Onu ilk tanıdığım yıllardı, henüz dokuzuncu sınıftaydım ve öğretmenimiz farklı bir anlatım dilinden, tiyatroda sahne sanatının geldiği evrelerden bahsediyordu. Devrimci bir kişilikten Bertolt Brecht’ten söz ediyordu. Hem kişiliği devrimci -Marksizm yanlısı- hem yapıtları alışagelmemiş yöntemler içeriyordu. Epikti, müzikaldi, şiirdi yapıtları. Pek de sessiz değildi yerleşik değerlere başkaldırısı. İroniyle, akılla eleştiriyle iç içeydi sözleri. Ve yaşadığı topluma aynaydı yapıtları. Böyle bir sanatçıyla tanışmam, biraz da öldüğü yıl doğmamla empatik bir bağ kurmakla başlamıştı…
Önce Yahudileri götürdüler, ses çıkartmadım,?
Sonra Çingeneleri götürdüler, ses çıkartmadım,?
Sonra eşcinselleri götürdüler, ses çıkartmadım,
?Sıra bana geldiğinde, ses çıkartacak kimse kalmamıştı.Yıllar yılı yapıtlarını okudum, izledim, düşündüm, keyif aldım, aldıkça da daha çok düşündüm. Söylemek istediği ne çok şey vardı, onca yoksulluğa, zorluğa ve umutsuzluğa karşın.
Epik anlatımın ne demek olduğunu ve amacını izledikçe kavradım. Amacının düşündürmek, izleyicinin aklını kullanarak bir karara varmasını, harekete geçmesini sağlamak olduğunu anladım. Brecht dünyanın değişmesinden, insanların fırsat eşitliğine, düşünce özgürlüğüne sahip olduğu adaletli bir düzenin kurulmasından yanaydı.
Bu kavram günümüzde bile halen tartışılmakta… Hatta iki yıl önce gerçekleşen 11. İstanbul Bienali de Brecht’in “İnsan Neyle Yaşar?” kavramıyla sorunsalını ortaya koyuyordu.
Benimsemiş olduğu Marksist dünya görüşü doğrultusunda, insanlar arasında böyle bir dönüşümün gerçekleşeceğine inanıyordu. Tiyatronun bu amaca ulaşmak için etkili araçlardan biri olduğu kanısındaydı. Yine bu sırada yazdığı ve Kurt Weill’in bestelediği, ona dünya çapında ün kazandıracak olan ‘Mahagonny Kentinin Yükselişi ve Çöküşü’ ile ‘Üç Kuruşluk Opera’ adlı müzikalleriydi.
Bu çizmeleri bendim sana giy diyen, oğlum,?
Bu haki gömleği bendim sana giy diyen.?
Nereden bilecektim bu kara günleri göreceğimi,?
Bilseydim, giydirmem, derdim, giydirmem,?
Asın beni, derdim, daha iyi.
?Elini görürdüm hani ben senin, oğlum,?“Hayl Hitler!” diyerek kaldırdığın elini,
?Hitler’ i selamladın diye, nerden bilecektim,?Kuruyacağını bir gün elinin.?Duyardım, oğlum, söz ettiğini senin
?Üstün bir ırktan. ?Nasıl varacaktım farkına, nereden bilecektim, nereden ?Cellâdıymışsın meğer sen kendinin. ?Gittiğini görürdüm senin, oğlum,?Uygun adımla Hitler’in ardından.
?Nereden bilecektim, onu izleyenin?Artık bir daha geri dönmeyeceğini.?
Bana derdin ki, oğlum, derdin ki Almanya?
Gelecek bir gün tanınmaz hale.
?Nereden bilecektim, oğlum, bu yerin nereden bilecektim,?
Küller ve kanlı taşlar arasında kalacağını böyle.
?Haki gömlek vardı her zaman sırtında senin.
?Giyme şu gömleği demedim sana, demedim, oğlum.
?Bu günleri göreceğimi bilmiyordum, ne yapayım,
?Sana o gömleğin kefen olacağını bilmiyordum.
‘Ölü Askerin Öyküsü’ adlı bu şiir, yıllar sonra Nazilerce suçlanmasına, peşin hükümlü provokatör olmasına ve Alman yurttaşlığından atılmasına da neden oldu. Hoş; yaşamı boyunca bu konuda hiç de milliyetçi kaygılar taşıyor sayılmazdı.
Tiyatroya olan ilgisi her zaman sürmüştü. 1924’te Berlin’e gitti. Burada Carl Zuckmayer, Max Reinhardt ve Helena Weigel gibi dönemin ünlü sanatçılarıyla tanıştı ve birlikte çalışma olanağı buldu. Bir süre sonra gönlünü kaptırdığı bir oyuncu olan Helena Weigel’le evlendi ve bu evlilik ömrünün sonuna kadar sürdü.
Brecht’in oyunlarının pek çoğunda Weigel başrolde oynadı. Tiyatro yönetmeni Erwin Piscator ve besteci Kurt Weill ile tanıştıktan sonra Brecht tiyatro yaşamında yeni bir adım attı. Piscator’la birlikte Jaroslav Hasek’in ünlü romanı Aslan Asker Şvayk’ı sahneye uyarladıktan sonra yazdığı ‘Adam Adamdır’ adlı oyunu ‘epik tiyatro’ anlayışının ilk denemesiydi.
Brecht dünyanın değişmesinden, insanlara tanınması gerekli fırsat eşitliğinden, düşünce özgürlüğüne sahip olduğu adaletli bir düzenin kurulmasından yanaydı. Bunu sahnelediği eserlerde vurgular, insanları kendilerinden başlayan bir başkaldırıya farkındalık katmaya çalışırdı.
Nazilerin yönetime gelmesiyle birlikte Brecht’in Almanya’da çalışma olanağı ortadan kalktı. 1933’te Almanya’yı terk etti. Zaten vatandaşlıktan da çıkartılmıştı. Önce İsviçre’ye, oradan Danimarka’ya gitti. 1939’a kadar kaldığı Danimarka’da ‘Tik-Tak’, ‘Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti’, ‘Galileo’nun Yaşamı’, ‘Cesaret Ana ve Çocukları’ gibi her biri başyapıt olan oyunlar yazdı.
Üniversite öğrencilik yıllarımı hatırladım. AST’ın sırasıyla oynadığı bu oyunları izlemek, üzerinde tartışmak için zaman harcar, ortaya çıkan düşünceleri küçük bir deftere not ederdim. O not defterimi geçenlerde kitaplığımı yeniden düzenlerken Brecht kitapları arasında buldum ve Sezua’nın İyi İnsanı’nı bir kez daha kucakladım.
Brecht, Sezua’nın İyi İnsanı’nı Danimarka’da yazmıştı. 1939’da Danimarka’nın da Nazi tehdidi altına girmesi üzerine önce Finlandiya’ya, oradan da 1941’de ABD’ye gitti. Ama oradaki rejim onu bir müddet sonra dünya görüşlerine karşı suçlayınca ABD’de barınmayacağını anladı.
Bertolt Brecht, sonunda Doğu Berlin’e yerleşti ve eşi Helena Weigel’in de bulunduğu bir grup oyuncuyla 1948’de Berliner Ensemble adlı tiyatro topluluğunu kurdu. Berliner Ensemble, gerek kuramsal çalışmaları, gerek sahnelediği başarılı oyunlarıyla, dünya çapında ün kazanmakta gecikmedi. Ve Brecht 1956 ilkbaharında Berlin’de öldü.
Bu günlerde Brecht ne de çok karşıma çıktı. Önce yeni bir baskısıyla İletişim Yayınları’ndan Aşklar ve Çiftler - Helena Weigel, Bertolt Brecht kitabı, sonra Ute Lemper’in Punishing Kiss albümünden Tango Ballad Kurt Weill / Bertolt Brecht in Divine Comedy’si, sonra da Dostlar Tiyatrosu’nda Genco Erkal’dan yeni oyun. ‘Ben Bertolt Brecht’ adlı müzikli kabare ile “Şimdi Brecht Zamanı” diyor bu büyük sanatçı. Genco Erkal’ın, Bertolt Brecht’ın şiir, şarkı ve öykülerinden uyarladığı bu yeni oyununda Erkal ve Tülay Günal birlikte rol alıyor. Mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Herhalde Brecht’i en iyi yorumlayan sanatçıların başındadır mutlaka Genco Erkal.
İşte Brecht rüzgârı yelkenlerini doldurmuş bir tekne gibi geçmişten günümüze süren yolculuğunu, yenidünya düzenlerine, toplumlarına, hatta aşklarına doğru aynı devrimci ruh ile sürüyor.
İki tane gözün varsa senin,?
Binlerce gözü var partinin.?
Her yoldaşın bildiği kendi kenti,
?Beş kıtanın beşini de biliyor parti.?Her yoldaşın bir vakti saati var,?
Partinin ise tarih saati.
?Her yoldaşı yok edebilirler her an.
Parti ise yedi değil, binlerce can.?Yığınların öncüsü o çünkü?
Ve o yönetiyor cengi,?
Gerçeğin bilinciyle işlenmiş olan
?Başyapıtların kılıcıyla.
Bertolt Brecht