Bunu söyleyenler açıkça, 'bu soruşturmada rol olan emniyetçiler ve savcılar İsrail'e çalışıyor' demeye getiriyorlar. Bu çok ciddi bir itham ve iddia. Nereden biliyorsunuz? Başsavcı vekili de belgeleri ciddi bulduğunu açıkladı dün. O da mı İsrail'in adamı? Öyleyse bu savcılar ve emniyetçiler KCK operasyonlarını, Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarını yürütürken de İsrail'den emir alıyorlardı, öyle mi? Saçmalamayalım lütfen... İHSAN DAĞI
1922 DOĞUMLU ESKİ İZMİRLİ ANNA LAÇİN 17 OCAK SALI GÜNÜ HAYATA GÖZLERİNİ YUMDU
Eski İzmir’in bir yaprağı düştü. 1922 doğumlu eski İzmirli Anna Laçin 17 Ocak Salı günü hayata gözlerini yumdu. Şimdiki Yeni Yalı, eski Salhane semtinde doğan Anna, köklü eski İzmirli Yudit ve Robeno Kohen’in ikinci kızıdır. Kızlarının eğitimine bilhassa önem veren babası, Anna’yı ablası Estella ile Fransız Hastanesi’ndeki okulda okutur.
Genç kız, 1940’larda Mithatpaşa’da yine ablasıyla gönüllü hemşirelik kurslarına gider ve milli sosyal çabaya katılır. Uyanık ve aktif olduğundan annesi sık sık babası Robeno ile çarşıya gönderir. Robeno 1944 ve 47 yaşında vefat edince 4 sene boyunca baba işlerini tasfiye etmek üzere Anna İzmir Kızlar Ağası Hanı’ndaki yazıhaneye gider.
Annesine bir maddi gelecek sağlar. Her şeyde hayır vardır.
Bu vesile ile kocası olacak Tireli Avram Laçin ile tanışır ve 20 Ağustos 1950’de Fuar Ada Gazinosu’nda evlenirler. Gün gelir kocası gibi faal ama gözükmez bir hayırsever olan Anna sevdiği Florence Nightingale hemşirelerine, Çocuk Esirgeme Kurumu’na kapı kapı dolaşıp bağış toplar. Ayrıca, Türkiye hafif sanayinin önde gelen isimlerinden olan kocasına destek olur ve iki oğlunu yetiştirir. Kocasının ağır hastalığı nedeniyle İsrail’e gider.
Bir araba kazası sonrası geçirdiği beyin ameliyatından iyileşerek çıkar.
Kocası Avram Türk televizyon kanallarında şark müziği programlarını kaçırmazken o da Bizimkiler dizisinin tümünü seyretti. Sonraki dizilerden hiçbirini kaçırmadı.
2006’da dul kalınca Altındağ EÇEV’e kitapsever kocası anısına “Tireli Avram Laçin Kütüphanesi”ni bağışladı ve bu vesileyle İzmir’de açılışa katıldı.
Nihayet yaşın yorgunluğuyla uykusunda Tanrı’nın rahmetine kavuştu.
Ertuğrul Özkök
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19937433.asp
OLAN BİTEN, BİR BAKANIN, GAYRİMÜSLİMLERE HAKLARINI VERMEKTE NE KADAR BONKÖR OLDUKLARINI BALLANDIRA BALLANDIRA ANLATMASININ ARDINDAN, CEMAAT TEMSİLCİLERİNİN, ÇOĞU ZAMAN EZİLİP BÜZÜLEREK, “EFENDİM, İYİ NİYETİNİZDEN VE YAPMAK İSTEDİKLERİNİZDEN HİÇBİR ŞÜPHEMİZ YOK. AMA ŞU SORUNUMUZU DA DİKKATE ALSANIZ MÜTEŞEKKİR OLURUZ” DEMESİNDEN İBARETTİ
Gayrimüslimler konusunda devletin geleneksel tavrı, onların hayatını mümkün olduğunca zorlaştırmak, aldıkları her nefesi izlemek ve mümkünse o nefesin rahat alınmamasını sağlamaktı. Bunun için akla gelebilecek her baskıya başvurulur, insanlar sindirilir, korkutulurdu. Bunlar yapılırken de, her zaman için, bütün vatandaşların eşit olduğu, gayrimüslimlerin bu ülkenin ayrılmaz parçaları gibi davrandığı, onlar sadık ve makbul vatandaşlar gibi davrandığı sürece de, sorunlarının çözülebileceği mesajı verilirdi.
Bu düzende dertlere derman, cemaat ve devlet temsilcileri arasındaki görüşmelerde, kapalı kapılar ardında aranırdı. Gayrimüslimlerin her zaman çok nazik, sabırlı, anlayışlı olması gerekir; buna rağmen, en ufak sorun bile çözülmediğinde, yutkunup ses çıkarmadan yola devam etmeleri beklenirdi. Devletin tehdit algısı gereği, sorunlar zaten bilinçli olarak çözülmezdi. Ama unutmayalım ki, en sert zamanlarda dahi devlet yetkilileri genel olarak olumlu mesaj vermeye çalışır, birlik ve beraberlikten söz ederdi.
...
Olan biten, bir bakanın, gayrimüslimlere haklarını vermekte ne kadar bonkör olduklarını ballandıra ballandıra anlatmasının ardından, cemaat temsilcilerinin, çoğu zaman ezilip büzülerek, “Efendim, iyi niyetinizden ve yapmak istediklerinizden hiçbir şüphemiz yok. Ama şu sorunumuzu da dikkate alsanız müteşekkir oluruz” demesinden ibaretti. Bu sorunlar da yine, geçmiş haksızlıkların giderilmesiyle ilgiliydi ve esasında bir lütuf değil, hak meselesiydi. Buna karşın Bakan’ın cevabı ise, sorunları not ettikleri, sabırlı olmak gerektiği, yavaş yavaş bu sorunların halline gayret ettikleri oldu. Bu sabır telkinine karşı, hükümete her zaman sıcak mesajlar vermeye gayret eden Bedros Şirinoğlu dahi, “sürat” talep etti. Ama Bakan bu sefer de üst perdeden “Fazla sürat savrulma getirir, iyi değildir” diyerek kapıyı kapattı.
Neticede, sadece geçmişte yapılan hataların bir kısmını, üstelik zamana yayarak ve iç-dış konjonktür elverirse düzeltmeye dayalı bir bakış açısı için “yeni” denilemez. Sorunlar derin ve çok. Siyasi iktidarın, gayrimüslimlerin din ve örgütlenme özgürlüğünü tanıması, karşılaştıkları tüm sorunları çözmek için bütünlüklü bir irade ortaya koyması ve bütün bunları da hak mantığı çerçevesinde yapması gerekiyor. Eğer gerçekten demokratik, eşitlikçi ve çoğulcu bir yaklaşım inşa edilmek isteniyorsa, AİHM’de yürütülen dava sonucunda Türkiye’nin mahkûm olduğu Büyükada’daki Rum Yetimhanesi’nin iadesinin bile iradi bir icraat gibi propaganda malzemesi yapılması kabul edilemez.
Anti-demokratik uygulamaların bir kısmının giderilmesiyle yetiniliyor, sorunlar temelden çözülmüyorsa, üstelik her adım, oy kaygısı, milliyetçi kesimin tepkisi gibi risk hesaplarıyla atılıyorsa, yeni paradigmadan söz edilemez. Manzara buysa, AK Parti sadece, “olumlu davranan” bir eski usul yönetici olmayı tercih ediyor demektir. Bu da, siyasi dengelere göre tutumun her an değişebileceğini ima eder. Kürt Sorunu’nda paradigma değişikliği anlamına gelen açılım siyasetinde ısrar edilmemesinin bugün bizleri nereye getirdiği ortadayken, gayrimüslimler konusunda da bir tür “doğal sınır”ın var olduğunu tahmin etmek zor değil. Oysa asıl iş, tam da cumhuriyet rejiminin o dar doğal sınırlarını aşmakla başarılacak.
Rober Koptaş
http://www.agos.com.tr/makale/ak-parti-gayrimuslimler-ve-eski-paradigma-100
BEYEFENDİ, BU ÜLKEDE FARKLI DİNLERE MENSUP TÜRK VATANDAŞLARI DA YAŞIYOR, BİLMİYOR MUSUNUZ?
Azınlık okulları dışında kalan ilk ve orta öğretim okullarında öğrenim gören Türkiye Cumhuriyeti uyruklu, Hıristiyanlık ve Musevi dinlerine mensup öğrencilerin bu dinlerden birine mensup olduklarını belgelendirmeleri kaydıyla Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine girmelerinin zorunlu olmadığı, ancak bu derse girmek istedikleri takdirde velilerinden yazılı dilekçe getirmelerinin gerekli olduğu hususunun kabulü kararlaştırıldı.
Özetle, 'Zorunlu din dersine girmek istemeyen Müslüman değildir. Müslüman olmayan ise ya Hıristiyan'dır ya da Musevi. Öğrencilerin, bu iki dine mensup olduklarını, kiliseden alınmış vaftiz kaydıyla ya da cemaatin vereceği yazıyla belgelemeleri gerekir' deniyor.
Hani din dersinde sadece Müslümanlık anlatılmıyordu? Niçin Hıristiyan ve Musevi öğrenciler muaf tutuluyor? Hikâyemize devam edelim...
***
Nüfus cüzdanındaki 'İslam' hanesini sildiren dinsiz anneyi, bakanlık, 'gayrimüslim' dilekçesi vermek zorunda bırakır. Her yıl aynı dilekçeyi tekrarlayarak 9'uncu sınıfa kadar kazasız belasız gelen başarılı öğrenci, bu yılın ilk döneminde karnesini alamayacağını öğrenince hayal kırıklığına uğrar.
Bu kez devreye giren MEB'in ortaöğretim birimidir.'Bu öğrenciye karne veremezsiniz' diyen bakanlığa okul, velinin 'gayrimüslim' dilekçesini gösterince 'ispatlasın!' denir.
Sevna Hanım bir kez daha İlçe Milli Eğitim'i arar. Telefondaki ses genel kültür bilgisiyle saç baş yoldurur!
- Hanımefendi siz ve kızınız T.C. vatandaşı değil misiniz?
- Evet.
- O zaman nasıl Müslüman değilsiniz? Sizin kökeniniz ne? Türk değil misiniz?
- Beyefendi, bu ülkede farklı dinlere mensup Türk vatandaşları da yaşıyor, bilmiyor musunuz?
Özlem Çelik
http://www.aksam.com.tr/her-turk-musluman-dogmaz-5607y.html
İSRAİL, SURİYE'DE "ELİ COHEN'İN KEMİKLERİNİ KENDİSİNE GERİ VEREBİLECEK" BİR İKTİDARI TERCİH EDECEKTİR
Tam dört yıl boyunca Suriye'den İsrail'e bilgi ve belge aktaran Eli Cohen, Sovyet istihbaratının da bir süredir kendisini izlediğini fark etmemişti. Sovyet ajanları, 24 Ocak 1965 akşamında evine düzenledikleri baskın sırasında, Eli'yi gün içinde edindiği bilgileri Tel Aviv'e iletirken buldular. Suçüstü yakalanan Cohen, işkenceden geçirildiği uzun sorgusu sırasında hiçbir sırrını itiraf etmemeyi başardı.
Eli Cohen, 18 Mayıs 1965'te Şam'ın merkezindeki ünlü Merce Meydanı'nda asıldı. İdam sahnesi televizyondan canlı yayınlandı, cesedi de uzun süre darağacında bırakıldı. İsrailli yetkililer, en yetenekli Mossad ajanlarından birinin hazin sonunu ekran başında izlemenin sonsuz öfkesini yaşarken, karısı Nadia intihara teşebbüs etti.
Cohen'in nereye gömüldüğü, kemiklerinin saklanıp saklanmadığı sorularının cevabı henüz bilinmiyor. Daha doğrusu, zaman geçtikçe bu soruların cevabını bilen Suriyeli yetkili sayısı giderek azalıyor.
Hâfız Esed'le birlikte çalışan bazı üst düzey isimlerin ifadelerine göre "Eli Cohen'in kabri üç defa taşındı. Son gömüldüğü yer, Şam'ın merkezindeki Mezze semti oldu. Ancak daha sonra buraya parklar ve apartmanlar inşa edildi. Dolayısıyla, Cohen'in kabrine veya kemiklerine ulaşmak artık imkânsız."
2008'de Türkiye'de sürdürülen İsrail-Suriye barış görüşmelerinin ana gündem maddelerinden biri de "Eli Cohen'in kemikleri" idi. Hatta dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in, Cohen'in dul eşi Nadia'yı arayarak "Görüşmeler sırasında Eli'yi unutmayacağız" dediği basına yansıdı.
İsrail'in, kendisi için sadakatle çalışanların hiçbir kalıntısını 'yabancı eller'de bırakmama hassasiyetini göz önünde bulundurarak şunu söylemek mümkün: İsrail, Suriye'de "Eli Cohen'in kemiklerini kendisine geri verebilecek" bir iktidarı tercih edecektir.
Taha Kılınç
http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2012/02/16/eli-cohenin-kemikleri
ÖYLEYSE BU SAVCILAR VE EMNİYETÇİLER KCK OPERASYONLARINI, ERGENEKON VE BALYOZ SORUŞTURMALARINI YÜRÜTÜRKEN DE İSRAİL'DEN EMİR ALIYORLARDI, ÖYLE Mİ? SAÇMALAMAYALIM LÜTFEN...
Bir de meselenin İsrail boyutu var. Bazı analizlere göre Hakan Fidan'ın MİT müsteşarı olmasından rahatsız olan İsrail düğmeye bastı ve müsteşarı yıpratmaya çalışıyor. Bunu söyleyenler açıkça, 'bu soruşturmada rol olan emniyetçiler ve savcılar İsrail'e çalışıyor' demeye getiriyorlar. Bu çok ciddi bir itham ve iddia. Nereden biliyorsunuz? Başsavcı vekili de belgeleri ciddi bulduğunu açıkladı dün. O da mı İsrail'in adamı? Öyleyse bu savcılar ve emniyetçiler KCK operasyonlarını, Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarını yürütürken de İsrail'den emir alıyorlardı, öyle mi? Saçmalamayalım lütfen...
İhsan Dağı
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1244788&title=savci-israilin-adami-mi
TÜRKİYE’DE RASYONEL VE ANALİTİK DÜŞÜNCENİN GELİŞMESİNİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL, BU KOMPLO HASTALIĞIDIR!
SAVCILAR, MİT görevlileri hakkında soruşturma açmakla Ergenekon ve Balyoz davalarına misilleme yapmışlar!.. Savcıların asıl hedefi, MİT’i soruşturma görüntüsü altında hükümeti ve dış politikayı vurmakmış!..
Türkiye dış politikada açılımlar yapıyor, MİT de dış istihbarata ağırlık veriyor ya, bundan rahatsız olan bazı ülkeler, özellikle İran ve İsrail’e bakmak lazımmış!.. Savcıları bu dış güçler harekete geçirmiş olabilirmiş!
Bazı zehir hafiye okurlarım tespit etmiş, ben de bir komplo içindeymişim; “MİT’e özel bir düzenleme yapılması adam kurtarma görüntüsü verir, genel düzenleme gerekir” diyorum ya, bu hukuki görüntü altında Ergenekoncu askerleri kurtarmayı planlıyormuşum!
Böyle komplo teorileriyle Ergenekon, eski masallardaki yedi başlı ejderhaya döndü; PKK’yı da Ergenekon kurmuş, halen de yönetiyormuş!
Türkiye’de rasyonel ve analitik düşüncenin gelişmesinin önündeki en büyük engel, bu komplo hastalığıdır! Bilgiye, araştırmaya, incelemeye hiç gerek yok! Bir komplo etiketini yapıştırırsınız, tamamdır!
Taha Akyol
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19912132.asp?yazarid=329
FARKLILIKLARIN EŞİT HAKLARLA BİR ARADA VAR OLMASINI SAĞLAYACAK, “ETİK VE SİYASİ BİR ENTEGRASYONU” BAŞARMAK VE ORTAK BİR SİYASİ KÜLTÜR OLUŞTURMAK DURUMUNDAYIZ
Sabancı Üniversitesi’nin 2008/09 yıllarında yapmış olduğu; “Türkiye’de Dindarlık Uluslararası Bir Karşılaştırma” adlı araştırmanın sonuçlarına göre; katılımcıların %87’si kendini “dindar” olarak görüyor. Erkek katılımcıların %74, kadınların %50’ si haftada bir kez veya daha sık, ibadet için camiye gittiğini söylüyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin 2010 yılında gerçekleştirdiği; “Bizlik Ötekilik ve Ayırımcılık Kamuoyundaki Algılar ve Eğilimler” başlıklı araştırmaya göre ise; katılımcıların %82’si; “dinin gelenek ve göreneklerine, giyim kuşam ve davranış kurallarına uyduğunu” belirtiyor.
Her iki araştırmada da katılımcıların, kendilerinden farklı özellik taşıyanlar hakkındaki düşünce ve tutumlarını gösteren rakamlar; nefret söylemi ve/veya suçu potansiyelini çarpıcı sonuçlarla ortaya koyuyor. Katılımcıların; yüzde %84 “Müslümanlara karşı görüşlerim çok olumlu” derken; sadece %13 Hıristiyanlara; %10’da Musevilere karşı olumlu görüş taşıdıklarını belirtiyor. %37‘si “farklı bir dine mensup olanların, seçimlerde oy vermeyi düşündüğüm partiden aday olmasını kesinlikle kabul etmem” derken; “muhtemelen kabul etmem” diyenlerin oranı da %12 oluyor. “Farklı dinden olanların kamuya açık toplantılar düzenleyerek, fikirlerini açıklamalarına izin verilmemeli” diyenlerin oranı %59; “farklı dinden olanların kendi görüşlerini anlatan kitaplar yayımlamalarına izin verilmemeli” diyenlerin oranı da %54 oluyor. %59’luk oranı da; ateistlerin kendilerini gizlemeleri gerektiğini belirtiyor. Bu atmosferin toplumu nereye sürükleyeceği ortada. Farklılıkların eşit haklarla bir arada var olmasını sağlayacak, “etik ve siyasi bir entegrasyonu” başarmak ve ortak bir siyasi kültür oluşturmak durumundayız.
NEVAL OĞAN BALKIZ
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1078758&CategoryID=132
· Netten okumalar
TÜRK'ÜN KAVGACILIĞI KIBRIS VE İSRAİL'E YARADI – JERUSALEM POST
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1079123&CategoryID=132
İSRAİL VE RUM KESİMİ... – FİKRET ERTAN
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1245898&title=israil-ve-rum-kesimi
KÜRECİK, SINAVA GİRMEDİ Kİ... – FİKRET ERTAN
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1247904&title=kurecik-sinava-girmedi-ki
OLAĞAN ŞÜPHELİYİ SUÇLAMAK KOLAYCILIK DEĞİL Mİ? –EMRE AKÖZ
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2012/02/18/olagan-supheliyi-suclamak-kolaycilik-degil-mi
HAMAS’TA YOL AYRIMINA DOĞRU…- TAHA KILINÇ
http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2012/02/13/hamasta-yol-ayrimina-dogru
TEL AVİV’DEN BOREKAS MANZARALARI
Chlenov Sokağı iyi borekas bulunabilecek olan diğer adreslerden bir tanesi. Burada Rafi Ben-Meir babasından öğrenmiş olduğu mesleği devam ettiriyor ve borekasların yanında Türk tatlıları da hazırlıyor. Ben Meir’in dükkanında harika bisküvitler de bulmak mümkün.
http://israilblogu.com/2012/02/16/tel-avivden-borekas-manzaralari/
KOSHER RESTAURANT IN ISTANBUL "LEVI"
Cape Town'da yaşayan bir arkadaşım dört yıl kadar önce bizi bir günlüğüne ziyaret eden annesinin İstanbul'a geldiğini ve birlikte bir akşam yemeği yemek istediğini söyledi. Çok sevindim. Geçen seferki ziyaretinden Vilma'nın oldukça sofu bir yahudi olduğunu hatırladığım için hemen Nişantaşı'ndaki Carne restaurantı aradım. Meğer burası kapanalı tam bir yıl olmuş. Vilma beni aradığında alternatif bir koşer restaurant arayacağımı söyledim. Aradım taradım sadece bir tane restaurant bulabildim. İstanbul gibi kozmopolit ve bünlerce turist ağırlayan bir şehirde hepi topu bir tane koşer restaurant olmasına çok şaşırdım. Tabi şaşkınlıklarım bununla bitmedi.
Restaurantı arayıp akşam yemeği için rezervasyon yaptım. Eminönü'nde bir hanın içinde yer aldığını duyunca garipsedim biraz. Hamdi Restaurantın hemen yanında diye yineledi telefondaki ses. Eminönü'nde tarif edilen yere gittim, aradım taradım etrafta lokanta namına bir yer yok! Tekrar telefona sarılıp bir yanlışlık olup olmadığını sordum. Derken demir bir kapının ardından anahtar sesleri duyulmaya başladı. Meğer han kapandığı için giriş kapısını da kilitliyorlarmış. Biraz tedirgin biraz meraklı bir tavırla demir kapıdan içeri girdim.500 yıllık hanın girşinin ne kadar sefil ve korkutucu olduğunu anlatmak çok güç. Kırık dökük merdivenler, devrilmiş bidonlar, ordan oraya atlayıp çığlık atan kediler ve daha neler neler. Allahım ben nerdeyim, misafirlerimi nereye davet ettim derken, lokanta sahibi endişelerimi anlayıp 'merak etmeyin lokanta üst katlarda' dedi. İkinci katta buzlu camlı bir kapının üzerinde 'Levi Koşer Restaurant 'yazısını görünce biraz rahatladım. İçerisi az sayıda masası, küçük bir yemek vitrini, katalitik sobası olan tipik bir esnaf lokantası görünümündeydi. Duvarda Hahambaşılığın onaylı sertifikası ve etlerin üzerindeki mühürleri görünce doğru adreste olduğuma ikna oldum.
http://gunlerdenbirgun-gezginsef.blogspot.com/2012/02/kosher-restaurant-in-istanbul-levi.html
· Ladino / Seyredin
TİLDA REJWAN - DUET WİTH YORAM GAON
http://www.youtube.com/watch?v=RkxKAV2MfWU&feature=share
LA MUJER DE TERACH, LADİNO -JUDEO ESPANOL
http://www.youtube.com/watch?v=m0yENso9jag&feature=related
· Netten dinledin/seyredin
üİSHAK ALATON : ''VARLIK VERGİSİ DEVLETİN İHANETİDİR''
http://tvarsivi.com/player.php?i=2012020463603