8 günlük mini festival Filmekimi, ilk günleri ile sinema severleri büyüledi
Onuncu yılına giren Filmekimi’nin 21 Eylül tarihli tanıtım yazımda son Cannes Film Festivali’nde gördüğüm on bir filmden bahsetmiş, meraklısına “elinizi çabuk tutun, sona kalan dona kalır” demiştim.
Nitekim Filmekiminin zengin programındaki ağır topları olan 10-15 filmin biletleri kısa zamanda kapışıldı. Bunu tahmin etmek için müneccim olmaya ihtiyaç yoktu. Sinefil sayısı hızla artan İstanbul gibi bir kentte, ülkemizde vizyon şansı olmayan veya vizyona girmelerinden önce izlemek isteyen önemli bir izleyici kitlesi var.
Filmekimi’nden bir hafta sonra vizyona gireceği ilan edilen “Salgın” filminin bile biletleri kapışıldı.
İKSV yazımın yayınlandığı gün Filmekimi programına dahil edilen bir ek liste ilan etti. Bu listede “Habemus Papam, Umut Limanı”, “Martha Marcy May Marlene, “Yaşam Savaşı”, “Mutlu Bir Gün” gibi önemli filmler vardı. Bu yazımda ek listedeki bu filmler arasında bir gezinti yapacağım.
YÜREKLERİ ISITAN BİR FİN FİLMİ
Bunların içinde en önemlisi Finli sinema dehası Aki Kaurismaki’nin “Umut Limanı / Le Havre” adlı baş yapıtı. Sımsıcak hümanizmasıyla, insanın yüreğini ısıtan, sevgiye, dostluğa, yardımlaşmaya adanmış, hayata dair çok ince ayrıntılar sunan filmleriyle tanınan Aki Kaurismaki, bu son filminde de evrensele ulaşmayı başarıyor.
Göçmen hakları üstüne bir çığlık olarak kabul edilebilerek “Umut Limanı”, emekçilerin dayanışmasını sergileyen iyimser yorumuyla belki de Finli ustanın kariyerindeki en iyi film.
Kendini emekliye ayırmış, eski yazar ve bohem Marcel’in liman kenti Le Havre’da ayakkabı boyacılığı yapıp, karısına, çevresine sevgi dağıtırken izliyoruz. Kader karşısına, Londra’daki annesine ulaşmayı hedefleyen Afrikalı kaçak bir göçmen çocuğu, çıkarır.
“Batı Devleti”nin tüm mekanizmalarıyla peşinde olduğu kaçak çocuğu Marcel ve arkadaşları kurtaracaktır.
Avrupa’nın göçmen sorunu konusundaki duyarsızlığı dile getiren yönetmenler arasına katılan Aki Kaurismaki, Fransızların ünlü sloganları “Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik”ten sadece “Kardeşlik” ile ilgileniyor. Filmin çatısını, iyimser yorumuyla, uluslararası kardeşlik ve dayanışma üzerine kuran Kaurismaki bu yeni sosyal ve şiirsel fablında, hudutsuz hümanizmasıyla bizlere bir insanlık dersi veriyor.
PAPA FİRARDA
İtalyan sinemasının yaşayan en iyi yönetmenlerinden biri olan, aktör-senarist Nanni Moretti, filmlerinde sosyal ve politik sorular sormaktan hoşlanan bir sinema adamı. Moretti filmlerinde aşklarından, komünizmden, yakalandığı ve yendiği kanser hastalığından, motosiklet ve su topu tutkusundan, Berlusconi’ye olan kızgınlığından, sinema aşkından bahsetti. Sanatçı bu kez tabu bir konuya el atıyor.
“Habemus Papam”da yönetmenin merceğinde kutsalların kutsalı, Papalık makamı yer alıyor. Vatikan kulislerinde geçen konusu ile film, yeni seçilen bir papanın kişiliğinde, şu soruyu soruyor: “Ya papa, papa olmak istemezse.”
Michel Piccoli’nin usta yorumu ile zenginleşen Papa, yetersizlik hissi yüzünden görevini üstlenemiyor, çevresine “bana yardım edin” diye haykırıyor. Ülkenin bir numaralı psikoloğu Brezzi rolündeki Nanni Moretti’nin çabası yeterli kalmıyor, Papa firar ediyor.
Roma sokaklarında amaçsız dolaşan Papa’nın, gençliğinde aktör olmayı düşlediğini, iç hesaplaşmasında görevinin yükü altında ezilmekten korktuğunu öğreniriz.
Filmin konusunda bakıldığında Moretti’nin kiliseyi eleştiren bir tarzı hedeflediği zannedilebilir. Papayı seçmek için toplanan 108 yaşlı kardinalin, teneffüse çıkmış talebeler gibi göstermek Nanetti’yi eğlendirmiş olabilir.
Film, Fransız sinemasının yaşayan efsanesi Michel Piccoli için izlenmeyi hak ediyor.
FREUD VE TALEBESİ
Çizgi dışı yönetmen David Cronenberg ve senaryo yazarı Cristopher Hampton’ı, psikolojinin iki büyük öncüsü Sigmund Freud ve Carl Jung ile bir araya getiren “Tehlikeli İlişki / A Dangerous Method”, Venedik Festivali’nden Filmekimi programına, sıcağı sıcağına yumuşak geçiş yaptı.
Viggo Mortensen, Keira Krightley, Michael Fassabender ve Vincent Cassel gibi görkemli bir oyuncu kadrosu olan filmde Freud ile öğrencisi Jung arasındaki dostluğun nasıl bozulduğunu izleyeceğiz. 1904’te akli dengesi bozuk bir Rus kadının Carl Jumg’a teslim edilmesiyle başlayan filmi, Christopher Hampton’un tiyatro oyunundan beyaz perdeye aktarılmış.
Carl Jung’un güzel hastasıyla yakınlaşmaya başlaması, hocası Freud ile arısının açılmasına yok açar.
30 yıllık kariyerinde “Videodrame”, “Sinek / The fly”, “Naked Lunch” gibi aykırı filmlerle, ünlenen marjinal yönetmen David Cronenberg “Tehlikeli İlişki”yi psikolojik ağırlıklı bir sinema diliyle anlatıyor.
Son Berlin Festivali’nde Amerikan sinemasını temsil eden “Oyunun Sonu / Margin Call”, Sundance’te ilk kez izleyici karşına çıkan, bağımsız sinemanın iddialı bir filmi.
Müthiş bir oyuncu kadrosuyla (Kevin Spacey, Paul Bettany, Jeremy İrans, Demi Moore, Starley Tucci) dikkati çeken film, 2008’de patlayan finans krizini Wall Street’te, Lehmann Brothers’ı andıran bir yatırım bankasındakileri nasıl etkilediğini 24 saatlik bir zaman diliminde anlatıyor.
İşten çıkarılmalarla günü kurtarmaya çalışan üst düzey yöneticilerini, finans krizinin getirdiği ahlaki çıkmazları, yönetmen J. C. Chandler otopsi masasına yatırıyor.
Filmekimi’nin iddalı
5 Filmi
İkinci uzun metrajlı filmi “Yeni Başlayanlar / Beginners”te yönetmen Mike Mills, kişisel deneyimlerinden yola çıkarak, babasıyla olan ilişkisinin içyüzünü bütün çıplaklığıyla anlatıyor. Annesinin ölümünden sonra babasının itirafları karşısında şaşkına dönen Mills, otobiyografik öğeler taşıyan filminde, bir babayla oğlu arasındaki ilişikiyi ve koşulsuz sevgiyi anlatıyor.
Hayatı boyunca sessiz, durgun bir adam olan babasının dul kaldığında, 75 yaşında, eşcinsel olduğunu açıklaması, karısını çok sevdiği için bu gerçeği hep kendisine sakladığını söylemesi kendisini şaşırtıyor.
Christopher Phimmer – Ewan Mc Gregor karşılıklı döktürüyorlar.
Bir başka otobiyografik filmde, “Yaşam Savaşı / La Guerre est Declarée”de Fransız yönetmen Valerie Donzelli, çocukları kanser olan genç bir çiftin öyküsünü anlatıyor. Senaryoyu, çocuğunun babası Jeremie Elkaim ile birlikte yazan Donzelli, yaşadıkları şoktan sonra toparlanıp savaşa giden çifti anlatıyor.
Film bir hastalığı anlattığı kadar da bu savaşı da melodrama kaymadan ele alıyor. Cannes’da dakikalarca alkışlanan film bu yıl Fransa’yı Oscar ödüllerinde temsil edecek.
Bu yılki Oscar yarışında bağımsız sinema kontenjanından sürpriz yapması beklenen film, ilk yönetmenlik denemesiyle, Sean Durkin’in “Martha Marcy May Marlene”i.
Bulaştığı tarikattan ve karizmatik tarikat liderinden, kurtulmak için çabalarken hayatı alt üst olan Martha’nın hayatını anlatan bu gerilim filmi, yönetmenine Sundance’ta En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandırdı.
Yine 2011 Sundance’ta Senaryo Ödülü kazanan, Sam Levinson’un “Mutlu Bir Gün / Another Happy Day”i hem mizah hem dram öğelerini bir araya getiren, müthiş bir oyuncu kadrosuyla öne çıkan bir film. Oğlunun düğün hazırlığını yapan sorumlu ve asabi bir annenin (Ellen Barkin) öyküsünü izleyeceğiz.
Son dakikada İKSV bir gece yarısı filmi ekledi. Bu oyuncusuna son Venedik Film Festivali’nde En İyi erkek Oyuncu Ödülü’nü getiren İngiliz filmi “Utanç”.