye, “Lorna’nın Evliliği” de En İyi Senaryo Ödülleri’nin sahibi oldu.
Dardenne Kardeşlerin sinemasının özelliği, doğallığı ve çocukların aileleriyle olan ilişkilerine insancıl bir bakış açısıyla yaklaşmasıdır.
Yazdıkları senaryolarda, iyi düşünülmüş konuları, gerçek hayattan alınmışçasına büyük bir gerçekçilik anlayışıyla işlemedeki hünerleri, Dardenne Kardeşleri benzersiz kılıyor.
Her seferinde zengin, sosyal arka planı olan, kaliteli ve sağlam yapılı konuları ele alan Dardenne’ler insanın içini acıtan en dokunaklı öyküleri, duygu sömürüsüne kaçmadan işliyorlar.
“Bisikletli Çocuk” 12 yaşına kadar sevgisiz büyümüş, annesi evi terketmiş, babası tarafından yetimhaneye bırakılmış, Cyril’in (Thomas Doret) öyküsünü anlatıyor.
Bir lokantada aşçı olarak çalışan, sorumsuz babasının (Jeremie Renier) kendisini artık istemediği gerçeğini kabullenemeyen Cyril, tek varlığı olan babasının sevgisini kazanmak için yetimhaneden kaçar.
İzini bulduğu, ilgisiz, sevgisiz babasının kendisiyle artık yaşamak istemediğini öğrenen Cyril’in dünyası yıkılır. Asi, öfkeli, isyankâr bir çocuğa dönüşen Cyril’in önünde iki yıl vardır.
İNSANCIL, MODERN BİR MASAL
Ya tesadüfen tanıştığı, mahallenin anaç kadın berberi Samantha’nın (Cecil De France) koruyucu anneliğini kabul edip, onun evine taşınacak ya da yetimhaneye dönecektir.
Kendisi uğruna sevgilisinden ayrılan Samantha’nın onu ne kadar çok sevdiğinin farkında değildir. Zira Cyril’in sevgi nosyonu yoktur. Bu duyguyu şimdiye kadar kimse kendisine yaşatmamıştır.
Aslında bu sevgiye, içinde biriktirdiği hiddeti yatıştırmak için çok ihtiyacı vardır. Samantha’nın yanında, yeni bir hayata adapte olma sancıları çeken Cyril, mahallede bir suç çetesi kurmuş hilebaz bir torbacının tuzağına düşer. Cüretkarlığına ve cesaretine hayran kaldığı torbacının gözüne girmek için bir suç işleyince, polisin eline düşer.
Cyril’i düzgün bir hayatın içine çekmeye, azimli bir kararlılıkla sürdüren, koruyucu anne Samantha’nın, karşısına çıkan engeller karşısında pes etmeye niyeti yoktur.
Dardenne’ler, hayatında biri tarafından ilk kez sevilen, sevgiyi keşfeden bir yeniyetmenin psikolojisini, insanın yüreğini ısıtan bir sinema dili eşliğinde işliyor.
Dardenne Kardeşler filmlerini bir müzik partisyonunun dört bölümü şeklinde ele almışlar. Beethoven’in 5. Senfonisi eşliğinde, ilk üç bölümde, basit bir dilde, annesini tanımayan, babasını kaybetmek istemeyen bir çocuğun çırpınışları, anlatılıyor. Son bölümde, hiç ummadığı bir kadından, “anne şefkatinin” ne olduğunu keşfeden Cyril’in topluma kazandırılma öyküsü var.
Duygu sömürüsü tuzağına düşmeden, etkileyici ve duygusal bir tonda, Dardenne Kardeşler “Bisikletli Çocuk”ta, dokunaklı ve gerçekçi modern bir masal anlatıyorlar.
Sık sık çalınan bisiklet, bana sinema tarihinin en büyük başyapıtı olan Vittorio de Sica’nın “Bisiklet Hırsızları / Ladri di Biciclette”yi hatırlattı. O filmin sevimli çocuk kahramanı Bruno’dan 5-6 yaş büyük olan Cyril’i harika biçimde seçilmiş Thomas Doret başarıyla canlandırıyor.
Dardenne Kardeşlerin Belçika aksanıyla konuşmasını istedikleri (esasen Belçika doğumlu), deneyimli Fransız aktris Cecile De France, sevecenliğiyle filme çok şey katıyor. Baba rolünde Dardenne’lerin fetiş oyuncusu Jeremie Renier bu dördüncü birlikteliklerinin hakkını veriyor.
Kariyerlerinde ilk kez açık havada ve yaz aylarında film çeviren Dardenne Kardeşler, gün ışığındaki, insanın içini ısıtan görüntüleriyle, atmosfer yaratmadaki becerilerini sergiliyorlar.
TENİS MAÇI TADINDA SOSYAL TAŞLAMA
Roman Polanski, Fransa’da yaşayın Yahudi yazar Yasmina Reza’nın Tony Ödüllü “Acımasız Tanrı / God of Carnage” adlı tiyatro oyununu sinemaya uyarlarken, eğlenceli bir sosyal taşlamaya imzasını atmış.
Tenis maçı heyecanıyla izlenen bu keyifli film, parkta kavga eden iki çocuğun ebeveynlerinin bir dilekçe yazmak için bir araya gelmelerinden sonra yaşananları, kara mizah kalıpları içinde anlatıyor.
50 yıllık sinema kariyerine 5 Oscar, 4 Cesar, 2 Bafta, birer Altın Palmiye ve Altın Küre Ödülü sığdıran Roman Polanski, çocuk yaşta Holokost sırasında hayatta kalmayı başarmış bir Polonya Yahudisi.
“Piyanist”, “Çin Mahallesi” gibi başyapıtların yaratıcısı olan Roman Polanski, tek mekânda az karakterle gerilim yaratıp, insan ruhunun karanlık labirentlerinde dolaşmayı seven bir yönetmen.
Kendisine uluslararası şöhreti getiren “Sudaki Bıçak”ın (1962) konusu küçük bir yelkenlide, üç kişi arasında geçiyordu. “Tiksinti” (1965) ve “Kiracı” (1976) “Ölüm ve Bakire” (1994) hep kapalı mekanda geçen, gerginlikleri incelikle işleyen filmler.
Polanski, Yasmina Reza ile müştereken yazdığı senaryoda, oyunda Paris’te geçen konuyu New York’a taşıyor. İki Brooklyn’li küçük burjuva ailesi arasında, erkek çocuklarının kavga etmesinden kaynaklanan ziyaret faslı, zamanla bir hesaplaşmaya dönüşür.
Nezaket sınırları içinde başlayan gecede, (biraz da aldıkları alkolün tesiriyle) iki aile arasında gerilim yükselir dört karakterin gerçek yüzü ortaya çıkar.
Kavga sırasında arkadaşının iki dişini kıran çocuğun annesi (Kate Winslet) bir finans danışmanı, babası (Christoph Waltz) hayatta mesleğinin dışında hobisi bulunmayan megaloman bir avukattır. Kurbanın annesi (Jodie Foster) yazar, babası (John C. Reilly) sağlık malzemeleri toptancısıdır.
Ailelerin tanışma faslında, 4 karakterimiz de aşırı uygar, anlayışlı, nazik ve olgun bir tavır sergilerler, birbirlerine kibar iltifatlar için yarışırlar. Mantıklı bir tartışmanın yerini, küçük laf geçirmelerle başlayan müthiş bir kavga ortamı alır. Cinsiyetler arası savaş, karı-koca kavgaları, bencillikler, hoşgörüsüzlük, saygısızlık, uygar görünen çiftleri canavara dönüştürür. İnsanların gerçek doğasının ortaya çıkmasıyla, küçük burjuvalarımızın cilası dökülür, velilerin çocuklarından daha çocuksu olabileceği su yüzüne çıkar. İnsanların nasıl canavara dönüşebileceği, karakterlerin nasıl taraf değiştirebileceği, bilinç altında yatan hırsların ve kinlerin nasıl kusulduğu, bir kızgınlık ortamında meydana çıkar. Doyumsuz oldukları ortaya çıkan çiftler arasındaki ilişki yapaydır, başarılı bir iş hayatı olan 4 kişi, aslında tatminsizlik ve mutsuzluk içinde yüzüyordur.
Yasmina Reza-Roman Polanski ikilisi, üst sınıf bireyleri olarak bilinen kahramanlarının yüzündeki nezaket maskesini indiriyor, mizahi bir dille iki yüzlülüklerine ayna tutuyor.
“Filmin yüksek tempolu mizanseni, kamera hareketleri, dinamik kurgusu ve müziği kusursuz. Roman Polanski doğaçlamaya izin verdiği oyuncularını çok iyi yönetmiş.
Paris’teki oyunda harikalar yaratan Isabelle Huppert’in rolünü sinemada üstlenen Jodie Foster’in abartılı performansı filme zarar veriyor. Saldırgan çocuğun annesini canlandıran Kate Winslet, cilası dökülen burjuva kadınını başarıyla yansıtıyor.
John C. Reilly, babacan, hoşgörülü, sevgi dolu eşi, bilenen rahatlığıyla canlandırırken, Devlet Tiyatrosu’nda Zafer Algöz’ün oynadığı avukat rolünde Christoph Waltz, müthiş performansıyla oyuncu kadrosunda öne çıkan kişi oluyor.
Quentin Tarantino’nun “Inglourious Basterds”inde Oscar kazandıktan sonra yıldızı süretle yükselen Waltz, sürekli çalan cep telefonlarında, emir veren, kendince çözüm üreten kibirli avukat rolünde, tüm izleyicilerin nefretini kazanmada çok başarılı.