Basmane Garı’ndan İzmir’e giriş yapanların ilk karşılaştıkları, konakladıkları yer olan Basmane’nin yorgunluğunu, yoksulluğunu, ahengini ve her şeye inat canlılığını gösteren anlar, iki usta fotoğrafçı, Yusuf Tuvi ve Birol Üzmez’in semte bakışlarında hayat buldu. 60 fotoğrafın yer aldığı sergiyi, 29 Şubat’a kadar Schneidertempel Sanat Merkezi’nde izleyebilirsiniz
“Basmane’de Gaziler Caddesi’ne / Küçük bir yağmur götürdüm / Siz böyle akşamüstü görmediniz”. Atilla İlhan
İzmir’e gelip de Basmane semtinden geçmeyen insanların sayısı azdır. Orası şehrin kabul kapısı ve tarihinin derinliklerine uzanan hikâyelerin anlatıldığı bir satırbaşıdır adeta. Mülteciler, göç yolcuları, bulunduğu binanın geçmişinin tarihinden habersiz, otellerde konaklayanlar veya bunları yaşayan ve semtin hancısı olmuş insanların günlük yaşamlarından kesitler, bu iki fotoğrafçı tarafından Oteller Sokağı Fotoğraf Sergisi ile bir kez daha hatırlatıldı.
Biri doğuştan diğeri sonradan İzmirli. İkisi de İzmir’e âşık usta fotoğrafçı. Bu kez omuz omuza, sırt sırta verip güçlerini emeklerini birleştirdiler ve objektiflerini kentin unutulmuş tarihi mekânlarından Basmane’ye yönelttiler.
Açılış günü kendileriyle bu fotoğraf yolculuğunun sohbetini etmek üzere Schneidertempel Sanat Merkezi’ne gittim. Yusuf Tuvi ile projelerinin kapsamını, duygu ve düşüncelerini keyifli ve bol fotoğraf sanatçılı bir ortamda konuştum. Birol Üzmez’in eşi yeni doğum yaptığından sergi açılışında bulunamayınca, sohbetimiz Tuvi ile sürdü.
Basmane semti ve Oteller Sokağı teması neden ilginizi çekti ve yaklaşık bir yıl süren emekle nasıl bir sosyal projeye dönüştü?
Basmane semti, Osmanlı dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu’dan kente girişin en önemli kapısıydı. Semt, o yılların zengin ve varlıklı ailelerinin yaşadığı, konakların, köşklerin, bahçeli evlerin bulunduğu oldukça iyi korunan bir bölgesiydi. Cumhuriyet ile birlikte Anadolu’dan göçlerin büyük kentlere doğru yönelmesiyle varoşlara yerleşimler arttı ve Basmane de bundan nasibini aldı. Oradaki konaklar sahiplerini zamanla yitirdi, İzmir Enternasyonal Fuarı’nın açılmasıyla da ticaretin kent merkezlerine çekilmesi, konaklama ihtiyacını da doğurduğundan semt ciddi anlamda profil değiştirdi. Konaklar ve köşkler tadilatlar geçirerek otellere dönüştürüldü ve halkın ihtiyaçları böylelikle karşılanmış oldu. İzmir Kordonboyu’nda mevcut otellerin hemen hepsinin büyük İzmir yangınında yanması ve Kemeraltı’ndaki otellerin de kentsel dönüşüm çerçevesinde yıkılmasıyla Basmane otelleri ucuz ve kısa sureli konaklamalar için en uygun çözüm oldu.
Bir zamanların yakışıklı delikanlısıyken, şimdilerde pek de kimsenin yanına uğramadığı ihtiyar gibi mahzun Basmane…
Oysa paylaşmak istediği öyle çok yaşanmışlık var ki!
Bu yüzden yabancı turistler Basmane’yi görmeden İzmir’den ayrılmıyorlar. Tarihi camiler, kiliseler, havralar, konaklar var bu semtte. Basmane’nin yeni sahiplerinin yanı sıra yeni konukları da çok sevmişler semti. Her biri, “Nerede oturuyorsun?” dendiğinde “Tarihi Konakta Basmane’de” yanıtını veriyor.
Semtin bu tarihsel ve sosyolojik değişimine karşın fotoğrafçı gözüyle ilginizi çeken farklılıklar nelerdi?
Bu semt Anafartalar Caddesi dediğimiz Basmane Sokağı’ndan başlar, uzanır, ta Havra sokağı’na kadar sürer. Tarihi bu hattın sonrası Kemeraltı semtidir. Semtin tarihsel değişimi sonrası burada oteller, bekâr odaları, atölyeler, hanlar yer almıştır. Bu bakımdan ilgimizi çok çekti ve bu değişimi mekân ve insan ilişkisini vurgulayarak belgelemek istedik.
Bunu nasıl başardınız?
Günlerce semte ziyaretlerde bulunduk. Oradaki insanlarla adeta dost olduk, onlarla yemek yedik, dertlerini dinledik, kahvehanelerinde sohbetlerine ortak olduk. Güvenlerini kazandık ve böylesi samimi bir ortam yaratabildiğimiz için yaşamlarının en doğal yansımalarını yakaladık. Oralara sık sık giderek ve kendimizi onlara kabul ettirerek bu projeyi gerçekleştirdik.
Aslında semtin tarihi bir yerde İzmir’in tarihini de çağrıştırıyor sanki bu konuda görüşleriniz nedir?
Semt 1800’lerden sonra endüstrinin gelişimiyle basma fabrikaları ve atölyelerinin merkezi olmuştu. Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmirli zenginlerin yaşamakta olduğu semtken, bugün artık Anadolu’dan İzmir’e çalışmak için gelenlerin yanı sıra Afrikalı, Irak, Afgan, Somali ve Filistinli göçmenlerin de yer bulduğu bir semt halini aldı. Bu değişim Basmane’nin ölmüş olan ekonomisinin geçici olarak ayakta durmasını sağlamaktaydı. Oysa şimdilerde mültecilerin gitmesiyle tekrar eski sessiz, suskun, kaderine terk edilmiş görünümüne bürünmüş durumda.
Önceki sergilerinizde fotoğraflarınızın çoğunda özellikle ‘insan’ hep ön plandaydı; bu kez semt ve yapı fotoğraflarıyla birlikte etkileşimleri daha bir farklı anlatım yaratmış, insanlar varlıklarını daha bir ortaya koyar gibiler, sanki her biri bir hikâye anlatır gibi…
Evet, aslında her birinin ayrı bir hikâyesi var. Fotoğraflarda da görebiliyorsunuz, kimi Uzakdoğu’dan kimi Afrika’dan gelip kısa süreliğine ikamet ederek Avrupa’ya geçmek için fırsat kollayan göçmenler. Her biri bir yaşamı bırakmış, korkmuş, üzülmüş yeni bir hayat için buralarda barınmış insanlar.
Bu projeyi Birol Üzmez ile birlikte gerçekleştirdik. Geçtiğimiz sene Birol Üzmez’in yine burada açtığı ‘Kortijolar- İzmir Evleri’ adlı sergisini düzenlemiştik. Kortijo evleri de yine Basmane semtindedir. Bu kez bu evlerde Yahudi azınlık yaşardı. Çoğu göçlerle buraları terk ettiklerinde bu evler ‘barınma evleri’ne dönüştü. Düşkün ve ihtiyaçlı insanların tercih ettikleri yerler oldu.
Semtin bu monografik değişimi aynı zamanda kültürel değişimin de izlerini taşımıyor mu?
Elbette; bu semt aslında aydınların, azınlıkların, Levantenlerin ve köklü ailelerin yaşadıkları bir semtti. Halit Ziya Uşaklıgil’in köşkü buradaydı ve geniş bir aile olarak yaşarlardı. Latife Hanım’ın da evi buradaydı. Daha sonraları bunlardan İstanbul’a göç edenler olduğu gibi yeni İzmir’in apartmanlarına geçişler oldu. Aileler küçüldü, apartman daireleri tercih edilir oldu. Bu boşalan yerler de Anadolu göçüyle, böylesi bir değişime ve kültürlerin farklılaşmasına sebep oldu.
Fotoğraf teknolojisinde son yıllarda inanılmaz bir gelişim var. Takip edilmesi bile zor. Dijital teknoloji adeta fotoğrafçıya çok az iş bırakıyor. Hatalar neredeyse sıfırlandı, olanaklar arttı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Dijital teknolojinin getirdiği fayda kadar aslında zarar da var. Fakat iyi bir fotoğrafçı bunu dengelemeyi bilmeli. Zararı nedir? Biz eskiden filmle, anolog makinelerle fotoğraf çekerken benliğimizle ruhumuzla fotoğraf çekerdik. Konuyla veya olayla bütünleşir o anı bir an bile kaçırmadan yakalamak, içinde olmak isterdik. Ve bu apayrı bir heyecandı, ne çıkacağını bilmezdik. Filmi banyo eder, karta basar öyle görürdük. Bir fotoğrafın yapım, oluşum süreci vardı. Oysa şimdi çektiğiniz fotoğrafı hemen görüp gerekirse düzeltebilecek kadar defalarca çekebilir, en iyi anlatımı yakalayabilirsiniz. Ama her vizör bakışınız, sizi konudan ve o anın duygusal bağından uzaklaştırdığını da unutmayın.
Teknoloji elbette çok önemli, masrafları da azaltıyor. Film derdiniz, banyo sorunlarınız, kart baskınız yok. Çoğaltılması, dağıtılması çok kolay. Bu açıdan teknolojiyi mutlaka duyarlı bir fotoğrafçı sezgisiyle takip etmek elbette çok güzel!
Başarılarınızın devamını diler, sizi yine böylesi mekânlarda yeni projeleriniz ile ağırlamak isteriz.