Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın farklı inanç gruplarının temsilcileriyle bir araya geldiği, ‘5. Sivil Toplumla Diyalog Toplantısı’nda, Şalom Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas da bir konuşma yaptı.
İvo Molinas ‘5. Sivil Toplumla Diyalog Toplantısı’nda gerçekleştirdiği konuşmasında, geçmişten günümüze, Türkiye’de azınlık ve Yahudi olmanın yarattığı sosyal ve ruhsal hissiyattan bahsederek, devlet katında başlayan ‘eşitlik’ kavramının tabana yayılması için çalışmalarımıza devam etmemiz gerektiğini vurguladı.
Molinas’ın konuşmasında şu ifadeler yer aldı:
“Bugün böylesi renkli bir ortamda bir Türk Yahudi’si olarak söz almanın sevincini ve gururunu taşıyorum. Bugünü düzenleyen başta Sayın Bakanımız Egemen Bağış ve arkadaşları olmak üzere tüm organizatörlere içten teşekkür ederken, bu organizasyonun tarihi bir kilometre taşı olduğunu belirtmek isterim.
Türkiye Cumhuriyeti gayrimüslim azınlık tarihine baktığımızda böylesi bir iklimin gerçekleşmesinin belki de mucizevî olduğuna inanabiliriz. Ancak mucizeleri yaratmak Tanrı’nın izniyle kulları olan insanlara kalmıştır. Ak Parti hükümetlerinin, gerek AB uyum yasaları çerçevesinde gerekse de demokrasi anlayışı bağlamında getirdiği temel değişiklikler bizi bugün bu çok olumlu resme taşımıştır.
Bendeniz Türkiye’nin en eski gazetelerinden biri olan 65 yıllık ŞALOM Gazetesi’nin genel yayın yönetmeniyim. ŞALOM, Türkiye’deki Yahudi vatandaşlara yönelik yayımlansa da son yıllarda yaptığımız kimi değişikliklerle internette herkes tarafından giderek artan bir ilgi ile takip edilmektedir.
ŞALOM’un bu anlamda işlevi çok büyüktür. Zira Türkiye’de Yahudiler ve Yahudilik çok fazla tanınmamakta olup bunun yarattığı bazı olumsuz algı ve hissiyat toplumun kimi katmanlarında yer edinmiştir. Bu bağlamda Şalom bir köprü vazifesi görmekte, insanımıza, Yahudi kültürünü ve aslında dininden gayri hiç de farklı olmayan karakterini yansıtmaya çalışmaktadır.
Türkiye’de gayrimüslim bir vatandaşın hissettiği sosyal ve ruhsal azınlık hissiyatı tüm gayrimüslim vatandaşlarımızda az çok yer edinmiştir; hem akıllarda, hem belleklerde hem de gönüllerde. Kimi zaman gönüller çok kırılmıştır. Lakin sürekli olarak öteki olarak görülmesi, onun vatan sevgisinde zerre kadar olumsuz bir rol oynamamıştır. Onun, her zaman ve her koşulda ülkesine bağlı olmasını ve özellikle yurtdışı platformlarında Türkiye’sini tabiri caizse ‘ölümüne’ savunmasını hiçbir şey etkilememiştir. Zira o bu topraklarda doğmuş, bu iklimin oksijeni ile hayatını sürdürmektedir. Bu nedenle, bir gayrimüslimin ülkesini canı gibi sevmesini, kimi olumsuzluklara karşın hiçbir şey değiştirememiştir, son tahlilde.
İzninizle yıllar öncesinden bir anekdotumu anlatmak isterim. Yıl 1975, lise yıllarım. Edebiyat öğretmenimiz İstiklâl Marşımızın ilk altı kıtasını ezberleme ödevi verip bir hafta sonraki dersinde bu konuda sözlü sınavına tabii olacağımızı söyler. Bir hafta sonra hocamız, ben dahil yedi öğrenciyi sözlüye kaldırıp marşımızın dizelerini ezbere okumamızı ister tüm sınıfın önünde. Ve ilginçtir, ben en son kalkarım. Benden önce kalkan ve tamamı Müslüman olan arkadaşlarım tam da net ve akıcı bir şekilde okuyamazken, bendeniz gayet seri ve duraklamaksızın okuduktan sonra hocamız, sinirli bir sesle, “Utanın yahu bir Yahudi arkadaşınız hepinizden çok daha iyi okudu, utanın. Molinas’a 10, size de 1 veriyorum” dediğinde sınıftaki arkadaşlarımın neredeyse tamamına yakınının öfke dolu gözlerine şahit olduğumu hiçbir zaman unutamadım. Hocamız aslında pozitif bir ayrımcılık yapmıştı ama doğal olarak çok rahatsız olmuştum. Nihayetinde hocamız beni diğer arkadaşlarımdan farklı görüyordu…
Şimdi bu hissiyatı en azından devlet katında yaşamayacağımız bir döneme giriyoruz. Daha önce de belirttiğim gibi Ak Parti hükümetlerinin çağdaş demokratik normlara uygun olarak gayrimüslimlere ve vakıflarına olan bakış açıları bir sessiz devrimdir ve topraklarımızda süregelen ayırımcılığı ve ötekileştirmeyi bitirmenin başlangıcı olarak kabul edilmelidir. 2003 ve 2008 yıllarında çıkarılan yasalarla gayrimüslim vakıfların haklarının iade edilmesi çok önemli bir tarihi dönemeçtir.
Bir zamanlar Balkanların en büyük, Avrupa’nın ikinci en büyük sinagogu Edirne Sinagogu ile Gaziantep Sinagogu’nun onarılması, Kilis Sinagogu’nun ise yeniden projelendirilmesi büyük bir sevinç kaynağıdır. Tarihimize sahip çıktığımızın kanıtıdır bunlar. Keza İzmir Yahudi Cemaati’nin statüsünün yeniden tanınmış olması çok olumlu bir adım olmuştur.
Basın İlan Kurumu’nun azınlık gazetelerine maddi yardımda bulunmaları da sanırım Cumhuriyet tarihimizde bir ilki teşkil etmektedir.
Lakin işimiz daha bitmemiştir. Zira bu ötekileştirme, bizden saymama, yabancı görme alışkanlığımızın yok edilmesinin, piramidin tepesinden aşağıya doğru, tabana doğru kaydırılması da gerekiyor.
Tabana yayılmayan bir devrim devrim olmaktan çıkar, sadece yasalarda ve zorunlu uygulamalarda kalır. Ama bu sürecin hiç de kolay ve çabuk olamayacağının da bilincinde olmak gerek.
Bilineceği üzere, önümüzde yeni bir Anayasa’nın hazırlanması söz konusu. Yeni Anayasamızın her Türk vatandaşına her anlamda eşitlikçi bakan bir Anayasa olmasını arzuluyoruz. Ayrıca ötekileştirmenin en büyük itici gücü olan nefret söyleminin de cezasız kalmayacağına dair genel bir hükmün Anayasa’da yer almasını çok önemli buluyoruz.
Hayatta en zor şey önyargıları kırmaktır. Emin olun, Einstein’ın dediği gibi, atomu parçalamaktan daha zordur. Hiç birimizin temelde, diğerinden, ötekinden farklı olmadığını, hepimizin aynı tutkular, aynı hasetler, aynı sevgi duyguları, aynı korkular, aynı sevinçlerle kodlandığımızı hatırlatmalıyız kendimize. Düşünsel ve inanç farklılıklarımızın ise bu tekliği daha da olumlu bir yönde götürdüğünü düşünmeliyiz. Hepimiz aynı kökten geldiğine göre ötekileştirmenin yanlışlığını hatırlatmalıyız çevremize ve insanımıza. Bu bağlamda, yılmadan, sabırla, eğitimle, tanıtım projeleriyle ötekileştirmeyi tabanda en aza indirmenin çabası içinde olmalıyız. Yahudi Cemaati de, diğer cemaat yönetimleri de bu yönde çok çalışmalıdır.
Ben bu iradeyi, devrimi yapan hükümette görmenin sevincini taşıyorum. AB uyum ve demokratikleşme süreçlerinde bugüne kadar gösterilen büyük çabaların yarın da devam edeceğine yürekten inanıyorum.
O nedenle geleceğe daha umutlu bakıyorum.
Türkiye’de 20 bin kalmış Türk Yahudi toplumu da geleceğe umutla bakmak istiyor.
Zira her biri ülkesini çok seviyor.
Tevrat’ta da dendiği gibi, “Biz ön koşulsuz ve istisnasız herkesi kalbimizde seviyoruz”.
Sevgi ve saygılarımla…