İş Sanat’ta Paris rüzgârı esti…

Fransız müzik dünyasının en otantik gruplarından biri olan Paris Combo, caz tadındaki pop şarkılarıyla 16 Şubat Perşembe akşamı İş Sanat’a konuk oldu. Özellikle şehirde yaşayan Fransızların ve frankofonların rağbet ettiği konserde, topluluğun karizmatik solisti Belle Du Berry, bestesi ‘İstanbul’u ilk kez İstanbullularla buluşturdu.

Cenk ERDEM
22 Şubat 2012 Çarşamba

Farklı müzik yolculukları sürdürürken yolları kesişen Belle Du Berry ve David Lewis, bir araya gelerek Paris Combo’yu kurdular. Adını 30’lu yıllarda combo olarak adlandırılan küçük caz gruplarından ve Paris’ten esinlenen grup, ‘Living Room’ albümüyle ününe ün kattı. Grup, konser gecesi bu albümünden ve yeni parçalarından en sevilen örnekleri seslendirdi. Gece boyunca sık sık ‘ashk’ sözcüğünü tekrarlayarak dinleyenleri dansa davet eden Du Berry, sonunda muradına erdi. Bir grup genç seyirci performansın sonlarına doğru sahnenin önüne gelerek müziğin ve dansın keyfini doyasıya çıkardılar.

Grubun yaratıcı şarkıcısı ve söz yazarı Belle Du Berry ile konseri öncesinde, ‘Paris Combo’yu, yeni projelerini ve İstanbul’u konuştuk.

Çok yoğun konser programlarıyla geçen uzun yıllardan sonra, topluluğunuz Paris Combo için kısa bir mola verdiniz; şimdi yeniden bir aradasınız, neler değişti?

En belirgin değişikliğimiz yepyeni basçımız Emmanuel Chabbey. Ayrıca şarkılarımızı hep beraber yazmaya başladık. İstediğimiz yepyeni şarkılarla ortaya çıkmak ama çalmaktan zevk aldığımız eski şarkılarımızı da ihmal etmeyeceğiz.

Başlangıçta eleştirmenler Paris Combo’yu her ne kadar retro-swing topluluğu olarak tarif etse de, flamenkodan bile yararlanan müziklerinizde kesinlikle tanımlanandan çok daha fazlası var. Aslında müziğiniz için daha çok çağdaş caz diyebilir miyiz?

Kesinlikle; müziklerimizde Django Reinhardt, Billie Holiday gibi müzik tarihinin büyük isimlerinden izler var. Ayrıca caz öğesi farklı müzik tarzlarında dolaşmamızı kolaylaştırıyor ve alışılmadık kombinasyonlar deniyoruz. Bizim için ‘caz etkileşimli pop grubuyuz’ demeyi tercih ederim.

Paris Combo olarak şimdiye kadar dört stüdyo albümü yayınladınız ve ayrıca yeni bir albüm üzerinde çalıştığınızı da biliyorum. Bu son albümde de Paris Combo olarak oluşturduğunuz tarza devam edecek misiniz?

Evet; artık birlikte çalarak oluşturduğumuz tarz iyice oturdu diyebilirim.

2010 yılında İstanbul’da daha minimalist diyebileceğimiz alternatif projenizle, David Lewis ile beraber sahneye çıkmıştınız. Geçen seferki İstanbul ziyaretinizden aklınızda en çok neler kaldı?

Konserlerden, şehirden ve insanların misafirperverliğinden çok keyif almıştık. Konserlerden sonra bazı izleyiciler kendiliğinden gelip, bize şehri gezdirmeyi bile teklif etmişlerdi.

Paris Combo’da gitarın çok güçlü olduğunu söylüyorsunuz, peki müziklerine eşlik eden sözleri nasıl tarif edersiniz?

Tıpkı müziklerimiz gibi sözleri de çok özgür bırakıyoruz. Oldukça eğlenceli sözler var, ama kimi zaman da müziklerimizle bütünleşen ya da tezat oluşturan sürrealist söylemler de kullanıyoruz.

Post-punk gruplarıyla geçirdiğiniz onca yıldan sonra, hâlâ bol bol punk ve ska dinlediğinizi biliyorum; punk şarkıcılarının ve gruplarının tavırlarında en çok neyi seviyorsunuz?

İyi bir müzisyen olduğunuzu kanıtlama çabasından çok, samimiyet ve yepyeni fikirler bazen daha kıymetli olabiliyor.

Aynı zamanda bir şarkı yazarısınız ve bu bir bakıma duygularınızı ifade etmek için size belirli bir özgürlük veriyor; en çok nelerden ilham alıyorsunuz?

Aşk, düşler ve günlük hayat! Özellikle bu aralar önce müzikleri yaratıp, sonrasında söz yazdığım için Potzi, David ve François’nın çaldıkları müzikler de bana söz yazarken ilham veriyor.

Paris Combo’nun ilk albümü için henüz İstanbul’u hiç ziyaret bile etmemişken, İstanbul’la ilgili izlediklerinizden ve anlatılanlardan yola çıkarak bir şarkı yazmışsınız, ‘İstanbul’ adını verdiğiniz şarkının sözleri neler anlatıyor?

Aslında David Lewis İstanbul’a çoktan gitmişti ve bir diskoda 9/8’lik ritimle dans eden insanlar gördüğünü anlatmıştı. Ayrıca İstanbul’la ilgili olarak Boğaz’daki gemilerden ve camilerden yükselen şehrin en çok aklında kalan seslerini de tarif etmişti.

David Lewis’le işbirliği yaptığınız ilk şarkı da, yine ‘İstanbul’ olmuş; bu durumda İstanbul’un topluluk için özel bir yeri olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bizim için kesinlikle öyle ve orada bizim de sevileceğimizi şimdiden çok iyi hissedebiliyorum.

Çağdaş caz topluluklarının müzisyenleri genel olarak sanki bir tavırcasına pop müzik dinlemezler, peki ya sizler?

Aslında söylediğim gibi, bir bakıma biz de bir pop grubu sayılırız ama çok geniş anlamda bir ‘pop’ ifadesi kullanıyorum; çünkü 60’lara kadar caz müzikleri de pop sayılırdı ve hâlâ çoğunlukla  ‘Dünya müziği’ diye tarif edilen müzikler de pop. Bence her tür müzik tarzıyla kendimizi ifade edebiliyor olmak çok önemli ve Paris Combo grubunun müzisyenleri, çok farklı müzik deneyimlerini bir arada sunuyor.