Kentlerin duvar kokularında geçmişle yüzleşmek

Joachim Seinfeld’in ‘Komşular: Şimdi-Geçmiş… ve arasındakiler’ adlı sergisi 30 Ekim’e kadar Schneidertempel Sanat Merkezi’nde izlenebilir. Sergininin açılışında bulunmak üzere İstanbul’a gelen sanatçıyla yapıtlarını konuşma fırsatı buldum.

Tamara PUR
5 Ekim 2011 Çarşamba

Birey özgürlüğü ile tanımlanır, rolleriyle değil” der André Gorz...

Joachim Seinfeld ile yaptığım söyleşide ‘özgür insanı’ sorguladım. Yaşamın sundukları ile yetinmeyip kendini bir adım öteye atan, araştıran, yeniden yaratan, sorgulayan insan mıydı özgür insan? Bunun yanı sıra geçmişi bilmek, bellek aralıklarında dolaşmak da gerekmiyor muydu özgür olmak için?

Söyleşiyi okuduktan sonra siz karar vereceksiniz!

Serginizin adı dikkatimi çekti. Sergi, şimdiden geçmişe ve geleceğe köprü kurarken arasındakiler mi bize ayna tutuyor?

Şimdilerde dünyadaki şehirler gittikçe daha modern, daha yapay, daha süslü olma yolunda. Oysa onun altında geçmiş yatıyor. Burada daha önce kimlerin yaşadığını hiç sorgulamıyoruz. Orada yaşayan insanlar, daha evvel yaşayanlardan sonra geldi. Rum’u, Yahudi’si, Hıristiyan’ı hep birlikte birbirlerine geleneklerini öğreterek çoğalıyorlardı. Berlin’i düşünürseniz, şehri tamamiyle yıkıp yeniden inşa ettiler. Aslında irdelememiz gereken şehrimizin nereye gitmesini istediğimiz, birkaç yılda nasıl gelişmesini istediğimiz. Şehrin gelişmesi tarihi ile bağlantılıdır. Geçen sene Türkiye’ye geldiğimde Tophane’deki galerileri gezdim, çok beğendim. Ne yazık ki, çok üzücü olaylar oldu (galerilere olan saldırıdan söz ediyor). Berlin’de de eylemler olur, daha farklıdır ama korku aynı korku… Nişantaşı’ndaki galerileri gezdiğimde aradaki uçurumu gördüm.

Bu çalışmamda 1900–1930 yıllarını, savaş sonrası yaşanan sosyalist dönemi ve kapitalizmin yarattığı değişimi sorgularken kendi geçmişime de dönüp baktım. Budapeşte’de çalışırken Yahudi mahallesine yakın, küçük bir semtteki fotoğraf stüdyosundan 1900’lerden kalma bir takım eski fotoğraflar aldım. Fotoğraftaki insanlar Yahudi’ydi. Bugün orada yaşayan yaşlı Yahudi, İsrailli ve Macarların fotoğraflarını çektim ve dört eski evden duvar freskini söküp fotoğrafa monte ettim.

Tekniğinizin bir adı var mı? Bu tekniği nasıl oluşturdunuz?

Küratörüm Denizhan Özer eserlerime fotopentür adını koydu. Benim resim geçmişim de var. Eserlerim aynı zamanda pentür özelliğini taşıyor. Floransa Sanat Akademisi’nde öğrendiğim duvar resimlerini sökme tekniği ile geliştirdim tarzımı. Yıllar önce Oldenburg’da küçük bir kasabada evleri restore ediyordum.  Fresk sökme sanatını nasıl kullanacağımı bilmiyordum. O zamanlarda fotoğraf emülsiyonu eğitimi aldım. Berlin’e geri döndüğümde bu iki tekniği birleştirmem gerektiğini düşündüm. 90’lı yıllarda Berlin yenileniyordu. Eski evleri yeniden inşa ya da restore ediyorlardı. Her başka bir şehre gittiğimde, Slovenya ve Budapeşte’de yaptığım gibi, eski duvar örnekleri alıp çalışmalarıma başladım. Bunu seneye İstanbul’da devam ettirmek istiyorum. O kadar çok anım var ki... Büyükannemden kalma hatıralarım,  Auschwitz ve Holokost’tan… Ailemle ilgili hatıraları canlı tutmak istedim. Almanya’da bir Yahudi olduğumun hatırlanmasını istedim.

Jorge Amado, “Çocukluğumuz anayurdumuzdur” der. Bize anayurdunuzdan bahseder misiniz?

Paris’te doğdum. Babam Viyana’dan Filistin’e 1938’de göç etmiş. Çok lisan bilirdi ama hep Viyana aksanıyla konuşurdu. Almanca konuşan bir medeniyete geri dönmek istedi. Avusturya çok yakındı. Orada annemle tanıştı. Annem Alman Yahudisidir. Büyükannem Auschwitz’de savaş mağduru olmuştu. Ben ise Münih’te büyüdüm. Hayatımın ilginç durumlarından biri de, o dönemde İsrail pasaportu almam oldu. Fakat her zaman yaşamıma bir Alman vatandaşı olarak devam ettim. Eğitimimi aldığım dönemde altı yıl İtalya’da bulundum. Şimdi Berlin’de dört yaşındaki kızım ve eşimle yaşıyorum.

Okullarda eğitim veriyorsunuz, gençlerin ilgisini nasıl buluyorsunuz?

Berlin’deki Yahudi müzesinde öğrencilere tekniğimi tarih bilgileri ile aktardığımda daha çok ilgilerini çekiyor. Krakow’da ve Belçika’da ders veriyorum. Öğrencilerin ilgisi, nereden geldikleriyle çok ilintili.  İtalyanlar çok ilgili, Fransızlar daha az, Almanların ise hangi bölgeden geldiklerine bağlı.

Bizle birlikte söyleşiye katılan küratör Denizhan Özer’e soruyoruz...

Joachim’in sanatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Sergi bugün neden bu kadar önemli?

D.Ö: Günümüzde postmodernleşme ile birlikte belirli bir köksüzleşme başladı. Postmodernizm tarihi reddeder. İmajlar her zaman bir katman gibi üst üste gelir. Reklâm, film... Öyle ki, iki saat önce ben ne seyrettim diye sorarsınız, hatırlamazsınız. Bence Joachim’in en önemli özelliği belleklerimize yeniden kavuşmamızı sağlayan olguyu bize taşıması. Özellikle genç neslin bu sergiyi görmesini çok istiyorum. Geçmişten alınan çok dersler var. Özellikle Yahudi toplumunun acılarının unutulmaması gerekiyor. Onun bize bunu hatırlatması ve bire bir yaşadığı kentlerde duvar kokularını alması, o yaşayan insanların o döneme ait belgeleri de taşıması yeniden belleklerimize, geçmişe geri dönmemizi sağlıyor. Ve bize sunulan gerçeklerin arkasında başka gerçekler olduğunu da gösteriyor. Tema olarak beni çok etkilediği için sanatçımızı Çanakkale’ye çağırdım. TÜYAP Sanat Fuarı, Art Bosphorus, “Karşıt Söylemler, Değişken Gerçekler” (Kare sanat) sergileri oldu.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

‘Slowfood mouvement’ı biliyor musunuz? (Çağımızda insanların yediklerinin ne olduğuna, nereden geldiğine, tadının nasıl olduğuna ilgileri azaldığı bu dönemde, organik tarımla, emekçi ve çiftçilerin el ele verdiği bir örgüt). Ben de ‘slowlooking’ (anlayarak bakmak) eylemini çok seviyorum ve çalışmalarıma uyguluyorum. Çünkü bugün her şeyi çok çabuk, üst üste yaşayıp tüketiyoruz.

“Daha yavaş bir hayat bizi hızla yol aldığımız yok oluştan kurtaracak tek seçenektir.” Diğer söylemek istediğim ben ‘Yahudi sanatçı’ değilim. Evrensel ve dünya sorunlarına eğilen bir sanatçıyım.

Sanatçıya ve sergi küratörü Denizhan Özer’e bu keyifli söyleşi için teşekkür ederken gelecek için bir farkındalık yaratacak bu sergiyi mutlaka izlemenizi öneriyoruz.