Sigmund Weinberg olmasaymış, İstanbullular ilk filmi 1896’da değil, daha sonra izlerlermiş… Kamondo Ailesi İstanbul’da olmasaymış, daha pek çok şey olmazmış ama uzatmayayım. Bağdat Caddesi’nin bitişik nizam olmayışını Türkiye’nin ilk şehir planlamacısı Aron Angel’e borçluymuşuz. Yeşil alan olarak düzenlenmiş bölgeye Hilton Oteli’nin yapılmasına karşı çıkışı sonuç verseymiş, hem o Belediye’deki işinden istifa etmek zorunda kalmazmış, hem de bugün daha çok yeşil alanımız olurmuş.OKŞAN SVASTİCS
Güncel
15 SENE ÖNCE KURULAN TÜRK ORDUSU VE İSRAİL DEVLETİ İLİŞKİLERİNİN SİVİLLEŞEN VE DEMOKRATİKLEŞMEYE ÇALIŞAN TÜRKİYE'DE AYNI KANALLARDAN DEVAM ETMESİNİN NEREDEYSE İMKÂNSIZ OLDUĞUNU ÖNCELİKLE 15 SENE ÖNCE DE BAŞBAKAN OLAN NETANYAHU'NUN HÜKÜMETİNİN ANLAMASI GEREKİYOR
Türkiye ve Ortadoğu'da 15 seneden bu yana yaşanan bu değişimler 15 sene önce kurulan Türkiye ve İsrail ilişkilerinin doğasında da farklılıkları beraberinde getirdi. 15 sene önce kurulan Türk ordusu ve İsrail devleti ilişkilerinin sivilleşen ve demokratikleşmeye çalışan Türkiye'de aynı kanallardan devam etmesinin neredeyse imkânsız olduğunu öncelikle 15 sene önce de başbakan olan Netanyahu'nun hükümetinin anlaması gerekiyor. Halkın içine sinmeyecek bir dış politika çizgisinin demokratik ülkelerde uygulanmasının zorluğu göz önünde bulundurularak kalıcı barış için gerekli adımlar atılmadan kamuoyu nezdinde muteber bir yer bulunamayacağı da hatırda tutulması gereken unsurlar arasında yer alıyor. Ayrıca Arap Baharı'nın başlaması ve yayılmasının bölgedeki yansımaları göz önüne alındığında Ankara ve Tel Aviv'in Yeni Ortadoğu'da güvenlik ve özgürlük dengesinde alacakları pozisyon da ayrı bir önem kazanıyor. Bu süreçte eski pozisyonlar ve bölgesel perspektifler değişmeden sadece aktörlerin değişiminden medet ummak ve arabuluculara bel bağlamak da beyhude çabalar olarak kalmaya mecbur görünüyor.
Dr. Kılıç Buğra Kanat
İLİŞKİLERİN KÖTÜ DÜZEYDE SEYRETMESİNİN TEMELİNDE TÜRKİYE'NİN OLMAZSA OLMAZLARINDAN OLAN 'TAZMİNAT, RESMÎ ÖZÜR VE GAZZE'YE YÖNELİK ABLUKANIN KALDIRILMASI' ŞARTLARI DEĞİL, İSRAİL'DE BULUNAN KURUM VE KURULUŞLARIN 'YENİ TÜRKİYE'YE KARŞI SERGİLEMEK İSTEDİKLERİ TAVRIN BELİRSİZLİĞİ ETKİLİDİR
Bugün İsrail ile bozulan ilişkilerin başlangıcı dünyanın terörist kabul ettiği Hamas'ın seçimleri kazanmasıyla başlar. Dönemin siyasi büro şefi Halid Meşal'in Ankara'da konuk edilmesi Amerika'daki Yahudi lobisinin ve İsrail hükümetinin sert tepkisiyle karşılanır. Sonrasında gelen Lübnan ve Gazze saldırılarıyla ikili ilişkiler kötüye giderken, Davos'taki 'One Minute' çıkışı ve Mavi Marmara baskınıyla sivillerin kaybı ilişkileri dondurma noktasına getirdi. İlişkilerin kötü düzeyde seyretmesinin temelinde Türkiye'nin olmazsa olmazlarından olan 'tazminat, resmî özür ve Gazze'ye yönelik ablukanın kaldırılması' şartları değil, İsrail'de bulunan kurum ve kuruluşların 'Yeni Türkiye'ye karşı sergilemek istedikleri tavrın belirsizliği etkilidir. Bunun sonucu olarak da, rasyonel olmayan İsrail politikaları, hükümetin yapısı, dış politika'da yaşanan tutum ve davranışlar gelmektedir. Hal böyleyken, 120 kişilik Knesset'te 12 parti ve içerisindeki 6 partili koalisyonun tutumu İsrail'in yeni paradigmalar oluşturmasına zaruri ihtiyacının olduğunu gözler önüne sermekte. Ortak aklı ve hareketi sağlayamayan koalisyonun birbirinden çok daha farklı dünya görüşlerine sahip olması da mevcut statükoda tutarlı davranışlar sergileyememesine neden olabilmektedir. Temmuz ayı ortalarında İsrail Dışişleri Sözcüsü Yigal Palmor'ın 'Ordu ve subaylara açılan davalardan rahatsızlık duyabileceği ama bunun ordu ve savunma bakanlığının resmî görüşü olmayacağını' açıklaması üzerine İsrail'de tutum ordu-asker üzerine yoğunlaşma göstermişti. Uluslararası alanda İsrail askeri üzerine açılabilecek davalarda askerin rahatsız olduğunu gözlemleyebilen Türkiye, özür konusunda çok daha rahat hareket edebilirdi. Bunu, geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen Beşiktaş-Maccabi Tel-Aviv karşılaşmasına asker olan oyuncuların getirilmesinde yaşanan kriz ile teyit edebiliriz. 'Olası bir tutuklama kararı' çıkabilir düşüncesine kapılan İsrail Savunma Bakanlığı ve Netanyahu hükümeti bunu önlemek adına oyuncuları Türkiye'ye göndermeme kararı almıştı. Türkiye'nin tavrının kararlı ve net olduğunu gören İsrail Savunma Bakanlığı içerisindeki genç subayların bu yönde çekincelerinin olduğu görülüyor.
Emrah Usta
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1186952&title=yorum-emrah-usta-yeni-ortadogu-eski-israil
O YÜZDEN ATOM-MATOM YOK KARDEŞİM, UNUTUN!
İsrail’i ‘tehdit’ olarak görmek için 50 tane daha neden sayarım size...
Ama atom bombası mevzusuna hiç girmem!
Çünkü atom bombasından bahsedecek olursam başta Amerika’yı sonra Fransa’yı, Çin’i, İngiltere’yi, Hindistan’ı, Pakistan’ı ve Kuzey Kore’yi de tehdit olarak saymam gerekir.
Hadi onlar uzak...
Burnumun dibindeki Rusya’yı ve İran’ı ne yapıcam?
İyisi mi bu atom bombası bahsini hemen kapatalım.
Mazallah kendini bilmezin biri çıkıp, “Amerika’nın İncirlik’te ‘beslediği’ atom bombalarına niye ses çıkarmıyorsunuz?” diye sorar...
Apışıp kalırız.
O yüzden atom-matom yok kardeşim, unutun!
Candaş Tolga Işık
İSTANBUL, DEĞİL İSTANBUL OLMAK, DAHA KONSTANTİNOPOLİS (MS 330) ADINI BİLE ALMADAN ÖNCE YAHUDİLER’İN VATANI OLDUĞUNDAN, KİM BİLİR DAHA NELER NELER VARDIR BİLMEDİĞİMİZ
Bakkallık yapan halası, babası evi terk etmiş olan 12 yaşındaki eczacı çırağı dayıma öğlenleri parayla ekmek arası kavurma satarken, Aşkenaz komşularının üst kata tencere tencere yemek taşıması nedeniyle, dostluğun akrabalıktan daha mühim bir şey olduğunu öğrendim. Osmanbey’de otururken komşum Sara Kazes’ten vişne likörü yapmasını, yaşlanınca güzel kolyeler takıp evde bile rujsuz oturmamak gerektiğini öğrendim. İstanbul’a bir buçuk metre kar yağdığı bir kış günü ona götürdüğüm zerzevatı almayı reddedip de kalbimi kırınca da, alabilmenin vermek kadar mühim bir erdem olduğunu öğrendim. Doğrusu ya, insanlardan aslında ne cinsiyet ne kültür ayrımı yapmadan öğrendiğim için, tam olarak kimden neyi öğrendiğimi pek de bilemiyorum.
…
Sigmund Weinberg olmasaymış, İstanbullular ilk filmi 1896’da değil, daha sonra izlerlermiş mesela… Henri Cartier Bresson’un çektiği fotoğraflar arasında Kamondo Merdivenleri olmazmış –Kamondo Ailesi İstanbul’da olmasaymış, daha pek çok şey de olmazmış ama uzatmayayım. İstanbulseverler olarak Bağdat Caddesi’nin bitişik nizam olmayışını Türkiye’nin ilk şehir planlamacısı Aron Angel’e borçluymuşuz. Yeşil alan olarak düzenlenmiş bölgeye Hilton Oteli’nin yapılmasına karşı çıkışı sonuç verseymiş, hem o Belediye’deki işinden istifa etmek zorunda kalmazmış, hem de bugün daha çok yeşil alanımız olurmuş. İstanbul, değil İstanbul olmak, daha Konstantinopolis (MS 330) adını bile almadan önce Yahudilerin vatanı olduğundan, kim bilir daha neler neler vardır bilmediğimiz.
…
Balat’da, ayakta kalmayanlardan, duvarların gerisindeki harabelerden birinin, çocukluğumda “Burada ne var?” diye sorup “Kilise” cevabı aldığım sinagog olduğunu keşfettim bu kitabı yazarken! Gene çocukluğumda gittiğimiz biricik Yahudi düğünü de bugün acı nedenlerle adı en çok bilinen Neve Şalom’daydı. Ayakta kalan binalar ya sinagoglar ya da işlevi değişmiş –yaşlılar evi ya da müze olmuş- eski sinagoglar. Apartmanların, pasajların, köşklerin pek azı yerli yerinde; İstanbul’da ne yerli yerinde kalıyor ki?
Okşan Svastics
http://egoistokur.com/oksan-svastics-bir-baska-istanbulu-yazdi/
"İNGİLİZCE BİLEN FAKÜLTE ÇIKIŞLI YÜKSEK MAKİNE MÜHENDİSİ VAR MI" SORUSUNU DUYUNCA YERİNDEN FIRLAMIŞ. SUBAY VİTALİ'NİN YAKA NUMARASINA VE ELİNDEKİ LİSTEYE BAKMIŞ, "SEN OLAMAZSIN, GEÇ YERİNE" DEMİŞ
Rıfat Bali'nin kitabını okurken öğrendim ki, zaten gayrimüslimler Türk ordusunda general olamıyormuş genellikle.
Başka pek çok şey de olamıyorlarmış.
Lise arkadaşım Vitali Elkabes kitapta anlatmış.
"İngilizce bilen fakülte çıkışlı yüksek makine mühendisi var mı" sorusunu duyunca yerinden fırlamış. Subay Vitali'nin yaka numarasına ve elindeki listeye bakmış, "Sen olamazsın, geç yerine" demiş.
Bir dilekçe yazıp hakkını aramış Vitali. Okulda o kadar saf bir çocuk değildi, sonra ne oldu, bilmem! Bölük Komutanı, gelen cevabı yüksek sesle okumuş: "Bilmemnenin bilmemne maddesinin bilmemne fıkrasına göre, gizlilik dereceli yerlerde kendileri veya birinci derece akrabaları Türk ırkından olmayanlar görevlendirilemez" gibi bir şey. Bu cevabın bir suretini istemiş, nedense vermemişler!
Roni Margulies
http://www.marksist.org/haberler/4834-roni-margulies-hayatimi-feda-eyliyecegime-andicerim
TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI MUHAFAZAKÂR KALEM SAHİPLERİNDEN TUTUN DA BÖYLE KÜÇÜK POPÜLER KÜLTÜR MALZEMELERİNE KADAR TEHLİKELİ BİR ÖLÇÜSÜZLÜK İÇERİSİNDE YORUMLANIYOR. BÜYÜK BİR ŞUURSUZLUKLA AMERİKA’YI BOZGUNA UĞRATTIĞIMIZIN, İSRAİL’İ GÖMDÜĞÜMÜZUN HAYALLERİ KURULUYOR. YENİ TÜRKİYE’DEN KASIT BU MUYDU Kİ…
İsrail’e özür dilemediği için haddini bildirdiğimiz günlerde muhafazakâr bir yazar şöyle demişti köşesinde: “Biz geliyoruz kardeşlerim, biz! Bizim gelmemiz, Ortadoğu şahdamarının ana can damarları demek olan Türkiye'nin, her fırsatta aç kurtlar gibi bütün kutsallarımıza saldıran ikiyüzlü Batılıların bu coğrafyayı kirleten ayaklarını buradan kesmeleriyle mümkün çünkü. Hazırlanın! Yemişlerinizi hazırlayın, gök kazıklarınızı altın vuruş için hazırlıklı hâle getirin, biz geliyoruz artık: Geri dönüşü olmayacak şekilde, "Vira Bismillah!" dedik çünkü!”
…
Türkiye’nin dış politikası muhafazakâr kalem sahiplerinden tutun da böyle küçük popüler kültür malzemelerine kadar tehlikeli bir ölçüsüzlük içerisinde yorumlanıyor. Büyük bir şuursuzlukla Amerika’yı bozguna uğrattığımızın, İsrail’i gömdüğümüzün hayalleri kuruluyor.
Yeni Türkiye’den kasıt bu muydu ki… Her cümlede savaşın bir türü geçerken hangi dünyanın yeni Türkiye’sinden bahsediliyor, endişeyle izliyorum. Çünkü bana bu tablo, “Vadi aynı vadi, değişen sadece Kurtlarıdır” gibi görünüyor. Halbuki… Benim hayalimdeki Türkiye, masalara kanlı bilek güreşleri yapmak için değil, konuşmak için oturan ülkeydi. Neyse artık başka bir vizyonun başka bir filmine, belki.
Ezgi Başaran
HÂLBUKİ YAHUDİLERİN YAŞADIĞI "TRAKYA OLAYLARI", O GÜNLERİN UZAĞINDA DEĞİLDİR. YALNIZCA BİR SENE ÖNCE; 3 TEMMUZ 1934'TE YAŞANAN TRAKYA OLAYLARI'NDA EDİRNE, ÇANAKKALE, UZUNKÖPRÜ, KIRKLARELİ GİBİ YERLEŞİM YERLERİNDEKİ YAHUDİ EVLERİ, İŞYERLERİ, MAHALLELERİ YAĞMALANMIŞ; KADINLARA TECAVÜZ EDİLMİŞTİR. BU OLAYDAN SONRA, TRAKYA'DA YAŞAYAN YAKLAŞIK 15.000 YAHUDİ'NİN 13.000'İ İSTANBUL'A KAÇMIŞTI. KAÇAN, KAÇABİLMİŞ OLAN BU 13.000 KİŞİNİN, HUZURLU-İYİ BİR YAŞAM SÜRDÜKLERİNİ, "SAADETLERİNİN MAHFUZ OLDUĞUNU" SÖYLEMEK GERÇEĞE AYKIRIDIR
V., VI. ve VII. dönemde mecliste yer alan gayrimüslim vekillerin bazı ortak özellikleri vardır.
Öncelikle, bu kişilerin hepsinin Türkçe soyadları (da) vardır. Türkçe soyadına sahip olmak sanki Türkiye'ye aidiyetlerini kanıtlamanın, 'hepimiz Türk vatandaşıyız' demenin bir koşulu gibi görünmektedir. O dönemde, azınlıkların çoğunun böyle bir seçim yapmamış olması, oysa devletle diğerlerinden çok ilişki kuran bu kişilerin hepsinin bu seçimi yapmış olmaları, bu durumu, tesadüften öte kılar. Gayrimüslim milletvekillerinin o döneme hâkim olan "Türkleştirme politikaları" hakkındaki tutumu da bu konuyla ilgilidir. İçlerinden bazılarının Türkleştirme akımında yer aldığı bilinmektedir. Örneğin, İstamat Zihni Özdamar, önderliğinde Rumları ve Ermenileri Türkleştirmeyi amaçlayan "Laik Türk Hıristiyanlar Birliği" adında bir birlik kurulmuştur.
Azınlık milletvekillerinden her biri, kendilerine yabancı olan şehirlerden milletvekili adayı olmuştur. İstanbullu Berç Keresteciyan Türker Afyonkarahisar'dan, İstanbullu Nikola Taptaş Ankara'dan, İzmirli Samuel Abrevaya Niğde'den, Ürgüplü Mihal Kayaoğlu Ankara'dan, Bodrumlu İstamat Zihni Özdamar Eskişehir'den, Bodrumlu Avram Galanti Ankara'dan bağımsız milletvekili seçilmişlerdir. Özgeçmişleri doğrultusunda, bu kişilerin temsilcisi oldukları şehirler ile o güne kadar bir bağ kurmuş olduklarını söylemek mümkün değildir. Aksine, örneğin Abrevaya'yı tanıyan bir meslektaşı, Niğde'den bağımsız milletvekili seçilmesinden sonra Abrevaya'nın Niğde'nin nerede olduğunu bulmak için ansiklopediye baktığını hatırlatmıştır.
Daha önce de ifade edildiği gibi, söz konusu gayrimüslim azınlıklar mecliste "bağımsız milletvekili" olarak bulunmuşlardır. Araştırmacı yazar Rıfat Bali'ye göre; bu kişiler, tek parti döneminde CHF'nin azınlıklara karşı dışlayıcı ve ayrımcı siyaseti yüzünden partiye üye olmamış; TBMM'de bağımsız milletvekili olarak bulunmuş ve karar verici organlarda yer almamışlardı.
Bu kişiler, seçildikleri dönemde gazetelere kendileri, hedefleri ve programlarına dair benzer demeçler vermişlerdir. Bu demeçlerdeki beş ortak nokta, Berç Keresteciyan'ın özgeçmişi üzerine yazdığı tez ile Semi Ertan tarafından tespit edilmiştir. Buna göre birinci nokta; hepsinin, azınlıkların değil, tüm Türk ulusunu temsil ettiklerini iddia etmeleridir. İkinci nokta; hepsinin azınlık-çoğunluk ikiliğini reddedip Türkiye'nin vatandaşı olduklarının altını çizmesidir. Üçüncü nokta, hepsinin rejime ve Cumhuriyet'e olan sadakatlerini ifade ediyor olmasıdır. Dördüncü nokta, hepsinin altı kuralı benimsediğini belirtmesidir. Beşinci nokta ise, hepsinin memleketin yararı için çalışacağını, memlekete sahip çıkacağını ifade etmesidir.
Bu noktalardan bazıları, Berç Keresteciyan'ın şu sözlerinde belirgindir: "Ben azınlık mümessili olarak değil, sırf müstakil bir Türk yurttaşı olarak namzetliğimi koruyorum."
Samuel Abrevaya ise aynı noktaya şöyle değinmiştir: "Ben bir Türk yurttaşım ve öteden beri bu gaye ile yürümüştüm... Bazı gazeteler bizi azınlık namzedi diye gösteriyorlar. Hâlbuki benim nazarımda bir Ahmed ne ise Avram da odur."
Nikola Taptaş'ın şu sözleri ise memleketin yararı için çalışıyor olma durumunun dillendirilişine örnek teşkil eder: "Ben Türk yurttaşıyım. Bu memleketin terakkisine bütün kalbimle çalışmak benim emelimdir..."
Gayrimüslim vekiller, "emellerini" belirtirken politik hayata uygun davranmış ve aslında bilinçli veya bilinçsiz olarak yaşanmışlara, gayrimüslim azınlıkların ortak hafızalarında yer alan olaylara ve hak ihlallerine değinmekten kaçınmışlardır. Örneğin, Samuel Abrevaya, World Jewry dergisinin muhabiri Betty Rose ile yaptığı söyleşide şöyle söylemiştir:
"Türkiye'de hayatımız emin ve saadetimiz mahfuzdur. Türkler çok misafirperver ve âlicenap bir millettir... Türkiye'de en basit bir Yahudi aleyhtarlığı vaziyetini düşünmekten bile uzak bulunuyorum."
Hâlbuki Yahudilerin yaşadığı "Trakya Olayları", o günlerin uzağında değildir. Yalnızca bir sene önce; 3 Temmuz 1934'te yaşanan Trakya Olayları'nda Edirne, Çanakkale, Uzunköprü, Kırklareli gibi yerleşim yerlerindeki Yahudi evleri, işyerleri, mahalleleri yağmalanmış; kadınlara tecavüz edilmiştir. Bu olaydan sonra, Trakya'da yaşayan yaklaşık 15.000 Yahudi'nin 13.000'i İstanbul'a kaçmıştı. Kaçan, kaçabilmiş olan bu 13.000 kişinin, huzurlu-iyi bir yaşam sürdüklerini, "saadetlerinin mahfuz olduğunu" söylemek gerçeğe aykırıdır.
Gerçeğe uygun olansa, Hrant Dink'in şu ifadesinde "mahfuzdur":
"Eğer akıllı uslu bir Ermeni iseniz -ki Türkiye'de böyle bir çoğunluk var- hak peşinde koşmayan, kendisine verildiği kadarıyla yetinen, gerektiğinde devletin reklamını yapmak için vitrinlere çıkan o zaman iyi yaşarsınız. Ama yurttaş olmaya çalışan, hakkınızı arayan bir Ermeni'yseniz bu bir sorun..."
İşte bu sebeple, diyebilir ki; V., VI. ve VII. meclis döneminde milletvekilliği yapmış gayrimüslimlerin, belki de en büyük ortak özelliği, sadece vitrinde olmalarıydı...
Rita Ender
http://bianet.org/biamag/azinliklar/133273-vitrindeki-gayrimuslimler
OSMANLI DÖNEMİNDE MÜSLÜMAN OLMAYAN ERMENİ, ORTODOKS, YAHUDİ VATANDAŞLAR DEVLET RİCALİNDEYKEN, CUMHURİYETLE BİRLİKTE DİNLERİNDEN ÖTÜRÜ OLASI VATAN HAİNİ KONUMUNDA GÖRÜLDÜKLERİNDEN İKİNCİ SINIF VATANDAŞ MUAMELESİNE MARUZ BIRAKILDILAR
Cumhuriyet din düşmanı, çünkü Osmanlı döneminde Müslüman olmayan Ermeni, Ortodoks, Yahudi vatandaşlar devlet ricalindeyken, Cumhuriyetle birlikte dinlerinden ötürü olası vatan haini konumunda görüldüklerinden ikinci sınıf vatandaş muamelesine maruz bırakıldılar. Dinlerinden ötürü mağdur oldular. Bir örnek Müslüman olmayanları bir çırpıda işlerinden, evlerinden, servetlerinden eden, Milli Şef döneminin varlık vergisi. Bir başkası, gene dinlerinden ötürü, devlet nezdinde mağdur bırakılmaları, ister kaymakamlık olsun ister sefirlik ya da subaylık, devletten dışlanmaları.
…
Cumhuriyet din devleti, çünkü vatandaşlarının, Ortadoğu kitap dinlerine göre defnedilmelerini emrediyor. Katoliksen Katolik mezarlığına, Protestansan Protestan, Yahudiysen Yahudi. Aleviyi, cenaze namazını Sünni imam kıldıktan sonra Sünni mezarlığına. Hinduysan? Budistsen? Yer yok sana bu ülkede, ölümünde. Yakılman yasak. Dinsizsen? Din devleti TC’de ancak dinli vatandaşlara yer var mezarlıklarında. Devletin ne olduğuna bir türlü karar veremediği ‘Türksen’ Müslüman gibi yıkanıp, kefene sardırılıp gömülmeye mecbursun. Ayrı dinlerden karıkocaysan da, laik olma iddiasında devlet, birlikte yatamazsın diyor.
Gündüz Vassaf
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&Date=&ArticleID=1065776
TUHAF YER KUDÜS. TUHAF YER EL HALİL. ALLAH AŞKINA, TANRI ONLARA NE YAPTI?
Sonra İsrail ve Batı Şeria’dan ayrıldık. “Lütfen pasaportlarımızı damgalamayın. Lütfen pasaportlarımızı damgalamayın.” diye rica ettik. Ve İsrailliler pasaportlarımızı damgalamadı. Ve sonra, nehrin Ürdün tarafında, “Lütfen pasaportlarımızı damgalamayın. Lütfen pasaportlarımızı damgalamayın.” diye rica ettik ve Ürdünlüler damgalamadı. Yine de Amman Havaalanı’ndaki Ürdün göçmen bürosu yetkilisi pasaportlarımızı damgaladı ve böylece Lübnanlıların Ürdün’den çıktığımızı, fakat asla oraya girmediğimizi görmesini sağladı. Fakat Lübnanlılar Ürdün damgasını göz ardı ettiler.
Bunların hepsi bana Kutsal Vatan’ın, Kudüs’ün, “Al Kuds”un, “Yeruşalayim”in -fark ettim ki İsrailliler Arap yol işaretlerinin üstüne, şehrin İbranice ismini Arap alfabesiyle yazıyorlar- biraz çılgın olduğunu düşündürdü. Daha önce hiç insanların yaklaştıkça delirdikleri bir şehirde bulunduğumu sanmıyorum.
Bir kez Zeytin Dağı’nın ve R. Maxwell’in mezarının üstündeki Seven Arches Oteli’ne gitmiştim ve Ey Okuyucu, sakın ama sakın orada kalma. Orada bir grup Hıristiyan ellerini birleştirmiş dua ediyordu ve duaları bitene kadar lobiden geçmeme izin vermeye hazır değillerdi. Onlara acelem olduğunu söyleyince, Hıristiyan adamlardan biri suratıma yumruk atmakla tehdit etmişti.
Tuhaf yer Kudüs. Tuhaf yer El Halil. Allah aşkına, Tanrı onlara ne yaptı?
Robert Fisk
ŞU MOSSAD’DA HAKİKATEN HİÇ KAFA ÇALIŞMIYOR
Şu Mossad’da hakikaten hiç kafa çalışmıyor. Hadi diyelim bizi keriz zannettin, gizli gizli casus pelikan gönderdin... Ayağına niye nüfus cüzdanı gibi İsrail yazıyorsun, a şapşal.
Aslına bakarsanız, daha önce de aynı haltı yemişti İsrail... Bi başka casus pelikan, Sudan’da yakalanmıştı. Kızıldeniz’den sızmaya çalışırken, vericisindeki anten balık ağlarına takılmıştı. İşin ekstra enteresan tarafı, pelikanın ensesindeki vericide, Kudüs İbrani Üniversitesi’nin e-mail adresi vardı. Belli ki, elde ettiği gizli bilgileri anında internetten gönderiyordu pelikan.
Suudi Arabistan’da ise “casus akbaba” enselendi. Casus pelikanlar gibi, casus akbaba’yı da sorgulamaya filan gerek kalmadı tabii... Onun ayağında da Tel Aviv Üniversitesi yazıyordu.
Halbuki...
Casus dediğin iz bırakmaz.
Yılmaz Özdil
Netten okuyun
Temmuz Sıcağında Tel Aviv: NAZLI ÖKTEN
http://www.altzine.net/altarsiv/224-temmuz-sicaginda-tel-aviv-nazli-okten
Mahallede diyalog havaları-ADNAN EKŞİGİL
Havacılık tarihinin ilk şehitlerinin anıtları ona emanet
Türkçe Siyasi terimler sözlüğü - bir güncelleme – BURAK BEKDİL
http://www.hasturktv.com/turkiyede_bugun/2919.htm
İsrail-Türkiye krizinin arka planı üzerine – MURAT ÇAKIR
http://www.emekdunyasi.net/ed/siyaset/14378-israil-turkiye-krizinin-arka-plani-uzerine
Arnold Schönberg: Bir müzik devrimcisi - YALÇIN ÇETİNKAYA
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=29198&y=YalcinCetinKayaPazar
Bella, Orhan Veli'nin anlatamadığını anlattı – AYHAN HULAGU
Bella, 1952'de Moris Eskenazi'yle evlendi. Müzik aşığı Moris'ten bir kızı oldu. Moris, 15 yıl önce öldü. Tek çocukları evlenip İspanya'ya yerleşti. Bella o gün bugündür Bebek'te yalnız yaşıyor. İnsanlara emir vermekten hoşlanmadığı için hizmetçi almıyor. Yemeğini kendi yapıyor, denize giriyor. Soylu bir aileden gelen arkadaşı Güner Hanım'la dertleşiyor, ziyaretine gidip geliyor. Bir sırrını daha paylaşıyor: "Eşim, Orhan Veli'nin bana âşık olduğunu ve şiir yazdığını hiç bilmedi. Konuşulmadı, ben de söylemedim. Öğrense kıskanırdı herhalde. Eskiden belli periyotlarda mezarına giderdim ama şimdi gözlerim görmüyor, gidemiyorum."
http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1188402&title=bella-orhan-velinin-anlatamadigini-anlatti
Netten dinleyin / izleyin
Abidin Ensemble – Türkçe ve İbranice Nazım Şiirleri
http://www.cafrande.org/?p=14480
Gayrimüslim Mehmetçikler – RIFAT BALİ
http://video.haberturk.com/haber/video/gayrimuslim-mehmetcikler/54576
TRT Belgeseli - Kudüs'ten Kuzguncuk'a Osmanlı Barışı
http://www.youtube.com/watch?v=yVFZkgH2CeQ
http://www.youtube.com/watch?v=3_fdWWaLvzI
Anılar
İftar yolunda bir Yom-Kipur gecesi – SALVATOR DALVA
O gün orucumuzu aldıktan sonra güneş batımına yakın yola çıkıp Beşiktaş üzerinden motorla Üsküdar’a geçtik; ardından dolmuşa binerek Kuzguncuğa vardık. Aksam duasını (MİNHA) müteakiben, çıkışta vakit geçirmek üzere her Kuzguncuklu yahidin Yom-Kipur gecesi icra ettikleri aşağıdan yukarıya ve de sonra tekrar yukarıdan aşağıya olmak üzere gerçekleştirilen birkaç İcadiye Caddesi turlamalarından sonra, geceyi geçirmek üzere Üsküdar’da kalacağımız bir hayli mütevazi görünümlü otelimize döndük.
…
"Neila Duası" da okunmuş ve ben bir yandan büyüklerimin kısa aralıklarla ayağa kalkma, oturma ve ayakta Sefertora ya donuk olarak tekrar secde etme hareketlerine uyum göstermeye özen gösterirken, diğer yandan "neden beni bu maça götürebilecek hayırsever bir büyüğüm yok?" diye düşünüp o aksam maçta yerlerini alacak seyircilere gıpta ediyordum.
Zira Babamın futbolla, mutbolla ilgisi yoktu. İlk Fenerbahçelilik eğitim ve terbiyesini kendisinden aldığım Amcamın ellili yıllardan kalma Fenerbahçe maçlarını "duhuliyede bile yer bulsa" kaçırmama arzu ve iradesinden de pek bir şey kalmamış, o arzu; yerini kahvede okey oynamaya terk etmişti. ( benim çocukluk yıllarımı geçirdiğim Kuzguncukta erkeklerin önemli bir ekseriyeti, özellikle pazar günleri öğleye kadar kahveye takılıp oyun oynarlardı.)
http://www.hasturktv.com/israilde_gundem/2921.htm
Kunduracı Müsyü Navon – ROZ KOHEN
Mahallenin havraları yanı sıra, Musevi Birinci Karma İlkokulu, kendisi de bir Yahudi olan kasap Müsyü Dalva, manav, balıkçı ve kırtasiyeciler, sırtında torbaları ile dolaşan eskiciler, hep bu mahallede topuk aşındırırlardı.
Herkes gibi bizler de yürüyerek okula, Beyoğlu'na, Kuledibi'ndeki aile ziyaretlerine ve alışverişlere giderek, Beyoğlu'ndaki Sümerbank Mağazası'ndan aldığımız ayakkabılarımızı aşındırır dururduk.
Müsyü Navon'un dükkânı, daha doğrusu sokağa açılan tek kapısı ile bir kileri andırmasına rağmen, annemle ayakkabılarımızı tamire götürdüğümüz yegâne kunduracı idi.
http://www.kanalkultur.com/kks/Yazarlar/Roz-Kohen/roz-kohen-kunduraci-musyu-navon.html