Esin Çittone, “Hayatta en önemli şey bilinçli seçim yapabilmektir” inanışıyla doğru bulduğu yolda tüm zorluklarına rağmen başarıyla ilerleyen bir reklamcı. 2001 yılında başlayan yurt dışı serüveni kendi deyişiyle şimdilik Amsterdam’da devam ediyor. Seyahat etmeyi çok seven Çittone yaz aylarında ise aşığı olduğu Büyükada’ya gelerek ailesiyle hasret gideriyor. Bu ziyareti sırasında bize de zaman ayırdı ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik
Işık Lisesi’nin ardından Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Grafik Tasarımı Bölümü’nü bitiren Esin Çittone, okulun son senesi yani 1997 yılında çeşitli reklam ajanslarında çalışmaya başladı: “İlk olarak Manajans’ta staj yaptım. Ardından Medina Turgul’da çalıştım. Son olarak da Türkiye’nin önemli reklam ajanslarından biri olan TVWA’de çalıştım. Maalesef oldukça zor şartlar, farklı iş ilişkileri ve çok uzun çalışma saatlerini görünce başarılı olmanın, gelmek istediğim noktaya ulaşmamın ne kadar zor olduğunun farkına vardım. Aynı dönemde 2001 krizi de patlak verince önceden planladığım yurt dışı macerama atılmanın zamanı geldiğini anladım.”
Reklamcılık özellikle kadınlar için oldukça zor bir meslek. Bu yola girmeye nasıl karar verdin?
Küçüklüğümden beri resme çok kabiliyetim vardı. Fen Bölümü’nden mezun olmama rağmen çizim merakımdan olsa gerek, çevremdekiler bana mimar olabileceğimi söylerdi.
Fakat asıl çocukluğumda yaşadığım iki olay, reklamcılık konusunu daha ciddi düşünmeme yol açmıştı. İlki, 12-13 yaşlarındayken katıldığım bir toplantıda İlancılık Firması’nın sahibi bir sunum yapmış ve bir kaset göstermişti. Çok etkilenmiştim. Arkasından da kuzenim Jale Kohen çalıştığı Manajans’ta bana kısa süreli bir staj ayarlamıştı. Böylelikle bu meslekle tanıştım ve çok keyif aldığımı görünce bu yolda ilerlemeye karar verdim.
İlk durak Londra…..
Lisanını bildiğim için yurt dışı maceramda ilk seçeneğim Londra oldu. Hiçbir şey ayarlamadan öylece çantamı aldım ve gittim. İlk senem çok zor geçti. Uzun süre iş bulamadım. Her şeye sıfırdan başlamak zorunda kaldım çünkü Türkiye’deki portfolyom kabul edilmedi. Öncelikle İngiltere’de inanılmaz bir hiyerarşi var. Orada eğitim almadığım ve Türkiye’den de eğitim açısından zengin bir öz geçmişle gelmediğim için sistemin dışında kaldım. Gittiğim ilk günlerde şunu öğrendim. Reklamcılık bir ekip işi. Bir sanat yönetmeni veya bir metin yazarı tek başına çalışamıyor. Aynı karı koca gibi muhakkak birlikte karar vermek ve fikir üretmek gerekiyor. Hatta bu ekip birbirinden ayrılırsa kariyerlerine çok büyük darbe alıyorlar. Londra’da sistem böyle işliyor. Durum böyle olunca ilk yapmam gereken iş, kendime bir ekip arkadaşı aramak oldu. Uzun bir zaman sonra 9 senedir birlikte çalıştığım arkadaşımı buldum. Dominic ile yeni bir portfolyo hazırlamaya başladık, stajlar yaptık. İlk çalışmamı Will Awdry adında bir kreatif direktör gördü ve bir istatistik sunarak reklamcılık sektörünün en alt kademesinde bile yer almadığımı, boşuna vakit kaybetmeden ülkeme dönmem gerektiğini söyledi. Ancak inat ettim ve bu sözlere aldırmadan zorlu yolculuğuma devam ettim.
Londra serüveni nasıl sona erdi? Sonrasında neler yaptınız?
Londra’daki dördüncü senemde çalıştığım ajans kapanınca kreatif direktörümüz bize bir teklif sundu. Epey bir zaman düşündükten sonra metin yazarım olan arkadaşımla birlikte bu teklifi kabul ettik ve kendimizi Varşova’da bulduk. İşimizin daha kolay olacağını düşünmüştük ancak tabii ki öyle olmadı. Bizim işimiz kapitalizmi pompalayan bir meslek. Bunu dengelemek için zaman zaman dünya için faydalı şeyler de yapmak gerektiğine inanıyordum. Bu nedenle ajans dışında da işler yaptık. Örneğin AİDS ve küresel ısınma konularında MTV ile çalıştık, video klipler çektik, bilinçlendirme çalışmaları yaptık. Bir buçuk senenin ardından özellikle hava şartlarının çok sert ve zorlayıcı olmasından dolayı bir kararsızlık içindeyken Amsterdam’dan bir teklifle karşı karşıya kaldık. Zamanında portfolyomuzu gösterdiğimiz ve iletişim kurduğumuz bir ajans, uluslararası bir ekip aradıklarını bildirerek bize ulaştı. Ancak öncelikle onlara kendimizi ispatlamalıydık. Bize bir ön sunum gönderdiler. İşi yaptık ve sonucunda sayemizde bir müşteri kazandılar. Ardından işe alındığımızı bildirdiler ve kendimizi Amsterdam’da bulduk.
Dört buçuk senedir de orada çalışmaya devam ediyoruz. Üç sene aynı ajanstaydık. Amsterdam’ın uluslararası olmayan yerel bir reklam ajansıydı. Çok enteresan kampanyalar yaptık. Pamela Anderson ve Carmen Electra gibi dünya çapında mankenlerle, ünlü futbolcularla çalışma şansı bulduk. Dördüncü sene artık bir değişikliğe ihtiyacımız olduğunu düşündük ve “on-line” çalışmaya karar verdik. Çünkü dünya artık buna yöneliyor.
On-line konusunu biraz açar mısın?
“On-line” çalışmak sanal ortamda hepimizin her gün kendimizi bir şekilde içinde bulduğumuz internet ortamında facebook, twiter, oyun veya web sitelerinin tasarımlarıyla ilgili fikirler üretmek anlamına geliyor. Sanat yönetmeni olduğumdan dolayı İşleri gerçekleştirmek için müzik tasarımcılarıyla, fotoğrafçılarla, film yönetmenleriyle çalışıyorum. Reklam yazarımla beraber A’dan Z’ye her şeye karar veren bizleriz. Ocak ayından beri hiçbir ajansa bağlı olmadan, proje bazlı olarak bağımsız olarak çalışıyoruz.
Yurt dışına gitmeye karar verdiğin günden bugüne geçen sürede arzu ettiğin noktaya ulaşabildin mi? Amsterdam’dan sonraki durağın belli mi?
Dünya çok hızlı gelişiyor ve ilerliyor. Önemli olan bir noktaya ulaşmak değil. Önemli olan dünyanın bu hızına ayak uydurabiliyor olmak. Henüz bu mesleği bırakmayı düşünmediğim için her gün çok ciddi çalışıyorum, elimden geleni yapıyorum. Şimdilik Amsterdam’da çalışmaktan çok memnunum. Çalıştığım şehirlerden en sistemlisi ve en demokratik olanı diyebilirim. Ayrıca mesleğim gereği yaratıcılığımı besleyecek bir ortama sahip. Her türlü sergi, dans, konser ve etkinliklere katılıyorum. Ancak hayat hiç belli olmaz. Eğer istersem dünyanın bambaşka bir köşesine oltamı atabilirim. Ama henüz bunu istemiyorum.
Aldığınız birçok ödül var. Onlardan bahseder misin?
İyi işler yapınca ödül geliyor zaten. İlla ödül almaya aç olursanız hiçbir zaman sahip olamıyorsunuz. Ancak, işinize konsantre iseniz, beklemediğiniz anda bir ödül sahibi olabiliyorsunuz. Aşağı yukarı üç sene önce Hollanda’nın en büyük reklam ödülünü aldık. Türkiye’nin ‘Kristal Elma Ödülü’ benzeri orada da bir ‘Kristal Ampul Ödülü’ var. Her kategoride bir ampul veriliyor. En sonunda da toplam bir ödül var. İşte onu bize layık gördüler.
Geçen sene ilk yaptığımız on-line çalışma ile de ödül aldık. Volvo marka arabalar ve “Alacakaranlık Kuşağı” filminin sponsorluğu için gençlere yönelik bir oyun tasarlamıştık.
Ailen, verdiğin kararlara nasıl yaklaştı?
Benim ikiz bir erkek kardeşim var. Babam doğduğumuz günden itibaren bizi eşit yetiştirmek gibi bir telaşa düşmüş. Gerçekten de hep öyle davrandı. Ailem her zaman bana inandı ve destek oldu.
Onlar beni çok iyi tanıyorlar. Kafama bir şey koyarsam mutlaka yapacağımı biliyorlardı. Kararlarıma her zaman saygıyla yaklaştılar. Ne annem, ne de babam hiçbir zaman geri dön, evlen veya artık çocukların olsun gibi söylemlerde bulunmadılar. Ama eminim ki, ilk gidişimde bu kadar uzun seneler kalacağımı düşünmemişlerdi.
Türkiye ve Avrupa’daki çalışma ortamlarını, artılarını ve eksilerini kıyaslarsan bu mesleğe girmeyi düşünen gençlere nasıl bir yol çizmelerini önerirsin?
Türkiye’de özellikle kadınlar için çalışma saatleri çok ağır. Ancak bunun yanı sıra daha kolay kabul ediliyorlar. Fakat ayakta kalabilmek için ortama ayak uydurmaları, insanların suyuna gitmeyi ve politik davranmayı bilmeleri gerekiyor ki ben bunu yapamadığım için yurt dışına gitmeyi seçtim.
Yurt dışında ise kadın sayısı çok az. Çoğunlukla 8-10 erkekle bir veya iki kadın olarak toplantılara giriyoruz. Onlar pek planlı programlı olmadıkları için de işler biraz uzayabiliyor. Fakat çalışma saatleri açısından Avrupa çok daha rahat. Bu mesleğe girmeyi düşünen gençlere mümkünse yurt dışına eğitime gitmelerini öneririm.
Reklamcılık çok eğlenceli bir meslek ancak cesaretli olmak, risk almak gerekiyor. İşin kolayına kaçılmamalı.
Esin’e seçtiği bu yolda başarılarının devamını dilerim.