“Şimdiki aklım olsaydı” ya da “iyi ki yapmışım”… Hayat tecrübesi denen şey sanırım bu iki cümleden çıkarttığımız derslerden ibaret!
Dünya Göz Hastaneleri Koordinatörü Meri İstiroti, tam da bu bağlamda ikinci kitabı ‘Otuz Yaşa Mektuplar’da, 50’sini devirmiş, mesleğinde başarılı, yaşadıklarının muhasebesini yapmış 45 ünlü ismin yaşam deneyimlerine yer veriyor Uzun yıllar bir sağlık kuruluşunda yönetici olarak çalıştınız; 2010’da çalıştığınız kurumdaki doktorlarla ilgili anılarınızı ve kişisel görüşlerinizi içeren ‘Son Söz Doktorların’ı kaleme aldınız. İlk önce bu kitaptan söz edelim mi?
22 seneden beri özel sağlık sektöründe yönetici olarak çalışıyorum ve doğal olarak uzun yıllardır doktorlarla dirsek teması içindeyim. Tabii ben hep işin finansal ve yönetim tarafında oldum. Ancak mutfağın arka tarafında, bu insanların her gün nasıl riskli kararlar almak zorunda kaldıklarını gördüğüm için biraz mutfağın kapısını aralamak istedim. Burada çok ilginç anlar, traji-komik olaylar yaşanıyor, anılar biriktiriliyor. O yüzden de farklı branşlarda, mesleğinde başarılı, Türkiye çapında tanınmış hekimlerin doktorluğa başladıkları günden röportajın yapıldığı döneme kadar geçen zaman dilimi içinde yaşadıkları ve onları etkileyen bir veya daha fazla anıyı bu kitapta topladım. Kimi zaman ağlatan, kimi zaman güldüren bu anıların vesilesiyle aldıkları riskli kararların arkasında yaşanan deneyimler, hastanın hayatını şekillendiren unsurlar var. Bir de bu pencereyi açmak istedim hastalara ya da topluma. Röportaj yaptıklarımın arasında sadece çalıştığım kurumun değil farklı sağlık kuruluşlarının hekimleri de vardı.
İkinci kitabınız ‘30 Yaşa Mektuplar’ daha çok yeni, içeriğini biraz anlatır mısınız?
‘30 Yaşa Mektuplar’ Doğan Kitap’tan çıktı. Bir kitaptan çok bir derleme aslında. Kahramanlarım 50–55 yaşını geçmiş, tecrübeli, toplumun çeşitli meslek gruplarında, sosyal sorumluluk projelerinde veya farklı profildeki işlerde görev alan başarılı insanlar. Toplumun örnek aldığı bu kişilere, ki aralarında Sami Kohen, İshak Alaton, Bensiyon Pinto, Rav İzak Haleva, Ermeni Patriği Vekili Aram Ateşyan, Hülya Koçyiğit gibi isimler var, gidip dedim ki, “Bugünkü deneyimleriniz ve bilgi birikiminizle yirmili, otuzlu yaşlara geri dönmüş olsaydınız hayatı yeniden nasıl yaşardınız? Keşkelerinizi nasıl bertaraf ederdiniz ve günümüz gençlerine neler söylerdiniz?”
Yaptığım röportajları onların ağzından, kendi otuzlu yaşlarına yazdıkları bir mektup formatına dönüştürerek ve onaylarını alarak bu kitabı derledim. Amacım gençlere ulaşmak. Günümüz gençliğinin çok yüzeysel değerlerle yaşadığını, yaşama sadece maddiyat penceresinden baktıklarını düşünüyorum, kıssadan hisse bir yere varmak istiyorlar ama hayat o kadar da kolay değil! Kitabımda yer verdiğim bu kişilerin mesleklerine göre, modadan sanata, ticaretten din adamlığına çeşitli alanlarda engin tecrübeleri var. Dolayısıyla biraz mentorluk, koçluk yapacak bir kitap olsun istedim. Gençler, yürüyecekleri yolda başlarına geleceklerde o fevri duruş yerine belki kitapta okuduklarından feyiz alarak farklı bir yolculuk sürebilirler. 44 kişi var kitapta, 45. de benim. Aslında henüz o yaşlarda değilim ama kitabın derleyicisi olarak kendimde o hakkı buldum.
Neden otuz yaşı hedeflediniz?
Aslında otuz yaş bir sembol; kişiliğinizin biraz daha oturduğu, atılımlar yaptığınız bir yaş, ama yirmili yaşlarda olanlar da okuyabilir, daha doğrusu herkes okuyabilir. Ben bile onları heyecan ve ilgiliyle dinledim. Kitabı onların duygularından aldığım feyiz ile kaleme almaya çalıştım.
İki kitabımın ortak bir yanı var. Satışlarından elde edilen gelir bazı kuruluşlara yönlendiriliyor. İlk kitabım doktorların deneyimlerini içerdiği için bir misyon olarak yine sağlık sektörüne geri dönsün istedim. Gebze’de gönüllü bir kuruluş olan Lokman Hekim Vakfı, o çevredeki insanlara bedelsiz sağlık hizmeti sunuyor. Kitabımın geliri oranın radyoloji cihazlarını yenilemek için kullanıldı. Otuz Yaşa Mektuplar’da ise eğitimsel bir boyut olduğu ve mentorluk hedefi taşıdığı için, ayrıca sağlıkçı olarak Türkiye’de bu alandaki açığı görmem nedeniyle, kitabın geliri tıp fakülteleri öğrencilerine destek bursu olarak kullanılacak. Özellikle Acıbadem Sağlık Vakfı’na başvuran ve burs arayan öğrencilere buradan fon yaratıyor olacağız. Dolayısıyla bunu bir şekilde kişisel bir sosyal sorumluluk projesi olarak uyarlıyorum.
Siz sahip olduğunuz birikimle bugün otuz yaşınızda olsaydınız neler yapardınız?
Tez canlı ve mükemmeliyetçi biriyim ama zaman bana şunu öğretti: su her zaman akacağı yolu buluyor. Tabii olduğum yere çok çalışarak ve hedefe kilitlenerek geldim, ama o kadar üzülmeme, kaygılanmama gerek yokmuş. İş hayatında biraz daha rahat olabilirmişim. Bir insan başarılıysa ve amaca odaklanıyorsa zaten olması gereken gerçekleşiyor. Özel hayatımda da çok güçlük çektiğim durumlar oldu, aynı şekilde bazı şeyleri gereğinden fazla zorlamamak gerektiğini düşünüyorum. Toplumda hangi rolleri taşıyorsak; eş, anne, iş kadını ya da evlat olarak, sebat etmek çok önemli ve değerli. Ama bu sebat eğer esas bünyeden almaya, çalmaya ve seni eritmeye başlıyorsa bunun sınırlarını iyi çizmek gerekiyor. Herhalde geri dönebilseydim bütün bunları daha bilinçli yaşardım. Verici olmanın da bir sınırı olması gerektiğini düşünüyorum.
Günümüz gençliğinin, istisnaları saymazsak fazla kitap, gazete okumadığını, vaktini bilgisayar başında geçirdiğini biliyoruz. Bu anlamda kitaplarınızı internet ortamına taşımayı düşünüyor musunuz?
Kesinlikle düşünüyorum. Facebook ve Twitter’de bir takım projeler olacak. ‘Otuz Yaşa Mektuplar’ı Doğan Yayın Grubu, dijital bir kitap olarak yayınlayacak. Bir de, her ne kadar sadece ünlü isimlerle konuşmuş olsam da, herkesin deneyimlerini paylaşacağı dijital, farklı bir platform oluşturmayı planlıyorum. Umarım bu ortamı yaratmayı başarırım ve gençlere bu kitabın dışında da ulaşabilirim.
Artık Acıbadem Hastaneleri bünyesinde çalışmadığınız halde kitabınızın gelirini oradaki vakfa bırakıyorsunuz; bu konuyla ilgili ne söylemek istersiniz?
Acıbadem Hastaneleri’ndeki görevimden iki sene önce ayrıldım. Burada kültürel bir değişim yaşanıyordu. Ayrıca birçok şeyi yerine oturtup, yaptıklarım da belli bir olgunluğa erişince bir profesyonel olarak başka yerlerden gelen teklifleri değerlendirmeyi tercih ettim. Ama ne hastaneyle ne de Acıbadem Üniversitesi ve Vakfı ile olan ilişkilerim kesildi. Ben vakfın yönetim kurulu üyelerinden biriydim. Dolayısıyla bir üniversite kuruluşunda yer aldığım için gençlerin oraya hangi ihtiyaçlarla başvurduklarını bizzat gördüm. O yüzden bu fonlamayı bildiğim, görev aldığım bir yer üzerinden yapmak bana çok doğal geldi. Kitabın ilk üç bin adedini Acıbadem Vakfı satın aldı zaten direkt olarak, bu da beni çok onurlandırdı.
Aynı projeyi sadece bizim cemaat profilimizde yer alan kişilerle, Ulus Musevi Lisesi’ndeki öğrencilere burs sağlamak için de yapabilirim. Cemaatimizde kırk yaş üstü çok değerli sanatçılar, yazarlar ve başka meslek gruplarından insanlar var. Yeter ki şartlar sağlansın ve destek çıkılsın, özellikle kitabı yayınlamak için Şalom Gazetesi’ne iş düşüyor!
Kitap satışı nasıl gidiyor?
İlk kitabım bir sene içinde üç baskı yaptı, halen satılmaya devam ediyor. Otuz Yaşa Mektuplar’ı da dördüncü çocuğum olarak görüyorum. Yolda bir kitabım daha var ama bu pazarlama ile ilgili mesleki bir kitap olacak. Yazmak benim hobim herhalde; iş saatleri dışında kendime ayırdığım, nefes aldığım zaman diliminde keyif aldığım bir uğraş…