Yeni yazı dizimizin birinci bölümünde, Tora’yı kaynak alarak Yahudiliğin dört annesinden üç tanesinin, yani Sara, Rivka ve Rahel’in doğurganlık sorunu yaşadığını belirtmiş ve bilgelerimizin, Tora’nın bu konudaki en çarpıcı bölümleri hakkındaki yorumlarını incelemiştik. Bu ikinci bölümde, aynı sorundan muzdarip başka büyük kadınların öyküsünü ele alacağız
Tanah’ın Rut’a ayrılmış olan ve aynı adı taşıyan kitabını bilir misiniz? Konumuzun biraz dışında kalmasına rağmen, önce Rut’un öyküsüne kısaca bir değinelim derim.
Hakimler (Şoftim) döneminde Yisrael’de kıtlık başgösterince, Betlehem’den Elimelek adlı bir adam, karısı Naomi ve oğulları Mahlon ile Kilyon’la birlikte Moav topraklarına göç etti. Elimelek kısa bir süre sonra öldü ve oğulları Moavlı genç kızlarla (Orpa ile Rut) evlendi. İkisinin de çocuğu olmadı. Aradan on yıl geçti ve Mahlon ile Kilyon da öldü. Naomi böylece hayatta yapayalnız kaldı ve kendi halkının yanına geri dönmeye karar verdi. Rut “Senin halkın, benim halkım, senin Tanrın, benim Tanrım olacak” diyerek kayınvalidesi ile birlikte Betlehem’in yolunu tuttu. Çocuğu olsaydı belki de gitmezdi ancak çoğumuzun kader dediği ‘büyük plan’ gerçekleşmek zorundaydı, çünkü...
Naomi’nin ölen kocasının, Boaz adlı varlıklı ve güçlü bir akrabası vardı. Tora emri gereği, tarlaların bir kısmı biçilmez, ekinler yoksullara ayrılırdı. Rut, Boaz’ın tarlasında başak toplarken, onunla karşılaştı. Uzun lâfın kısası, Boaz ile Rut birbirlerine âşık oldu, evlendiler ve bir oğulları dünyaya geldi. Ona Oved adını koydular. Oved’in Yişay adlı bir oğlu oldu. Yişay, Kral David’in babasıdır. Yukarıdaki paragraf neden “çünkü...” diye bitiyor, şimdi anlaşılıyor değil mi sevgili okurlar? Çünkü Kral David dünyaya gelmeliydi. Yahudiliğin bir ırk olduğunu iddia edenlere verilecek en güzel yanıt, ünlü Kral David’in büyükannesinin, Yahudiliği yürekten kabullenmiş bir Moavlı olduğunu söylemektir sanırım.
Şimdi esas öykümüze devam edebilmek için, Rut’un Betlehem’e gelişinden öncesine dönmemiz gerekiyor. Gemara’ya göre, Boaz’ın tam altmış tane evlâdı vardı! Kaç kadından olduğu belirtilmemiş... Evlâtlarının nişan ve düğün törenleri için 120 şölen düzenlemiş ama çocuğu olmayan Manoah adlı kişiyi davet etmemiş. Kötü niyetle değil, aksine! Manoah davetlere karşılık veremeyeceğinden üzülecek ve kendini aşağılanmış hissedecekti. Ne var ki iyi niyetle verilen bu karar, Manoah’ın her şeye rağmen kırılmasına yol açıyordu.
Oysa Boaz’ın, Manoah’ı dışlamak yerine yapması gereken, onu sevincine ortak etmek ve ona, hak ettiği saygıyı göstermekti.
Boaz’ın altmış evlâdının altmışı da, o daha hayatta iken can verdi; ardından karısı da ölünce, Rut geliverdi ve... evlendiler. Gemara şu sonuca varır: “Ölmeye mahkûm olan altmış tane evlât sahibi olmanın yararı nedir? Yeniden evlenmek ve çalışkan bir evlât sahibi olmak daha iyidir.” Gemara, çalışkan (ya da hevesli) derken kastettiği, tabii ki maddiyat değil, Tora öğrenen ve Tora’nın yolunda ilerlemeye çalışan bir evlâttır.
Raşi’nin torunu olan Rabi Şmuel ben Meir’e (Raşbam kısaltmasıyla da bilinir, Raşi’nin Kızları adlı kitabı okudunuz mu? Yoheved ile Meir’in oğullarından biri!) göre, kişi gençliğinde sahip olduğu evlâtlarla yetinmemeli, yaşlılığında da evlât sahibi olmayı ve onları yetiştirmeyi sürdürmelidir. Nitekim Yahudiliğin atası Avraam da, Sara öldükten sonra Ketura ile evlendi (bazı kaynaklara göre Ketura, Agar’dır) ve altı erkek evlâdı daha oldu.
Gelelim kısır olduğu için davetlerden uzak tutulan Manoah’a; yanlış okumadınız, Manoah’ın kısır olduğu yazılı – ancak daha ileride anlatılacaklardan, sorunun karısından da kaynaklanmış olabileceğini anlıyoruz. Zaten bir çiftin çocuğu yoksa, eşlerden hangisinin kısır olduğu hiç önemli değildir. Sorun, aynı sorundur. Manoah, tek yapabileceğinin karısıyla birlikte dua etmek olduğunun bilincindeydi. Aşem, Manoah’ın çektiği acıyı gördü ve Boaz bu dünyaya veda ettikten on altı yıl sonra ona bir oğul verdi: Şimşon!
Şimşon’un kim olduğunu bildiniz mi? Hani meşhur opera vardır Samson ve Dalila... Filmi de çekildi. Muazzam bedensel gücünü upuzun saçlarından alan ve kuvvetinin sırrını Pelişti Dalila’ya açtığı için canından olan... Biraz karışık oldu galiba. Baştan alalım!
Manoah ile karısı senelerce dua ettikten sonra, bir melek Manoah’ın karısına göründü ve şöyle dedi: “Kısırsın, çocuk doğuramazsın ama gebe kalacak ve bir oğul dünyaya getireceksin.” Sonra melek, müstakbel annenin gebeliği sırasında nasıl hareket etmesi gerektiğini ve doğduğunda çocuğu nasıl yetiştireceği hakkında talimatlar verdi. Kadın olup biteni kocasına anlattı ve Manoah, meleğin geri gelerek haberi ona da vermesi için dua etti. Melek tekrar göründü.
“Ve kadın bir oğlan doğurdu ve adını Şimşon koydu. Çocuk büyüdü, Aşem onu mübarek kıldı. Ruah Aşem (Tanrı’nın İlhamı) onu etkilemeye başladı” (Şoftim 13:24-25).
Meleğin Manoah’ın karısına verdiği talimatlar neydi, merak ediyor musunuz? Kadının, doğacak çocuğu nazir olarak yetiştirmesi gerekiyordu.
Nazir nedir peki? Nazir sözcüğü, ayırmak anlamına gelen bir kökten türemiştir. Nazir olmayı seçen kişi, Aşem’e daha yakın olma uğruna toplumdan ayrılmaya karar verdiğini göstermek için şarap (üzüm ve ürünleri dahil) içmez, dinî kurallara uygun olmayan hiçbir şey yemez ve saçını kestirmezdi.
Şimşon doğuştan nazir idi çünkü meleğin talimatı uyarınca, annesi de gebeliğinde aynı kısıtlamalara uyacak, sonra oğlunu hayat boyu sürecek olan farklı bir ruhani boyuta göre yetiştirecekti. Buna karşılık Şimşon olağanüstü güçlü olacak ve Yisrael’i, düşmanı olan Peliştilere karşı savunacaktı; hayata geliş nedeni buydu. Annesi (oğlunu korumak için) Şimson’un gücünün uzun saçlarından kaynaklandığını, Peliştiler konuşturur da ağzından kaçırır korkusuyla kocasına bile söylemeyecekti.
O ve daha sonraki dönemlerde pek çok nazir yaşadı ancak hiçbiri, Şimşon’un fiziksel gücüne erişmedi. Öyle kuvvetliydi ki... Süpermen filan halt etmiş! Gün geldi, kükreyen bir aslanı elleriyle tutup ikiye ayırdı. Bir eşeğin çene kemiğiyle tam bin Pelişti’yi öldürdü; Yisrael’in başı Peliştilerle yine belâdaydı çünkü. Sonra... Pelişti Dalila’ya gözleriyle şehvet duydu. Nasıl mı? Sadece karşı cinsin çekiciliğine dayanamadı ve onu baştan çıkarmakla görevlendirilen Dalila’ya, gücünün, hiç kestirmediği saçından kaynaklandığını itiraf ediverdi.
Böylece Peliştiler, Şimşon uyurken saçını keserek onu tutsak etti. Gözlerini kör ettiler ve kollarını sütunlara zincirlediler. Buradaki kısasa kısas örneğine dikkatinizi çekmek isterim, sevgili okurlar. Şimşon, gözleriyle günah işledi ve gözlerinden oldu. Ancak son bir kez gücünü geri kazanmak için dua etti. Tanrı duasını duydu, Şimşon sütunları bir hamlede yıktı ve onu ele geçirdikleri için sevinç naraları atan Peliştilerle birlikte can verdi.
Şimdi biraz Kabala çalışalım mı, sevgili okurlar? Kabalistik yorumlamalara göre, Manoah’ın karısının adı, “bir meleğe bakmak” anlamına gelen Tselefonit idi. Meleğin Manoah’a değil de karısına görünmesinin nedeni, Tselefonit’in meleği fark edebilme gücünün daha fazla olmasıydı.
Bilgelerimize göre o melek, Avraam’a, karısı Sara’nın bir oğlunun olacağını müjdeleyen meleğin aynısıdır. Peki... Melek neden Sara ile değil de Avraam ile konuştu? Sara’nın peygamberlik gücü Avraam’ınkinden fazlaydı çünkü her iki âlemi de tanıyordu. Oysa Avraam’ın ruhaniliği o kadar yüksekti ki, bu dünya ile pek ilişkisi yoktu.
Mesele şu ki, melek hata etmişti. Gerçekten de önce Sara’ya görünmesi gerekirdi. Öyle yapmadığı için cezalandırıldı ve göklere geri dönemedi. Ta ki... Tselefonit’e haber verme fırsatını elde edinceye dek. Manoah da meleğin görevini tam manasıyla yapabilmesi için, dua ederek tekrar görünmesini istedi.
Gelelim “kim kimin reenkarnasyonudur?” konusuna... İbranice Manoah, min Noah (yani Noah’tan) sözcüklerinden gelir ki bu, Manoah’ın, Noah’ın enkarnasyonu olduğunu gösterir. Eğer Noah sarhoş olup da oğlu Ham tarafından kısır edilmeseydi, Şimşon adında bir oğlu daha olacaktı.
Şu sarhoşluk hikâyesine bir eğilelim mi? (Bereşit 9:20-23): “Tufanın ardından gemi kuru toprağa oturunca, Noah toprakla ilgilenmeye başladı ve bir bağ dikti. Sonra yaptığı şaraptan içti ve sarhoş oldu. Ham, babasının çıplaklığını gördü ve dışarıda iki kardeşine anlattı.” Bu birkaç pasuk olayı her ne kadar açıkça anlatmıyorsa da, Raşi’ye göre Ham, babasını küçük düşürmüş ve dünyanın başka mirasçısının olmaması için onu kısırlaştırmıştır. Yine Raşi’ye göre ekilecek pek çok bitki varken Noah’ın bağı tercih etmesi, şarabı arzuladığını göstermekte ve bu, onun değerini düşürmektedir.
Bir anekdota ne dersiniz? Noah bağ dikince şeytan gelip bağı önce bir kuzunun, sonra bir aslanın, ardından bir maymunun ve son olarak da bir domuzun kanıyla sulamış... Ve şöyle demiş: “Bir kadeh içince, kuzu gibi uysal olacaksın. İkinci kadehi içtiğinde, kendini aslan gibi güçlü hissedeceksin. Üçüncü kadehi yuvarladığında maymuna dönecek, saçmalamaya başlayacaksın. Dördüncü kadehte, domuz gibi iğrenç olacaksın.”
Şarap konusuna neden girdik? Şarap, Nazirliğin ve Şimşon’un enkarnasyonunun ana temalarından biriydi de ondan.
Reenkarnasyon konusuna devam edecek olursak; Peliştiler, babası Noah’ı kısır eden Ham’ın soyundan gelir. Şimşon, Peliştileri alt etmek suretiyle, kendi doğumunu engelleyen Ham’dan öç almıştır.
Manoah’ın karısı, Hava’nın neşamasının bir kısmının reenkarnasyonudur. Hava, işlediği günah sonucunda dünyaya kısırlığı getirmiştir. Hava’nın tikun’u, kısırlığı ortadan kaldırmaktır. Kabala âlimlerine göre, Hava’nın yediği yasak meyve üzümdür. Manoah’ın karısının üzüm ve ürünlerini tüketmesinin yasaklanması bu olaya dayanmaktadır.
Aşem izin verirse, gelecek yazımızda kısırlık acısı çeken başka büyük kadınları ele alacak, yerimiz elverdiği takdirde, sorunu bir sonuca bağlayacağız.
Sağlıcakla kalın.
Kaynaklar: The Navi Journey, Sefer Shoftim – Rabi İlan Ginian
Feldheim Publishers, Jerusalem, 2010
www.mazornet.com