İsrail kurulduğu 1948 yılından bu yana mücadele ederek hayatta kalmaya çabalayan ufak bir ülke. I. Dünya Savaşı’nın sonundan günümüze bir türlü istikrara kavuşamamış Ortadoğu’daki tek demokrasi. Komşularıyla olan ilişkisi, aralarındaki savaşlar ve sonuçlarının çözümsüzlüğüne dayanıyor.
.
Ortadoğu’nun tek demokratik ülkesi olan İsrail kurulduğu 1948 yılında verdiği bağımsızlık savaşının yanında 1967’de ve 1973’te iki büyük savaşı daha tecrübe etti. Bölgenin zaten istikrarsız ve dengesiz olan yapısından payına düşeni aldı.
Bölgenin sıkıntısı Osmanlı Barışı’nın bozulduğu I. Dünya Savaşı’nda başladı. I.Dünya Savaşı sonrası kurulan devletlerin hâlâ olgunlaşamamış olmaları, halkına sağladığı kısıtlı refah ve özgürlük halkta tepki birikime yol açtı. 2011 senesindeki Arap Baharı’na kadar da yönetim sınıfı dikkati başka yöne çekerek tepkileri eritti. Bunun için ihtiyaç duyulan hedef ise 1948’de İsrail’in kurulmasıyla ortaya çıktı.
Kuruluşunda itibaren kuşatılma konumunda olan İsrail, güvenlik olgusunun ön planda olduğu bir ülke olarak varlığını sürdürüyor.
Savaş ve saldırı durumunda ilk karşılığı verecek askeri sayısal yeterliliğin İsrail’deki gibi kısıtlı olduğu ve ordusunun çoğu sivil yedeklere dayalı bir ülkede sivil yerleşimler, ekonomi ve sanayinin korunması için belirli bir derinliğe sahip olunması hayati. Sınırların terör sızıntılarına veya füze, roket saldırılarına açıklığı tamamen ülkelerin genişliği ve yüz ölçümünün büyüklüğü ile ilgilidir.
Nüfusunun azlığı (7,8 milyon) ve siyasi şartlar nedeniyle İsrail’de askerlik erkekler için üç kadınlar için ise iki sene. İsrail’in ordusunun yüzde 70’i günlük hayatta sivil, seferberlik halinde ise silâh altına alınan yedek kuvvetlere dayanıyor. Yedeklerin de seferberlik halinde tamamen bölüklerinde savaşa hazır olması için 48 saatlik bir süresi oluyor.
Boy önemlidir
Yüzölçümü ve nüfus büyüklüğünün önemini Ortadoğu’nun yüzölçümüne görece ufak olan iki ülkesi, Kuveyt ve Lübnan, örnekleriyle görülebilir. Ana gelir kaynağı petrol olan Kuveyt, komşusu Irak tarafından 1991 yılındaki Körfez Savaşı’nda işgal edildi. Üstündeki işgal tehdidi ancak ABD’nin kendi çıkarlarını korumak amacıyla 6. Filoyu ve kalabalık bir askeri varlığı bölgeye konuşlandırmasıyla kalktı.
Lübnan, Ortadoğu’nun Paris’i sayılan Beyrut’uyla bir zamanlar parlayan bir ülkeydi. İç savaşı takiben Suriye ve İran odaklı Şii militanların etkinliğini arttırmasıyla güneyini defakto olarak Hizbullah egemenliğine bıraktı. Bunun sonucunda da 2006 yılında İsrail, Hizbullah altyapısını ve kendisine karşı girişilen füze saldırılarını bitirmek amacıyla güneye bir operasyon düzenlemek durumunda kaldı.
İsrail için savunulabilir derinlik
İsrail Devleti 1948 sınırlarından içeri sürekli sızan ‘Fedaykin’lerin (Arap özgürlük savaşçıları) terör saldırıları ve Suriye topçularının Golan Tepeleri’nden köylerini bombalaması sonucu halkını doğal bir sivil hayata geçiremiyor ve koruyamıyordu.
1967 yılına kadar tam ortası (Batı Kudüs – Akdeniz Sahili arası) 9 km genişliğinde olan ufacık bir ülkeydi. Bu da komşularının saldırganlığını arttırıyordu. Bağımsızlık Savaşı’nı verdiği 1948’de nüfusunun yüzde 10’unu kaybetti. İsrail savunulması mümkün bir ülke için verilen “6 Gün Savaşı” sonucunda Mısır’dan Sina Yarımadası’nı (1970’lerin sonunda barış anlaşmasına karşılık Mısır’a iade edildi), Ürdün’den Batı Şeria’nın Ölü Deniz’e kıyısı olan bölümü ile Doğu Kudüs’ün tamamını ve Suriye’den de Golan Tepeleri’ni aldı.
6 Ekim1973’te Yom Kipur Savaşı’nda Arap komşuları İsrail’i ortadan ikiye bölmek ve yok etmek için saldırdı. İsrail ordusu bu savaşı kazanarak 1967 yılındaki 6 Gün Savaşı’nın kazanımlarını (Sina Yarımadası, Golan Tepeleri ve Batı Şeria ile Gazze) elde tuttu. Hedeflediği toprak derinliğine ulaştı.
İsrail’in Dışişleri eski Bakanlarından Yigal Allon, savunulabilir bir İsrail için yol haritasını ilk olarak 1970’de çizdi. Bugün bile İsrailli politikacıların referans aldığı bir kılavuzdur. Arap politikacıların kılavuz aldığı referans ise Birleşmiş Milletler 242 no’lu önergesidir.
BM 242 no’lu önerge
1967 Savaşı’nın sonucunda Arap Devletleri Birleşmiş Milletler nezdinde şikayetçi oldular. Savaş sonrasında Suriye, Mısır ve Ürdün Krallıkları kaybettikleri toprakları geri istediler. Böylece BM’de 242 no’lu önerge hazırlandı.
Bugün dahi Ortadoğu barışı inşa edilirken ortaya konan referanslardan biri 242 no’lu önergedir. Fakat önergenin dört maddesinin tamamına bakılmasındansa sadece ilk maddesinde yer alan işgal edilen bir alandan geri çekilme kısmına vurgu yapılır. Oysa diğer maddelerde her devletin yaşamsal güvencesi için belirli hakları olduğuna vurgulanıyor. Önergedeki diğer üç madde bölgede var olan her devletin barışçıl bir şekilde yaşam hakkının kabul edilmesi gerekliliğini, deniz ve kara ticaret yollarının engellenmemesini bildirir. 242’yi dikkate alırken nedense bu bölümler hep göz ardı edilir. 242 no’lu önerge yayınlandığı dönemde birçok tartışma ve belirsizliği de beraberinde getirmiştir. Buna rağmen 242 no’lu önerge hiçbir zaman İsrail’e savaş öncesi veya 1948 sınırlarına geri dönülmesi yaptırımı veya çağrısında bulunmaz.
Terörizm tehdidi
İsrail 2005 yılında tek taraflı olarak çekildiği Gazze sınırından roket ve füzelerle halen vuruluyor. Halkını korumak amacıyla 2009’daki ‘Dökme Kurşun Harekâtı’ ile füze ve roket altyapısını ortadan kaldırmayı amaçladı. Yapılan harekâta rağmen kaçakçılık yöntemiyle iletildiği belirtilen Katyuşya roketleri İsrail’in güneyini vurmaya devam ediyor.
Hizbullah odaklı kuzey tehdidi ise 2006’daki 2. Lübnan Savaşı’yla büyük ölçüde pasifize edildi. 2006 ve 2009’daki askeri operasyonlara rağmen kuzey ve güneybatıya yerleşik bulunan Hizbullah ve Hamas militan örgütleri Şii İran’ın etkisinde olan Suriye’nin üzerinden ve denizden gelen mühimmat ile yığınak yapma çabasında. Gazze’ye yapılan ambargonun ana sebebi bu saldırılardır. (Gıda, yakıt ve yaşamsal her türlü ihtiyaçlar 2009’dan beri İsrail kontrolünde iletiliyor)
Şii ekseni tehdidi
Siyasi olarak tam istikrara kavuşamamış bir Irak’ın Şii akımın yönetimine geçmesi, güneyde de Gazze ile İsrail neredeyse her yönden İran tehdidi ile sarılmış olacak. İran topraklarından uzakta yaşamsal düşmanı olarak gördüğü İsrail’e piyonları aracılığıyla rahatlıkla saldırabilir. İsrailli uzmanlar ve politikacılar barış anlaşması yapacakları zaman tüm bu etkenleri göz önünde bulundurmak zorundalar. Arap ülkeleri kendi iç refah ve barışlarını umursamadan, batı ölçüsünde bir devlet seviyesine gelmeye çalışmadan, tek bir konuya ortak bir enerji harcamıştır: İsrail
Asgari derinlik
Batı Şeria’daki Arap halka yapılan anketlerde de Filistin vatandaşlığının yanı sıra azımsanamayacak bir oranın İsrail vatandaşlığını istediği ve ayrılmayı istemediği ortaya çıkmıştı. Arap Ligi ülkeleri ve Filistin Özerk Yönetimi (FÖY) olası bir barış için hâlâ 1967 yılında kaybedilen toprakların geri iadesini ve Mısır, Suriye ve Ürdün’ün vatandaşlığa 44 senedir almayıp kamplarda kendi haline bıraktığı Arapların İsrail vatandaşlığına alınıp İsrail içerisinde kabulünü istiyor. FÖY yönetimi 1967’den sonra ele geçirilen topraklardaki yerleşimlerin de terki ve yıkımını istemekte. İsrail açısından ise bu topraklar asgari düzeyde de olsa bir derinlik sağlıyor.
İsrail askeri ve politik kaynakları da savunabilirliği olmayan bir ülkenin tekrar saldırıya açık olacağını belirterek 1967 sınırlarına – daha sonra ABD eski Başkanı George Bush’un da kabul ettiği gibi – dönüşün olası olmadığını ifade ediyor.
Olası barış için İsrail ve FÖY yönetimi ön koşulsuz masaya oturmalı. İsrail hükümeti kendi ülkesinin can damarı olan derinliği kaybedemeyeceğinden dolayı 1967 sınırlarının gerisine çekilemez.
Filistin tarafı içinse ekonomik olarak ambargolara bağımlı olmayan, kontrol noktaları ve askeri baskının olmadığı, barış içinde bir ülke kurulması birinci öncelik olmalı. Tabi ki Gazze’deki Hamas – FÖY idari ayrılığı ve defakto İran kontrolü çözüldükten sonra.
Barış için her taraf bir yol haritası öneriyor, uzaktan bakıldığında ise görülebilen tek gelişme barış yolunun uzayan mesafesi…
Derinlik Doktrini
Soğuk savaş yıllarında Batılı askeri stratejistler sınırlardan çok savunabilir ‘derinliğin’ önemini ağırlık verdi. Batı bloğu için o zaman Almanya’dan Rhin Nehri’ne kadar olan 200 km’lik derinlik savunulabilirliği teşkil ediyordu. Bir ordunun savunma görevini başarıyla yerine getirebilmesi için lojistik ikmal hatlarının kesintisiz işlemesi, savaş birliklerinin hızlıca konuşlanması ve askeri yedeklerin de süratle birliklerinde toplanarak savaşa hazır hale gelmesi gerekiyor. Batı bloğunda bu zamanı kazandıracak bir alan mevcuttu. Bu doktrine Almanların II. Dünya Savaşı’nda uyguladığı ‘Blitzkrieg’ saldırı metodu da katkıda bulundu. Blitzkrieg’de mekanize birlikler ve tanklar düşman hatlarını yararak ilerleyebildiği kadar derinlere giderek düşmanı geri çekilmeye ve karmaşaya zorluyordu.
KAYNAKÇA:
1. Understanding UN Security Council Resolution 242 of November 22, 1967, on the Middle East - Dr. Meir Rosenne
2. Defensible Borders in a Historical Context
MK Dr. Yuval Steinitz
3. Israel’s Requirement for Defensible Borders
Maj.-Gen. (res.) Yaakov Amidror
4. The empirical case for defensible borders, Uri Resnick, The Jerusalem Post 05.09.2011