Bir insan. Orada yatan bir insan./ - Tanıdığım bir insan değil. Eğer bu çocuk masumsa, onun için üzgünüm. Değilse değilim!/ Ama onu tanımıyorum./- Dünya böyle bir yer mi oldu artık? Tanıdıklarımız ve tanımadıklarımız?/- Evet, öyle oldu, dünya artık tam böyle bir yer oldu. Tanıdıklarımız ve tanımadıklarımız./ Üzgünüm
DOT tiyatro sezonuna yaklaşık üç haftalık bir gecikmeyle 20 Ekim’de girebildi. Aslında Dennis Kelly’nin Orphans/Öksüzler oyunu Ekim başında oynanmaya hazırdı. Ancak prömiyerden iki gün önce, oyunun kilit karakteri Liam’ı oynayan Ushan Çakır, çok tatsız bir medyatik skandala karıştı. Yıllardır sahnelediği bütün oyunlarda her türlü şiddete karşı tavır sergilemiş olan DOT’un bir kadına karşı şiddet olayını kabullenmesi söz konusu olamayacağı gibi, oyunun yapısı icabı, Liam karakterini bu tür bir olaya karışmış oyuncunun oynaması zaten mümkün değildi. Neticede farklı bir Liam (Yusuf Akgün) ile provalar yeniden başladı ve prömiyer 19 Ekim’e ertelendi. İlk kez yönetmenliğe soyunan Tuğrul Tülek de farklı yapıda bir oyuncu ile bu önemli karakteri yeniden yorumlamak zorunda kaldı. Londra’da çok çocuklu İrlandalı Katolik bir ailede, 1970’de bir otobüs şoförünün oğlu olarak dünyaya gelen Dennis Kelly, 16 yaşında okulu bırakmış. Süpermarkette çalışırken semtteki gençlik kulübü ortamında tiyatroyla ilgilenmeye başlamış ve Goldsmiths College’da tiyatro eğitimi görmüş. İlk oyunu Debris’i yazdığında 30 yaşındaymış. İki sezondur Duru Tiyatro’da başarıyla oynanmakta olan After the End ilk kez 2005’de Londra oynanmış. Orphans ise ilk kez 2009’da sahnelenmiş ve Edinburg Fringe Festivali’nde Herald Angel Ödülü’nü almış. Çocukluğu Londra’nın kenar mahallelerinin birinde, belediyeye ait bir yerleşim bölgesi olan Council Estate’da geçen Kelly’nin oyunlarında bu bölgede geçen yılların önemli etkisi olmuş. Orta sınıfın gözünden Öksüzler, günümüz İngiltere’sinin kenar mahallelerinde yaşanan ırkçılık temelli şiddet olaylarına orta sınıf, beyaz bir ailenin gözünden bakıyor ve şiddetin hangi koşullar altında mazur görülebileceği, aile kavramının adaletten üstün olup olmadığı gibi sorular çerçevesinde çağdaş toplumun dürüst insanları bile baskı altında birer işkenceciye çevirecek kadar kokuşmuş olduğunu iddia ediyor. Oyun, üstü başı kan içinde bir genç adamın akşam yemeğini yemekte olan Helen ve Danny’nin evine gelmesiyle başlar. Helen’in kardeşi Liam olduğunu öğrendiğimiz bu genç, sokakta bıçaklanmış bir çocuğa yardım etmiş olduğunu söylemektedir. Ancak, olaylar anlatıldıkça Liam’ın öyküsü değişmeye başlar; boşluklar, şüpheler oluşur ve Liam’ın iddia ettiği kadar masum olmadığı hissedilmeye başlanır. Öykünün sorunsalı Helen’in ve yumuşak başlı kocası Danny’nin tepkilerinin ne olacağıdır. Liam ve Helen bir yangında anne ve babalarını kaybetmiş ve koruyucu aileler tarafından büyütülmüşlerdir. Liam, çocukluklarında birbirlerinden ayrılmamış olmalarını ablasına borçlu olduğunu düşünmekte ve Helen’i taparcasına sevmektedir. Helen ise kardeşini kayıtsız şartsız destekleyerek geçmişte Danny’nin de mahallelerinde Asyalı gençlerin saldırısına uğradığını hatırlatır ve aile bağlarının (ve de giderek bir şiddet kültürüne dönüşmekte olan ortamdan olan korkunun) vatandaşlık sorumluluğunun önüne geçmesi gerektiğini iddia etmektedir... Yönetmenlik koltuğunda yeni bir isim Murat Daltaban, nasıl geçen yıl Punk Rock’da yönetmen koltuğuna bir başka yetenekli oyuncusunu, Rıza Kocaoğlu’yu oturtmuşsa, bu yıl da mevsimin ilk oyununda yönetmenliği Tuğrul Tülek’e devretmiş. Tülek, DOT seyircisinin Kürklü Merkür’den beri iyi tanıdığı bir isim. Özellikle Mark Ravenhill’in Vur, Yağmala, Yeniden serisindeki Savaş ve Barış oyunundaki “Körfez Savaşı’nda başı kopmuş asker” yorumu benim unutamadıklarımdan. Tuğrul, benim gibi tiyatroda gülmeyi neredeyse unutmuş bir seyirciyi Shopping and F...ing’de olsun, Malafa’da olsun güldürmeyi başarabilmiş nadir oyunculardan. Tuğrul Tülek,1976’da doğmuş, her zaman oyuncu olmayı istemiş olmasına karşın önce İngilizce öğretmenliği eğitimi almış. 2002 yılında konservatuvar sınavını kazanarak ikinci lisansına Anadolu Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde başlamış. 2006’da mezun olmuş. Konservatuardaki son yılında değişim öğrencisi olarak Varşova’daki Akademia Teatralna im Aleksandra Zalwerowicza oyunculuk okuluna gitmiş. 2007’de döndüğünde, DOT’un 2007-2008’de sahnelecek olan Kürklü Merkür oyununda ‘Naz’ karakterini canlandırmak için seçilmiş. O gün bu gündür ‘DOT çetesi’nin elemanı. Arada Tiyatro Tem’in III. Riçırd Faciası’nda, birçok filmde ve televizyon dizisinde oynamış. TRT Çocuk’da hafta içi her gün canlı yayınlanan Rüzgâr Gülü adlı bir yarışma programını sunmaya başlamış. Ancak Kanal D’de yayınlanacak Mükemmel Çift adlı dizide bir eşcinseli oynayacağı öğrenilince TRT yönetimi Tülek’i programa beş dakika süre varken işten çıkarmış. TRT, TRT’liğine doymasın. Çok başarılı bir sunucuyu ve de çok iyi bir oyuncuyu kaybetmiş böylece. Tuğrul Tülek, Radikal gazetesindeki söyleşisinde, ilk yönetmenlik denemesi için “Öksüzler, oyuncu performansına dayalı bir oyun. Metni o kadar güçlü ve sağlam, oyuncular o kadar zengin ve çoşkulu ki bana kalan ‘Oyunculuk peformansı üzerinden oyunu nasıl daha iyi aktarırız?’ diye kafa yormak oldu,” diyor. Oyuncular için söylediğine katılıyorum. Gerek dürüst ve prensip sahibi aile babası Danny’nin cehenneme inişini oynamak için upuzun saçlarını bile feda etmiş olan İbrahim Selim gerekse ‘öksüzlüğü’nün boyutunu bir leitmotiv gibi tekrarladığı “biz bir aileyiz” sözcükleriyle tekrar tekrar anımsayan, kardeşinin ırkçı saldırısını örtbas etmek için kocasına şantaj yapmaktan veya hamileliğini aşağılık bir pazarlık unsuru olarak kullanmaktan çekinmeyen Helen’de Gizem Erdem karakterlerini müthiş bir gerçeklikle canlandırıyorlar.Danny’nin, karısının şantajı sonucunda Liam’ın ırkçı şiddetine nasıl suç ortaklığı ettiğini anlattığı sahnede İbrahim Selim tüyler ürpertici. Gizem Erdem, Helen’in, bıçaklanan ‘çocuğun’ tehlikeli olabileceğini iddia ederek ve kendisinin de mahallenin kopukları tarafından cinsel tacize maruz kaldığını hatırlatarak Liam’ı aklamaya çalıştığı sahnede ise büyüleyici. Ekibe sonradan katılmış olan Yusuf Akgün’ün yüzünden hiç eksik etmediği gülümsemesiyle olayın gerçek boyutunu büyük bir sükûnetle adım adım itiraf eden Liam yorumu ise, patolojik şiddetin engin bir duygusallıkla beraber var olabileceğini zekice gösteriyor. Ancak Tuğrul’un kendi yönetmenliği için söylediklerinin fazla alçakgönüllü olduğu kanısındayım. Çünkü “Oyunculuk peformansı üzerinden oyunu daha iyi aktarma”nın çok üzerinde bir iş çıkarıyor. Söylen(e)meyenlerin söylenenlerden çok daha önemli olduğu metni, yarım kalmış cümleler ve kimi zaman söylenenlerin tam tersini ifade edebilecek sözcüklerle derinlemesine yorumluyor. Ve oyun, şiddetin her an varolduğu ancak yüzeye ne kadar yakın olursa olsun su yüzüne çıkamadığı, patlamak üzere olan bir bombaya dönüşüyor. Bu sahneleme ile Tülek, artık DOT’un imzası haline gelmiş in-yer-face tarzına da farklı bir boyut getiriyor. Sahne kavramının yok edildiği mekânda, oyuncularla aynı odada, neredeyse diz dize oturan izleyici bu kez duygusal ve bedensel şiddeti doğrudan yaşamıyor ama, mazbut bir orta sınıf ailesinin ne biçim bir kancıklık batağına saplanabildiğini onlarla beraber yaşıyor ve “ya bizim başımıza gelseydi?” sorusunu sorduğunda izlediklerinin değil ama kendi yapabileceklerinin endişesiyle boğazından yakalanıyor. DOT’un hiç bir oyunu kaçırılmaz ama Orphans, yalınlığı ve doğru yorumlanışı ile yılın en etkileyici oyunlarından biri olarak öne çıkıyor. Hepinize iyi seyirler.