“Ejderha Dövmeli Kız”, tekrar çevrimler orijinalinin başarısına ulaşamaz kuralını bozmuyor
Hollywood’un en yaratıcı yönetmenleri arasında gösterilen David Fincher, polisiye edebiyatının fenomenleri arasına giren “Ejderha Dövmeli Kız”ın tekrar çekimini yapmakla hata etmiştir. 2 yıl önce izlediğimiz, Niels Arden Oplev’in orijinal versiyonuna hiç bir yenilik getirmeyen, üstünlük sağlayamayan Hollywood remake’i, oyuncu kadrosuyla da sınıfta kalıyor. Stieg Larsson’un müthiş romanının ruhuna uygun İsveç filmi kendi içinde tutarlıydı, Naomi Rapace gibi müthiş bir oyuncuyu keşfediyordu. İlk film, Nazi olgusunu ön plana alıp tutarlı bir eleştiriye soyunurken, ikincisi İsveç’in Nazi hayranlarını sergileme çabasında yetersiz kalıyor.
Yazımın sonunda söylenecekleri en başta söyleyeyim: “Hollywood’un en yaratıcı yönetmenleri arasında gösterilen David Fincher, “Ejderha Dövmeli Kız”ın tekrar çevrimini (remake) yapmakla hata etmiş, vaktini boşa harcamıştır.
Bu yazımda bu kanaate nasıl vardığımı anlatmaya çalışacağım.
Sevdiğim yönetmenler arasında yer almamasına rağmen, Fincher’in filmografisinde yer alan 2-3 film, sinam eleştirmenlerince başyapıt olarak kabul gördü.
Son 10 yılın polisiye edebiyatına damgasını vuran İsveçli Stieg Larsson’un “Milenyum Üçlemesi” vatandaşları tarafından beyaz perdeye başarıyla aktarıldı.
Avrupalı yaratıcıların beğeni görmüş, gişede rekorlar kırmış filmlerine akbaba gibi atlayıp, yeniden çevirim formülüyle, ranta çevirme çabası Hollywood’a çok yaygın. Remake’in orijinalinin başarısına ulaşamaması kuralını “Ejderha Dövmeli Kız”da (Fincher’e rağmen) bozmuyor.
David Fincher, mahalli rengi ıskalamamak gayesiyle filmi İsveç’te çekmesine rağmen, iki yıl önce izlediğimiz Niels Arden Oplev’in orijinal versiyonuna hiç bir yenilik getirmiyor, üstünlük sağlanamıyor. İsveç-Danimarka ortak yapımı ilk film Stieg Larsson’un müthiş romanının ruhuna uygun, kendi içinde tutarlı, mükemmel bir sinematografisiyle öne çıkan bir filmi.
Bu film İsveç tarihindeki Nazi olgusunu ön plana alarak, tutarlı bir özeleştiriye soyunuyordu. Hollywood versiyonu ise, kitaptaki İsveç’in Nazi hayranlarını sergileme çabasını pek vurgulamıyor.
Müthiş bütçesine ve uluslararası starlardan oluşan zengin oyuncu kadrosuna ve teknik elemanlarına rağmen, 2. film sinematografik bir üstünlük sağlayamıyor.
Oyunculara gelince, romana adını veren, popüler edebiyatın ikonu “Ejderha Dövmeli Kız”ı oynayan Amerikalı Rooney Mara, İsveçli Naomi Rapace’ın başarısının çok altında kalıyor.
Romanın yazarı gibi aynı mesleği yapan araştırmacı gazeteci Mikael Blomkvist’i canlandıran Michael Nygvist, derinlikli performansıyla bu rolün hakkını verirken, Daniel Craig sönük, pasik bir karakter olarak kalıyor.
Son yıllarda yıldızı süratle yükselen, yeni James Bond, müstakbel “Görevimiz Tehlike” başkahramanı Daniel Craig, bu filmde hayranlarını düş kırıklığına uğratıyor.
Ancak Amerikan versiyonunun yan rollerini paylaşan, Christopher Plummer, Robin Wright ve Stellan Skargard’ın, ilk filmdeki meslektaşlarını, karizmalarıyla ezip geçtiğini söylemek lazım.
IRKÇILIK, BAĞNAZLIK, SAPIKLIK, KADIN DÜŞMANLIĞI
Peki, David Fincher bu filmi sadece para kazanmak için mi yaptı? Kendisine şöhreti getiren “Yedi”, “Dövüş Klübü”, “Zodiac” gibi karanlık filmlerden Fincher’i seri katil öykülerine zaafı olan bir yönetmen olarak tanıyoruz.
Stieg Larsson’un “Ejderha Dövmeli Kız”daki, Nazi dönemine uzanan gizemli seri katilli bölümü Fincher’e cazip gelmiş olabilir.
“Yedi”de delilik, “Oyun”da paranoya, “Dövüş Klübü”nde nihilizm, “Zodiac”ta saplantı, “Sosyal Ağ”da ihanet temalarını işleyen Fincher, Larsson’un romanındaki benzer temalara yakınlık duyabilir.
Ancak Fincher’in filminde romanın yeni bir yorumu yok. Romanı ve İsveç yapımı ilk filmi bire bir perdeye aktarmış. Tek yenilik 2. filmin İngilizce olması. Milenyum üçlemesinin en iyi bölümü birincisi olduğu için, Hollywood remake’leri devam etmeyebilir.
“Sosyal Ağ” ile En İyi Müzik dalında Oscar kazanan Trent Reznor – Atticus Ross ikilisi, David Fincher’le olan beraberliklerini “Ejderha Dövmeli Kız”da sürdürürken, filmin karanlık ve sert atmosferine besteleriyle destek oluyorlar.
İsveç kışının karlı, donuk coğrafyasını yansıtan başarılı fotoğraflarıyla, görüntü yönetmeni Jeff Cronenweth başarılı. Ancak klip estetiğindeki çok kötü jenerik ile, film iyi başlamıyor.
Filmin konusu kısaca şöyle: Yazısında karanlık işler çeviren bir iş adamının açtığı davayı, iddialarını kanıtlayamadığı için kaybeden Mikael Blomkist işini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Varlıklı bir aileden aldığı iş teklifiyle, 40 yıl önce esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan bir güzel kızın sırrını çözmek için işe koyulur.
Punk görünüşlü, sıska bir “hacker” olan Lisabeth Salander’in yılın Mikael ile kesişir. Bu ortaklık, esrarengiz ilişkileri, aile içi günahları, sırlar ve gizemleri su yüzüne çıkarır.
Irkçılık, bağnazlık, sapıklık, kadın düşmanlığı, cinsel sömürü temalarını ustalıkla işleyen İsveç versiyonu, kültürel farklılıkları, Hollywood yapımından daha iyi yansıtıyordu.
David Fincher’in bu filmle kıymetli zamanını harcamasına anlam vermek zor.
İsveç’in Karanlık Yüzü
Sinema tarihinin en büyük yaratıcılarından biri sayılan İngmar Bergman’ı ile, Volvo’suyla, İKEA’sıyla, efsanevi Abba Grubuyla övünebilecek İsveç’ten, Steg Larsson bir “arka bahçe” tablosu çizmiş.
Eseri Mileniyum Üçlemesi’nde, 9 milyon nüfusuyla uygarlığın sembolü, modernliğiyle ün yapmış, suç oranı düşük, refahın, medeniyetin, dürüstlüğün öne çıktığı, barış ülkesi İsveç yok.
Burada toplumsal yozlaşmanın ve ailesel haksızlıkların hüküm sürdüğü, tarihindeki ayıpların soruşturulduğu karanlık bir İsveç var.
Milenyum’un anti kahramanları yaşadıkları olaylarda, kadına karşı şiddetin toplumda kabul gördüğünü, bu şiddetin kuşaklar boyu sürdüğünü gözlerimize seriyorlar.
Ensesten sapıklığa uzanan ahlâksızlıklar, görevini kötüye kullanan devlet görevlilerinden, işkence uygulayan, cinayet işleyen soylulara uzanan karanlık kişiler var.
Tıpkı, romanının kahramanı Mikael gibi bir araştırmacı gazeteci olan Steig Larsson, hayatı boyunca ırkçılığa, faşizme, kadın düşmanlığına ve toplumsal haksızlıklara karşı mücadele etti.
Milenyum Üçlemesinde dini bağnazlıklara karşı olan tepkisini dile getirdi. Güneşin üçte battığı İsveç kışında, karlı, karanlık ve depresif bir coğrafyada, iki ayrı nesilden gelen iki anti kahramanının kader birliğine bizleri tanık etti.
40 yıllık bir sırrı ortaya çıkarmak için güç birliği yapan, biri 45 yaşında bir gazeteci, diğeri 23 yaşında bilgisayar korsanı bir genç kız, bizlere alışık olmadığımız bir tarzda, zıt karakterli iki dedektifi, heyecanla izlettiriyorlar.
Polisiye edebiyatın fenomenleri arasına giren, 56 milyon satan Milenyum’un yazarı kimdir ve bu muazzam başarısını neye borçluydu?
Stieg Larsson 2004’te henüz 50 yaşındayken kalp krizinden öldüğünde başarısını hiç tadamamıştı. Üç romantik bir seri olarak yayınevine teslim ettiği Milenyum’un başarısı, asi ve yararlı ruh Lisbeth Salander gibi bir anti kahramanı geniş kitlelere sevdirmesinden geliyordu.
Sırtında dev bir ejderha dövmesi taşıyan, yüzü piercing’li, deli raporu olan, benzersiz karizmasıyla gizemini hep koruyan Lisbeth, popüler edebiyatın ikonları arasına giriyordu.
Çocukluğunda ailesiyle yaşadıklarından aldığı derin yaralarla, hayatta tek başına ayakta kalmanın mücadelesini veren Lisbeth, duygularını açık etme konusunda ketum, denetlenemeyen, asosyal bir karakter.
Gerektiğinde erkeklerle yumruk yumruğa kavga eden, başı bir türlü beladan kurtulamayan, kadınlara şiddet uygulayan, erkeklere beslediği nefreti gizlemeyen Lisbeth, sıska, ufak tefek, öfkeli ve arıza bir genç kız.
Arı kovanına tekme atmaktan hoşlanan, üstün zekalı, biseksüel anti kahramanını, Larsson, çocukluğu ve babasıyla olan gizemli ilişkilerden ipuçları verirken, son derece inandırıcı bir karakter yaratıyor.
“The Girl With The Dragon Tattoo”
Yön: David Fincher
Sen: Steven Zaillian
Gör: Jeff Cronenweth
Müzik: Trent Reznor Atticus Ross Oyuncular: Daniel Craig Rooney Mara – Christopher Plummer – Robin Wright – Stellan Skarsgard – Joely Richardson