Son günlerde medyada sıkça rastladığımız nefret suçu ve nefret söylemi kavramları tam olarak nedir? Kimleri etkiler? Nasıl yayılır? En önemlisi, bunlarla mücadele etmek için neler yapmak gerekir? Konunun uzmanları görüşlerini paylaşıyor…
Nefret söylemi kavramı, her türlü hoşgörüsüzlükten ve önyargıdan kaynaklanan ve beslenen, nefreti yayan, teşvik eden, savunan ve haklı çıkaran ifade biçimleri için kullanılır. Vikipedia, nefret söylemini şu ifade ile açıklıyor:
“Kişinin konuşma sırasında karşısındaki grubu ya da kişiyi ırkı, cinsiyeti, yaşı, ulusu, dini, ya da eşeysel tercihi konusunda ya da buna benzer konularda aşağılayarak, gözü korkutur tarzda konuşarak bu konuda fikrini değiştirmesi için zorlamasıdır. Terim, konuşma olarak geçse de yazılı olarak da uygulanabilir.
Nefret suçu ise, belirli ortak özellikleri bulunan birey ya da gruplara yönelik önyargılarla işlenmiş suçlara verilen tanımdır.”
Nefret söylemi ve nefret suçu aslında ‘mesaj’ suçlarıdır. Söylemin veya suçun yöneldiği bireyin ve mensubu olduğu grubun toplumda istenmediği mesajını verir. Bunun sonucunda da grup, kendini dışlanmış ve tehdit altında hisseder, toplumla entegrasyonu zayıflar.
Nefret söylemi ve suçu kavramlarını kamuoyunun gündemine getiren isimlerin başında olan, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, nefret söylemini nefret suçuna giden sürecin çıkış noktası olarak değerlendiriyor ve söylemlerinde bir noktaya dikkat çekiyor, “Kendini her zaman kin ve öfke dolu ifadelerle ortaya koymadığı ve hatta zaman zaman gayet normal ve mantıklı göründüğü için nefret söylemini teşhis etmek kolay olmayabilir.” Başta Hrant Dink olmak üzere gazeteci cinayetleri ile nefret söylemi arasında doğrudan bağlantı olduğunu vurgulayan Prof. İnceoğlu özellikle medyanın kullandığı şeytanlaştırıcı –ve bazen de kurbanlaştırıcı- kalıplarla bu konuda katkısı olduğunu savunuyor.
Nefret suçu terimi Amerikan kaynaklı bir terim. İlk olarak 1980’lerde ABD’de kabul edilmiş. ABD’de nefret yasalarının yürürlüğe konmasının başlıca nedeni bu ülkenin etnik, dini, kültürel olarak farklı topluluklardan oluşması. Bir göçmen ülkesi olan ve ABD’li üst kimliği oluşturarak toplum içi uzlaşmayı ve düzeni sağlamaya çalışan bu devlette ayrımcılık ve ırkçılık çok önemli bir sorun. Bu nedenle nefret suçları en ağır şekilde cezalandırılıyor. Diğer bir deyişle, nefret motivasyonu ile gerçekleştirilen bir suç, başka bir nedenle gerçekleştirilen aynı suça göre daha ağır cezalandırılır.
NELER YAPILMALI?
Nefret söylemi ve suçları ile mücadelede ülkemizde atılan olumlu adımlar da ümit verici. Başta, Sosyal Değişim Derneği, Hrant Dink Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları konuya sahip çıkarak sık sık gündeme getiriyorlar. Toplantılar ve konferanslar düzenleyerek kamuoyunda farkındalık yaratmayı hedefliyorlar. İlk kez bir ana muhalefet partisinin (CHP) seçim bildirgesinde, “Azınlık din mensubu vatandaşlara yönelik din ve inanç temelli ayrımcılık, nefret söylemi ve nefret suçlarıyla mücadele edileceğini”nin belirtilmiş olması sevindirici bir gelişme.
Prof. Yasemin İnceoğlu, ‘neler yapılması’ gerektiği konusunda da fikirlerini daha önceden Şalom için kaleme aldığı yazısında belirtmişti. “Mecliste Nefret Suçları Komisyonu kurulması şart” diyen İnceoğlu, diğer önerilerini şöyle sıralıyor:
- Nefret söylemi izlenmeli ve raporlanmalıdır. Demokrasilerde en etkili yöntem deşifre etmektir.
- TCK’da nefret suçunun tanımlanması gerekmektedir ancak şüphesiz cezai yaptırımların yanı sıra, toplumsal mekanizmalara özellikle de sivil toplum girişimlerine de büyük rol düşmektedir. Ancak STK’lar ülkemizde ne yazık ki tabandan kopuk ‘elitist’ bir yapı içerdiklerinden, etkileri kısıtlı olmaktadır.
- Medyayı bu konuda bağlayıcı yasalar çıkarılmalı, medya çalışanları eğitilmelidir.
- Gazetelerde, özellikle de gazetelerin internet sayfalarında yayınlanan yazılarda nefret söylemi oldukça yoğundur. Bu konuda nefret söylemi içeren yazılar yorumlarla protesto edilebilir.
Tüm bunlarda önce, nefret suçuyla mücadelenin bir eğitim meselesi olduğunu kabul etmek gerekir. ‘Bir arada yaşama’ kültürü, küçük yaşta evde ve ailede başlamalı, daha sonra kitaplarda ve eğitim sisteminde devam etmeli. Çünkü eğitim, nefret suçlarının doğmasında en etkili neden olan önyargı ve ayrımcılığın önünde geçilmesinin garantisi olacaktır.
Akademisyen ve avukat Öykü Didem Aydın – ‘Nefret Suçları ile Mücadele: Ceza Hukukunun Olanakları ve Sınırları’ adlı makalesinde, nefret suçları ile mücadelede yardımcı olabilecek maddeleri şöyle sıralıyor:
• Şiddet içeren nefret suçları ile mücadelede daha etkili bir ceza adaleti siyaseti uygulayan Amerikan örneği değerlendirilmeli.
• Polis istatistikleri bu suçları tüm boyutları ile ortaya koyacak şekilde genişletilmelidir. ABD’de 20 yıla yakın bir süredir uygulanan Nefret Suçlarının İstatistiki Olarak Ortaya Konması Yasası (Hate Crime Statistics Act), bu konuda örnek alınabilecek bir uygulamadır.
Ancak Aydın, çalışmasında akılda bulundurulması gereken en önemli noktanın, etnik, dinsel, cinsel vb. azınlıklar konusundaki egemen toplumsal eğilimin, çok kültürlülük bağlamında yapılan tartışmaların ve egemen siyasal söylemin, nefret suçlarının ister istemez arttırabileceği ya da azaltabileceği gerçeği olduğunu belirtiyor. Aydın’ın bu konudaki görüşü şu şekilde: “ayrımcılığa, ırkçılığa, nefret suçlarına ve azınlık düşmanlığına karşı ceza hukukunun dışına taşan siyasetin önemi çok büyüktür. Bunlar arasında en önemli olanı azınlıkların, ülkenin siyasi iradesinin belirlenmesine katılımlarının sağlanması, hukuksal eşitliğin sağlanması ve fiili eşitliğin gerçekleştirilme yolunda destek politikalarının üretilmesidir.”
MEDYADA NEFRET SÖYLEMİ
Dördüncü kuvvet olarak adlandırılan medya en etkili kültürel iletişim araçlarından biridir. Çeşitliliği ve farklılığı öne çıkarmaya gücü olduğu kadar, bir çatışmayı sıradanlaştırma ve yayma konusunda da son derece etkili ve yönlendirici olabilir.
Türkiye’de sık sık medyanın taraflı, önyargılı ve ayrımcı bir dil kullandığına tanık oluyoruz. Haberlerde, özellikle de manşetler ve haber başlıklarında kullanılan provokatif, ırkçı ve ayrımcı dil, toplumda düşmanlık ve ayrımcı duyguları tetikleyen, kalıp yargıları güçlendiren birer araca dönüşüyor.
Geçtiğimiz yıllarda yaşanan bazı nefret suçları incelendiğinde, medyanın etkisi daha iyi anlaşılabilir. Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi olarak yargılanan Yasin Hayal, verdiği ifadede “Hrant Dink’i şahsen tanımadığını ama gazetelerden Türk düşmanı olduğunu okuduğunu” söyledi. Aralık 2007’de İzmir Ayasofya Kilisesi rahibine saldıran zanlı ise Ogün Samast gibi kahraman olmak için bu fiili gerçekleştirdiğini ifade etti.
SOSYAL MEDYA
Sosyal medya olarak adlandırdığımız yeni medya ortamları da, etkileşimli kamusal alanlar yaratarak nefret söyleminin yaşam bulabildiği, kolaylıkla yeniden üretilip dolaştığı ortamlardır.
Bugün milyonlarca kişinin kullandığı Twitter, Facebook ve benzeri paylaşım ağlarındaki ya da YouTube, dijital oyunlar, haber siteleri, haberlere yapılan yorumlar gibi yeni medya ortamlarındaki nefret söylemi, nefret suçları bakımından incelenmesi ve üzerinde durulması gereken alanlar. Çünkü bu gibi ortamlarda kullanıcılar, arkadaşlarının ürettikleri nefret söylemine ortak oluyor, nefret söylemini doğal görüyor ve kanıksıyor. Bu durum da nefret söyleminin nefret suçlarını örgütlemesine yol açabiliyor.
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
Yakın geçmişte nefret suçlarının oranı arttığı gibi, bununla mücadele edenlerin sayısı da arttı. Artık bir ‘Nefret Suçları Sosyal Ağı’ web portalı var. Portal, nefret suçlarının mağdurlarını, aktivistleri, konuyla ilgilenen sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirmeyi, aralarında haberleşme, iletişim ve bilgi paylaşımı sağlamayı amaçlıyor. Portal, bu amaçları paylaşan her kişi ve gruba açık. Nefret Suçları Sosyal Ağı’na www.nefretme.net adresi üzerinden erişilebiliyor. www.nefretme.org sitesi de bu konudaki haber, araştırma, rapor ve makalelere yer veriyor. Türkiye’de nefret söylemiyle mücadeleye ilişkin bir örnek de Ekşi Sözlük’ten geldi. Ekşi Sözlük, haziran ayından itibaren siteye yapılan tüm girişlerin nefret söylemi dahilinde denetleneceğinin duyurusunu yaptı.
UZMANLAR NE DİYOR?
MAĞDURLARI BİLE YAPIYOR
Nefret söylemi toplumun hemen her kesiminde yaygın. Hatta nefret söylemi/suçu mağdur grupların da birbirlerine karşı bu söyleme başvurabildiğine tanık olabiliyoruz. Mağdur grupların birbirlerini yeterince tanımamalarından kaynaklandığını düşünüyorum.
Ama yine de özel olarak sağ ve aşırı sağ gruplarda nefret söylemi çok daha yaygın ve kaba biçimiyle görülüyor. Devlet ve hükümet yetkilileri dâhil medyanın da yaygın biçimde kullandığı bu çok tehlikeli söylem günümüzde en çok Kürtlere ve gayrimüslim unsurlara karşı kullanılıyor. Örneğin Ermenilere karşı hiç bitmeyen bir önyargılar dizisi var. Veya İsrail Devleti’nin yanlış bulunan herhangi bir uygulamasında, sanki sorumlu tüm Musevilermiş gibi onlara karşı bir söylem gelişiyor. LGBT birey ve gruplar da en ‘gözde’ hedeflerden. Üstelik onlara karşı kullanılan söylem dilde kalmıyor, uygulamaya da geçerek cinayetlere kadar varıyor.
Nefret suçları/söylemi konusunda yasal düzenleme olmadığında bu suçları işleyecek potansiyel kişi ve gruplar kendilerini bir tür koruma altında, hedef gruplar ise güvensizlik içinde hissediyorlar. Bu yüzden yasal düzenleme bir zorunluluktur. Bu yasalar nefret suçlarını izleyip raporlayacak mekanizmalarla, sosyal ve psikolojik rehabilitasyon merkezleriyle, hukuki yardım mekanizmalarıyla, okul çocuklarından başlayarak kolluk kuvvetlerinin ve yargının doğrudan eğitimiyle, medyanın kendi iç disiplinini sağlayacak etik ilkeler oluşturulmasıyla desteklenirse gerçekten anlamlı olacaktır.
Bu konuyla mücadelede yasalar çok önemli olmakla birlikte tabii ki, yeterli değil. Cinayet, hırsızlık, gasp, tecavüz de yasalarımıza göre suç ama hepsi işlenmeye devam ediyor. Yasaların bir dereceye kadar caydırıcılığı var tabii ki. Ama sadece yasa var diye bu suçların önüne geçebileceğimizi sanmıyorum. Yasa olmasının şöyle bir önemi var: devletin bu konuda net bir tavra sahip olduğunu, her türlü dezavantajlı grubun haklarının devlet tarafından güvence altına alındığını kamuoyuna net ve anlaşılır biçimde göstermek.
Cengiz Algan / DurDe Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
KÜRESELLEŞMENİN SONUCU
Nefret söylemi ve suçlarının artmasının önemli bir sebebi, son zamanlarda etkisini gittikçe artıran “glokal” trenlerdir. Bilindiği gibi, glokalizm/küreselleşme, birçok olumlu faydalı beraberinde getirmekle birlikte, dünyada lokal/yerel değer ve kimliklerinin kendilerini tehdid altında hissetmesini sonuç vermiştir.
Küresel değerlerin, dünyanın her tarafını etkisi altına almasıyla birlikte; hemen her yerde olduğu gibi ülkemizde ve bölgemizde de, kimileri dini ve etnik kimliklerini risk altında görmeye başlamıştır. Bazıları, küresel imkânları, yerel değer ve kimliklerini dünyaya tanıtmak için bir fırsat görüp onları akıllıca kullanarak yepyeni bir senteze, giderek “glokalizm”in doğmasına sebep olurken; diğer bir kısmı ise tam tersine içe kapanmayı marifet bilmişlerdir.
İşte, ötekinden nefret malzemeleri, bu kesim için gayet uğursuz malzeme olarak onların da imdadına yetişmiştir. Kimi, kısır düşünceli şahsiyet ve kanaat önderleri ise, bu glokal trene binerek politika yapmayı ve hakimiyet sürdürmeyi yeğlemişlerdir. Hâlbuki bu, tıpkı bir bumerang gibi, sonuçta kendilerini vuracak tehlikeli bir silahtır. Umarız, çok zaman geçmeden bunun farkına varırlar.
Etkin önlem, son kertede elbette cezai düzenlemelerdir. Ancak, ondan önce, belki de eş zamanlı olarak yapılması gereken, nefret suçu işleyenlerin gerek internet medyası ve gerekse konvansiyonel medya araçları tarafından deşifre edilmesidir. Bu konuda medya mensuplarına büyük görev düşmektedir.
Cemal Uşşak / Gazeteci-yazar, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı
BİLİMSEL PROGRAMLARDA İSTİSMAR EDİLİYOR
Günümüz Türkiye’sinde Yahudiler bağlamında kullanılan nefret söylemi İsrail aleyhtarlığı ile harmanlanmakta ve iç siyasette oy devşirmeye yönelik bir kaldıraç gibi kullanılmakta.
Konu o kadar ayağa düşmüş durumda ki, sözüm ona bilimsel programlarda ve özellikle Kurtlar Vadisi dizisinde bu konunun en çirkin ticari istismarını ibretle izlemekteyiz. Yargı erkinin bu yayınları ihbar telakki edip re'sen dava açmaması daha da düşündürücü olup Türkiye’nin uluslararası şöhretine ve prestijine gölge düşmesine sebep olmaktadır.
Dolayısıyla, yeni anayasada Nefret Söylemi’nin cezai bir müeyyidesi olmasını ve savcılıkların bu konuda re'sen işlem yapmalarını amir bir hükmün mutlaka yer alması gerektiğini düşünüyorum.
Denis Ojalvo / Şalom yazarı
AYRIMCILIK YASASI DA ÖNEMLİ
Ayrımcılık, uluslararası hukuk doktrininde suç teşkil eden düşünce ve eylemlerdir. Uluslar arası hukukta ayrımcılığın suç olarak kabul edilmesine rağmen hukukumuzda ayrımcılık eyleme dönüştüğünde ve Türk Ceza Kanunu’nda yer alan suçlar meydana geldiğinde cezalandırılmaktadır.
Nefret söylemini de ayrımcılığın ileri bir safhası olarak nitelendirebiliriz. Nefret söylemi sürekli olarak tekrarlandığında insanlarda kin ve düşmanlığa tahrik ve teşvik duygularını uyandırmakta ve bardak dolduğunda bu duygular eyleme dönüşerek darp, yaralama, cinayet ve bombalamaya varan suçlar meydana gelmektedir.
Ayrımcılık yasası hazırlanırken sadece eylemin değil söylemin de suç kapsamına alınması gereği çok açıktır. Ancak hep söylendiği gibi söylem suç olarak kabul edilirse ifade özgürlüğü engellenir kaygısı ağır basmaktadır. Önemli olan çıkartılacak yasada veya Türk Ceza Kanunu’na eklenecek hükümlerde ifade özgürlüğü ile halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve teşvik eden söylemler arasındaki dengeyi kurmak ve nefret suçunun oluşmasını önlemektir."
Avukat Ester Zonana
SİYASETÇİLER SÖYLEMLERİNE ÖZEN GÖSTERMELİ
Öncelikle nefret söylemi ve nefret suçlarına yönelik mücadelenin farklı kulvarlarda yürümesi gerektiğine inanıyorum. Her ne kadar nefret söylemi nefret suçlarının önünü açan bir ortamın oluşmasında büyük bir pay sahibiyse de, özellikle alınması gereken önlem ve mücadele açısından farklı yaklaşımları gerektiriyor.
Çözüme gelince, gerek nefret söylemi gerekse nefret suçlarıyla mücadelede sorun tüm boyutlarıyla ele alınarak, bütünlüklü çözümler üretilmesi gerekiyor. Meselenin siyasi, toplumsal, psikolojik ve kültürel boyutları söz konusu. Vakalara ilişkin bilgilerin toplanması ve değerlendirilerek, durum saptaması yapılması gerekiyor ki buna göre çözüm üretilebilsin. Bu bakımdan devlete önemli görevler düşüyor. Devletin ilgili kurumları verileri toplayarak, kamuoyu ile paylaşmalı. Medya ve eğitim kurumları, söylem konusunda son derece hassas olmalı, gençlere yönelik ayrımcılıktan uzak bir eğitim verilirken, medya nefret söyleminin yeniden üretildiği bir mecra olmaktan çıkmalı. Bu arada hukuk sistemi içinde avukatlar, polis, savcılar ve yargıçlar konuya ilişkin eğitilmeli. Siyasetçiler ise söylemlerine özen göstermeli.
Çözüm yönünde en önemli adımın ise yasal düzenlenmeden geçtiğine inanıyorum. Gerek verilerin toplanması, gerek hukuk sistemi içindeki aktörlerin eğitimi, gerekse suçların cezalandırılmasına yönelik kapsamlı düzenlemeler gerçekleştirilmeli.
Türkiye’de özellikle şu aşamada en büyük görevin sivil toplum kuruluşlarına düştüğüne inanıyorum. Sivil toplum, nefret söylemi ve nefret suçları karşısında suskun kalmamalı; bir yandan bu tür vakaları teşhir ederken, aynı zamanda mağdurun yanında, mağdur gruplarla dayanışma içinde olmalı. Kamuoyunda soruna yönelik güçlü bir hassaslığın oluşması için kampanyalar, farkındalık yaratacak etkinlikler düzenlenmeli.
Türkiye, görsel ve yazılı basında yer alan nefret söylemi örnekleri konusunda diğer ülkelerden çok farklı bir görünüm arz etmiyor. Diğer birçok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de nefret söylemi ve nefret suçlarının hedefi olan mağdur gruplar aşağı yukarı aynı. En çok hedef alınan gruplar, sırasıyla ulusal ve etnik kimlikler, inanç grupları, cinsiyet kimlikleri, cinsel yönelim ve engelliler.
Medyada en sık karşılaşılan vakaların, Kürt, Ermeni ve Yahudi kimliğine yönelik nefret söylemi, LGBT bireylerine yönelik nefret suçları ve özellikle gayrimüslim inançlara yönelik nefret söylemi olduğu görülüyor. Van depremi sonrası ortaya çıkan, Kürtlere yönelik “hak ettiler” tarzı ırkçı yaklaşım, “soykırım” tartışmaları bağlamında Ermeni yurttaşlara yönelik saldırgan dil ve özellikle İsrail devletiyle ilişkilerin kötüleşmesine paralel yükselen Antisemitizm somut örnekler olarak verilebilir. LGBT bireylere yönelik nefret cinayetleri ve engellilere yönelik ayrımcılık da yaygın bir durum.
Türkiye’de son yıllarda özellikle basında nefret söylemi ve nefret suçları konusunda belli bir hassaslık oluştu; bu kavramlar eskisine göre çok daha fazla kullanılır oldu. Ancak yeni ortaya çıkan sorun, bu kavramların bir biriyle karıştırılması ve çoğu kez de yanlış kullanılıyor olması.
F. Levent Şensever / Sosyal Değişim Derneği Genel Sekreteri