Okul öncesi eğitim günümüzde büyük önem kazandı. MİNİX, Anadolu yakasında eğitim veren bir yuva. Burada çocuklar sadece oyun oynamıyorlar… Peki, biz veliler bunun ne kadar farkındayız? 5 Eylül tarihinde eğitime başlayan MİNİX’in yeni müdürü Doli Levi ile yuvada verilen eğitimi ve hedeflerini konuştuk
Ekim ayında dini bayramlar nedeniyle tatil olacağımızı öngörerek 5 Eylül’de eğitime başladık. Böylece bir ay süreyle çocukları ve velileri değerlendirme şansımız oldu.
Minix’te eğitim verdiğiniz kaç sınıf var?
2009-2008, 2007 ve 2006 doğumlulardan oluşan dört ayrı sınıfımızda toplam 36 öğrencimiz var. Ayrıca 2010 doğumlulara yönelik oyun ve düzgün iletişim kurabilme destekli “anneli oyun grubu”nda da 5 çocuğumuz her pazartesi günü anneleriyle birlikte gelerek, iki saate yakın hem eğitim alıyorlar, hem oyun oynuyor, hem de psikolog görüşmesi yapabiliyorlar. Bizler de eğitimci olarak, ‘çocuğunuza nasıl yönerge verebilirsiniz’, ‘çocuğunuzla nasıl göz kontaktı kurabilirsiniz’, ‘çocuğunuz sizi dinliyor mu?’, verilen müziklere tepkisi gibi konularla yön vermeye çalışıyoruz. Beş duyuya uygun verilen çalışmalarda çocuklar hangi bölümlerinde güçlüler, hangi bölümlerinde zayıflar… Çünkü bu dönemde beş duyudan çok, büyük kas gelişimi çok önemli… Büyük kas gelişimine baktığımızda, zayıf olanlarını iki hafta içinde farklı bir boyuta çıktığını gözlemledik. Annesiyle hiç göz kontaktı kurmayan çocuğun, annesiyle göz kontaktı kurması sağlandı. Bu bir ay içinde, bizim bile erken çocukluk dönemi dediğimiz eğitimde bir adım ileri gittik. 2010 doğumlularla bugüne kadar çalışıldığını hiç zannetmiyorum. Özel eğitimci olduğum için bu konuya önem veriyorum. Zira hastanede sorunlu çocukların tespiti yapılması gerektiğinde, bu çalışmalara başlanır.
Diğer gruplarda eğitim nasıl gerçekleşiyor?
Diğer dört sınıfımızda ise yarım güne yakın İngilizce eğitim alıyorlar. Çocuklar yabancı dile yatkınlar, günlük yaşamlarında da Türkçe ile İngilizceyi bir arada kullanıyorlar. Ekim ayından itibaren 2009’luların sınıfı hariç diğer gruplara yönelik kitap çalışmaları, Montessori ve çocuğun kendi beden dilini ve kendini tanıması açısından önemli olan Orff çalışmalarına başladık.
Orff ve Montessori sistemleri nedir?
Orff, beş duyu organına hitap eder fakat Montessori’yi temel aldığı için birbirini tamamlayan eğitim sistemleridir. Montessori Maria Montessori’nin kurduğu bir sistemdir. 1. Dünya Savaşı’nda öksüz ve yetim çocuklar için kuruldu fakat gerçekten bir insanın yetişmesinde, kendisini tanımasında ve ileriye gitmesinde temel teşkil eden bir eğitim. Kendi materyalleri ile yapılıyor. Beş ayrı programı var. Günlük yaşama öz bakım becerilerinin geliştirilmesiyle başlanıyor, daha sonra genel kültür gibi çalışmalara yol açıyor. Burada hedeflediğimiz; öncelikle büyük kas gelişimi, sonra küçük kas gelişimi okuma yazmaya geçmeden önce tüm bunların tamamlanması. Bir de çocuğun bilişsel olarak üç parmak kası dediğimiz kaslarıyla uyum sağlayabilmesi. Çünkü bilişselden parmağa giden yolda dil de gelişiyor. Dil gelişimi çocuğun kendini ifade edebilmesi için çok önemli. Aksi takdirde çocuk sorun yaşıyor ve bu ne denli çabuk açılabilirse parmak kaslarıyla paralel olduğu için, çocuğun gelişiminde bir hızlanma görülüyor. Bu da arkadaşlarıyla uyumu, özgüveni, insanlar içinde sosyalleşmenin kolay yollarını bulabiliyor. Montessori’nin yaşama bakış açısı, çocuklara yaşam biçimi vermede kattığı büyük anlamlar var. Fakat bunun için yetkin kişi olmanız gerekiyor. Bu programların çok iyi bir uygulayıcısı olmanız gerekiyor. Bu programları yapıyoruz, dönem dönem velilere de bilgi gönderiyoruz. Çocuğunun gelişmelerini veliler de takip edebiliyorlar. İlk günden itibaren diş fırçalamaya başladık… Böylelikle öz bakıma ilk adım atıldı.
Matematik eğitimine çok önem veriyoruz. Çünkü ülkemizde ilkokul birinci sınıfta okuma yazmaya çok önem verildiği için matematik ikinci sınıfta başlıyor. Matematiğin temelini çocuk mezun olana kadar veriyoruz. Materyalleri hazır olan Montessori de çok güzel veriyor, hem görsel hem de çocuğun pratikte deneyimlerine açık olduğu için genellemesi de kolay oluyor. Güncel yaşamında kullanabiliyor.
Orff çalışmaları ise; Orff Schulwerk tarafından ortaya atılan Montessori’nin paralelinde sanki devamı gibi bedeni tanımaya yönelik ve bedenle birlikte beş duyuyu daha farklı ortaya koymaya çalışır.
Bunlara destek verirken bazı öğrencilerin daha yavaş bazı öğrencilerin daha farklı öğrendiklerini görüyoruz. Bu da hoşumuza gidiyor. Çünkü onların kendi sistemlerine, algılamalarına göre akran, bireysel ve grup eğitimden yararlanmalarını sağlıyor. Belki evde ailesine bir şeyler göstermek isterken öğrenebilir. Öğrenmenin tek temelli değil, çok farklı temele bağlı olduğunu ve insandan insana değiştiğini gösteren sistemler. Türk müfredat programına destek veren sistemler.
Bahsettiğiniz sistemler diğer yuvalarda da uygulanıyor mu?
Diğer yuvalarda da sistemin materyalleri var. Fakat öğretmen eğer bu programa hazırlıklı değilse, kendini geliştirmemiş ve herhangi bir eğitimi almamış ise basamak basamak ilerleme sistemini bilmediği için çok da sağlıklı çalışmalar olmuyor. Sistemli bir şekilde uygulanırsa çocuğun zihin gelişimi çok hızlı bir şekilde oluyor. Montessori ezbercilik sisteminden çok uzak… Çocuğun tamamen zihin yapısında eğer ona hazırsa ve de istiyorsa yapabiliyor çalışmayı. Eğer katılmak istemiyor ve oradan çıkmak istiyorsa ayırıyoruz. O etkinliği bir arkadaşı yaparken, daha ilginç bularak dahil olmak istiyor. Zaten arkadaşı buna hazır olduğu için akran eğitiminin de destekçisi.
Montessori sisteminin ezbercilikten uzak olduğunu ifade ettiniz. Ancak çocukların sonra devam edecekleri okulların eğitimlerinde ezbercilik olabiliyor. Bu da çocuklara bir sorun oluşturmuyor mu?
Üç-dört yıldır Milli Eğitim Montessori’yi çok önemsiyor. Kendi sayfalarında, seminerlerinde ve kongrelerde hep yer veriyor. Bir çocuk bağımsız olarak 6 yaşına kadar kendi ayaklarının üzerinde sağlam basıyorsa bu çocuğun ezberciliğinden korkmuyoruz. Ezbercilik de olacak. Kendi bilişsel gelişimini geliştirmiş ve farklılıkları gören, merak eden ve sorgulayan çocuk oluyor. Pratikte de deneyimlediği için o sorgulamanın kendinden gelmesinin daha etkili olduğunun farkında, yani bir yerde de farkındalığı gelişiyor.
Çok yoğun bir programda çalıştığınızı görüyorum…
Çok yoğunuz, çocuklar da biliyor. Hiç durmuyoruz onlar da soruyor ‘bundan sonra ne gelecek’in beklentisi içindeler. Bu sisteme kolay uyum sağlıyorlar çünkü hiç de boş vakitleri yok. Hep bir yenilik var sürekli arkadaşlarıyla etkileşim var, sürekli bir yeniliği görmenin kendi özgüvenin de “ben bunu isterim”, “ ben bunu yapabilirim” gibi bir farkındalığın uyanışını yaşıyor ve bundan keyif alıyorlar.
Bu sistemlerin ailelere uyarlaması nasıl oluyor?
Anne-baba okulu kurmak istiyoruz. Çünkü bu adaptasyonda velinin beklentisi ile çocuğun beklentisi örtüşmüyor. Çocuğun bütün hedeflediği yenilikleri nasıl görebilirim, nasıl bulabilirim ve neler var. Zaten bu maceracı ruh, kişi doğduğu andan itibaren kendisiyle birlikte doğanın verdiği bir sistem… İyi ki var… Anne –babaların beklentisi ise; “çocuğum bugün ne yedi?”, “kaç kere tuvalete gitti?”, “uyudu mu”… Kimse “Bu gün ne öğrendi?”, “Bugünkü yenilik ne idi?” diye sormuyor. Çocuğu eve gittiğinde bunları paylaşan velilerin çocuklarını görüyoruz zaten. Çocuk çok özgüvenli, lider ruhlu zaten… Her insanın içinde bir liderlik var, ama bu liderliğin kendi becerisinin alanında olduğunu da biliyoruz. Beceride güçlendikçe, liderliği o alanda yükseliyor.
Kimi veli yemediğinden şikâyetçi, oysa Roş Aşana’da öğle yemek saatimizde Seder masası kurduk, çocukların hepsi sırayla tüm ikramları yedi. Bu sosyalleşmenin verdiği bir olgu, sosyalleşmede ortaya konulan yemekten aldın, aldın. Yoksa aç kalırsın… Bir kere deneyimleyen çocuk, bir dahaki sefere hızla hareket eder.
Aylık bültenleri aybaşlarında değil, çocuk öğrendikten sonra ay sonunda veriyoruz. Çünkü çocuk veliye öğretecek, veli çocuğa değil. Çocuklar bizlerden çok daha ilerideler.
Ana Baba Okulu’nun asıl nedeni, çocuklarıyla sağlıklı iletişim kurabilmeleri. Özellikle ikiz gruplarında olan çocuklarımıza belirli bir standarda ulaşmaları. Ayrı bireyler olduklarını ve ilk doğduğu günden itibaren anne babalara eğer çocukları ayrı birer birey olarak görebiliyorsanız, o zaman onun farkındalığına destek verebilirsiniz. Okulu açmadan bir kaç gün önce oryantasyon yaptık. Üç yaş grubunda bazı özbakım becerilerinde eksikler gözlemledik. Şimdi onların yaklaşık %70’i tamamlandı. Bezli çocuklarım vardı. Üç yaş son limittir. Bu çocuk kendisine bebeksi davranışları getirdiği gibi –kendisini bebeksi gördüğünden- öğrenme güçlüğü de getirir. Anne babalara gerçekte hangi noktaların üzerinde durmamız gerekiyor. Ne zaman arkadaş olmamız gerekiyor, ne zaman anne baba rolümüz. Disiplinle sınırlarımız ne olmalı, iletişimimiz sağlıklı mı? Sağlıklı iletişim nasıl kurabiliriz.
Çocukların ergene erken girmeleri konusunda Çocuk Ergen ve Erişkin Psikiyatrisi Prof. Dr.Yankı Yazgan ile de bu konu üzerinde çok durduk. Televizyon ve çevrelerinden uyarılar alan çocuklar ergene erken giriyorlar, ailelerin de buna hazırlıklı olması gerekiyor. Hala çocuk gördüğü, ergene girmeye başlayan o dokuz yaşındaki çocuğu altı yaşından beri hazırlamış olmak gerekiyor. Anne babanın da ortak kararlar alabileceği bir duruma getirmemiz gerekiyor. Ailelerde ne kadar hızlı gelişim sağlayabilirsek, toplum olarak da birbirimize o kadar farklı bakacağız diye düşünüyorum.
Üstün zekâlı ve gelişimsel yetersizlik yaşayan öğrencilere yönelik çalışmalarınız var mı?
Farklı çocukları görmek ve ortaya çıkarmak çok önemli. Farklılıklarda onlara nasıl destek verebiliriz. 15 yıl önce İngiltere’de disleksiya üzerine eğitim almıştım. Günümüzde ülkemizde de bu konu önemsenmeye başlandı. Çünkü bu çocuklar kaybolup gidiyordu. Bu çocuklara kendi standartlarında eğitim verebilmeyi hedefliyoruz.
Tüm toplum içinde bilişsel (zihinsel değil) olarak farklı gelişimsel statüde olanları fark etmek üzere lisansüstü eğitim yaptım ve özel eğitimciyim. Tüm canlıların öğrenme şekli, davranışları ve ailelere göre yaşam biçimleri, birbirinden çok farklı. Tüm bunlar için dünyanın kabul ettiği tek bir çözüm var; aynı yılda doğan çocukların gerek üstün zekâlı, gerek gelişimsel sorunu olan çocukların bir arada olmaları. Bu toplumsal duyarlılığı yukarıya taşır. Hem bizler, hem de çocuklar eğitilirler. Hedeflenen, herkesin gücü oranında öğrenme standardını bulmak ve eğitimi o şekle sokmak. Zaman aşamasında toplum içinde geriye itilen ve bazı sıfatlar kondurulan çocuklar oluyorlar. Oysa sıfır yaşında tespit edilir ve eş değerde eğitimi almaya başlarlarsa, onların da eğitimi hızlanacak, diğer kişiler de onu olduğu gibi kabul edecek. Onlar da diğer herkesin yapabildiklerini yapabilme gücüne sahip. Herkes kendi standardını bilir yapamadığında geri çekilir. Boş durmak kadar yok edici bir durum olmaz.
Öğrencilerimde herkesin güçlü yönünü öne çıkararak zayıf yönünü oranı kadar güçlendirmeye çalışıyoruz. Keşke böyle çocukları olan aileler bizlere daha fazla müracaat etse…