“Çok param yok. Güzel değilim, akıllı da sayılmam, fakat mutluyum. Hep böyle olmaya niyetim var. Mutlu doğdum, insanları seviyorum ve herkesin de mutlu olmasını istiyorum.”
Korkular içinde yaşayan ile yalnız ve mutsuz olanlar için en iyi çare; doğa, cennet ve Tanrı ile birlikte olunacağı ‘dışarısıdır’. Zira orada insanoğlu her şeyi olduğu gibi anlamaya başlayacak ve daha mutlu olacak. Tanrı, doğanın güzelliği içinde insanı mutlu görmeyi diler. Bu durum varoldukça koşullar ne olursa olsun her türlü üzüntü için bir ilaç varolacaktır. Doğanın her türlü sıkıntı için bir teselli taşıdığına yürekten inanıyorum...”
Bu sözler, 1999’da Time Dergisi’nin, yüzyılın en önemli kişilerinden biri olarak seçtiği Anne Frank’a ait. Bunları yazdığında 14 yaşındaydı, yani ölümünden sadece iki yıl önce...
Kimine göre Kafka’nın kayıp kızı, kimine göre küçük yaşına rağmen insan onurunun en büyük savaşçılarından biri olarak tarihe geçti. Hatıraları sayesinde Anne Frank hem Holokost’u bize her daim hatırlatıyor, hem de 14 yaşındaki bir genç kızın yaşam ve ölüm arasında sıkışan körpe ruhunun derinliklerindeki sessiz çığlıklarını dünyaya iletiyor.
Bilindiği gibi Anne Frank ve ailesi, Nazilerin iktidara gelmesi ile kendilerini daha güvende hissedecekleri Hollanda’ya yerleşir 1933’te. Dokuz sene Amsterdam’da sorunsuz yaşayan aile, Nazilerin Hollanda’yı işgaliyle birlikte şehrin bir bölgesinde gizli bir dairede yaşamaya çalışırlar, kimi Hollandalı arkadaşlarının sayesinde. Ancak 1944’te ihbar gelir, Anne Frank, ablası ve anne, babası ile ölüm kamplarına gönderilir. Anne, tifüse yakalanır ve 16 yaşına girmeden hayata veda eder. Aileden sadece babası Otto Frank kurtulur ve sonra da kızını bir anlamda dünyaya armağan eder. Saklandıkları evde iki yıl boyunca yaşadığı hayatı, sıkıntıları, hüznü, umutları ve umutsuzlukları en küçük ayrıntısına kadar kaleme alan ve savaş bittikten sonra yazar olmayı düşleyen kızının büyük eserini milyonlarca insana ulaştırır...
Bugünlerde ise Anne Frank’ın tek yaşayan akrabası olan kuzeni Buddy Elias büyük bir uğraşı içine girerek onun binlerce mektubunu, oyuncaklarını Frankfurt Yahudi Müzesi’nde sergilenmesine önayak oluyor.
1980 yılında ölen baba Otto Frank’ın kendisine kızının hatıralarını okuduğunda onu hiç tanımamış olduğunu itiraf ettiğni söylüyor. Otto’nun kızı için söylediği, “ben onu hep mutlu, canlı bir kız olarak tanıdım ama bu denli derin düşünceli biri olduğunu bilmiyordum” sözlerini hatırlatıyor.
Buddy Elias yıllardır dünyayı dolaşarak okullarda Holokost’u anlatmaya çalışırken Anne Frank ile ilgili olarak da yüzlerce söyleşi yaparak ismi ölümsüzleştirme çabasında. “Unutmaya karşı başka bir seçeneğim yok” diyor Elias. “Tek yapabileceğim özellikle gençlerle konuşarak onları antisemitizm ve ırkçılığa karşı uyarmak.”
Genç kız, “Ölümden sonra yaşamak istiyorum” demişti kampa yollanmadan bir gün önce...
İşte yaşıyorsun, sonsuza değin Anne Frank....