30 Aralık 2009 tarihli Şalom Gazetesi’nde ‘Türkiye Hahambaşılığına bağlı Golden Age Komisyonu’nun başarısı’ başlığı altında, bu organizasyonun ne denli gerekli olduğunu uzun bir yazımla belirtmiştim. Pazar günkü toplantıda, kurucular bunu bir kez daha kanıtladılar. Sevindik, alkışladık, tebrik ettik, başarılar diledik.
Salona girdiğimde, sahne önündeki koltuklardan tam üç sıranın, tören için davet edilmiş olan Golden Age üyelerine, yani kendi üyelerine yasak olduğunu irkilerek fark ettim. Bu yasak, kulakları ağır işiten, görme kabiliyeti azalmış yaşlılara mahsustu.
Şüphesiz, Ruhani Reisimiz, Cemaat Başkanımız ve maiyeti için, önde on koltuk ve de sahneye çıkacak konuşmacılar için sol köşede on yer elzem ve yeterliydi. Fakat heyhat! Salonun üçte biri kadarı bize yasaktı o gün. Hem de ön sıralar. Yetmişlik, seksenlik bir topluluğa gelmişti bu ceza! Acaba protokol şefi, davet edilen ve cemaatin otobüsleriyle Ulus Okuluna taşınan bu kişileri çocuk mu sanıyordu?
Keşke çocuk olsaydık. Şimdi çocukluğum gözlerimin önünde. Anne ve babamız, cemaat faaliyetlerinden uzak kalmamamız için, bu tür toplantılara gönderirlerdi bizleri. O zaman iki şeye sıkılırdım: Biri, iki büklüm yaşlı vatandaşların beni kolumdan silkeleyerek “ İjo de ken sos tu, paşayiko?” sorularına cevap yetiştirmeye ve diğeri, salonun ön taraflarında onlarca boş yer varken, bizi en arkaya, çoğu kez ayakta, havasız köşelerde, kan ter içinde, pek bir şey anlamadan, töreni izlemeye mecbur etmelerine.
Eve döndüğümde, “Anneciğim, babacığım, yine ‘komite’ciler’ işgal etti ön sıraları, birçok sandalye boş kalmasına rağmen, ‘gelmesi muhtemel zevat ve aileleri içindir’ diyerekten bizi hiç oturtmadılar, hatta beni azarlayanlar oldu, ben bir daha böyle toplantılara gitmem” dediğimde aldığım cevap: “Oğlum sen yine git, onlar karşılık beklemeden canla başla çalışan kişiler, bırak senede bir iki saat aileleriyle gurur duysunlar. Cemaatin tüm angaryalarını, yükünü, dertlerini onlar çekiyor, buna karşın sen ne yapıyorsun? Hiçbir şey. Bari git, öğren ve onları alkışlayarak destekle” derlerdi.
Aradan yıllar akıp gitti. 1998’de bir dernekteki konuşmamda ‘seçkin kişiler’ sözcülüklerine takılarak şöyle demiştim: “Bu deyimi yayınlarımızda okuya okuya, yeni hazmetmeye başladım fakat bazı kişilere batıyor. Editörlere tavsiyem: Bu kelimeleri en az düzeyde dizgiye alsınlar, hatta metinde varsa bile, atlasınlar. Zararı olmaz, faydası olur. Seçkin davetliler, seçkin topluluk, seçkin kişile... Peki, ya ötekiler? Cemaati ikiye ayırmak zamanı mı?” vs... Sağ olsunlar, o gün Sayın Silvyo Ovadya, söylediklerimden esinlenerek önündeki kağıda notlar düşüyordu.
Teşbihte hata olmaz. Anadolu Kulübü’nün 2008 yılında değişen yönetimine hitaben yazmış olduğum iki üç cümleyi naklediyorum buraya: ‘Son yıllarda, “İyi ki varsınız, yoksa biz burada olamayacaktık’’ diyen, tesisi yöneten ve hizmet verendir. Müşteriler değil artık. Dolayısıyla misafirlere, ‘hoş geldiniz’ gözü ile bakılmalı ve tüm çalışan ekip, sırf o üye için harekete geçmiş olduğu intibasını yaratmalı. Neşe bulaşıcıdır ve insanı mesut eder. Yeni nesil bunu arıyor ve bu tür servis veren tesislere doğru kayıyor. Kulübümüz için çok ciddi bir kan kaybı’ vs...
Bilmem Şalom’un Şubat 2012 Dergisini okudunuz mu? ‘Mucize Yıl’ başlığı altında, Sayın İvo Molinas diyor ki:
“Davet edildiğimiz ‘Yeni Anayasa taslağı’ çalışmalarında, üç noktaya değindik. Halkın devlet için değil de, devletin halk için var olması gerektiğini, tüm Türk vatandaşlarının her alanda ve anlamda eşitlikçi muameleye tabi olmalarını ve özellikle medyadaki nefret ve ırkçı söylemlerin cezai yaptırımlara maruz kalmasını diledik.”
Tahminimce, bu dilekler tahakkuk ettiğinde, VAZİFELİ, REZERVE, GÖREVLİ, YÖNETİCİ, PROTOKOL namına yapılan işgalleri, sahneden uzak olan koltuklarda görürüz.
Tesellim odur ki, (önlerde halen yer varken) dernekteki faaliyetleriyle ön safta oturmaya hak kazanmış birkaç vatandaşı, oditoryumun son sırasında gördüm. Onları candan tebrik ettim. Uzaktan öpücükler yolladım ve içimden “halen ümit var” diyerek gururla onuncu sıradaki koltuğuma yerleştim.
Sevgilerimle, nice neşe dolu yıl dönümlerimize...
Viktor Albukrek