Sırf Yahudi olduğu için sevilmeyen insan. Buradaki “sırf”ın anlamı nedir? ‘Sırf’ Müslüman olduğumuz için 11 Eylül’ün kefaretini bir biçimde ödemek durumunda kalan “bizler” değil miydik? Yüzlerce insan boş yere cezaevlerine düştü, işkenceler gördü. Dolayısıyla “gerektiğinde herkes herkese yapar” mantığı iyi bir mantık değil. Bunun ırkçı, önyargılı bir tavır olduğunu kabul etmek ve aynısını başkalarına yapmamak, yaptırmamak çok önemli. MÜGE İPLİKÇİ
“İSLAMIN HOŞGÖRÜSÜ”, “TÜRK HOŞGÖRÜSÜ” GİBİ BÖBÜRLENMELERE KARNIM TOK. YAHUDİ, RUM, ERMENİ GİBİ ADLARININ HAKARET SIFATI OLARAK KULLANILDIĞI BİR TOPLUMDA KARNIM NASIL TOK OLMASIN?
Ben yazılarımda kimi eleştirdiysem adını vermişimdir, vermeyi de sürdüreceğim. Çünkü benim geleceğe dönük hiçbir hesabım yok, gerçekleri söylemekten başka.
“İslamın hoşgörüsü”, “Türk hoşgörüsü” gibi böbürlenmelere karnım tok. Yahudi, Rum, Ermeni gibi adlarının hakaret sıfatı olarak kullanıldığı bir toplumda karnım nasıl tok olmasın? Rum tohumu, Ermeni dölü, Yahudi sahtekârlığı! Irkçı ve İslamcı basının ağzına ve hakaret türlerine bir bakın: Nefretle korktukları bir orgenerali Yahudi dönmesi yapmadılar mı? Bunların tümü Osmanlıcı, ama padişahlarının kaçının anasının Ermeni, Rum ve Yahudi olduğunu unuturlar.
Özdemir İnce
http://www.populeredebiyat.com/kirlangicin-okuma-ucusu/
İKİ DÜNYA SAVAŞI ARASI DÖNEMDE VE İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA NAZİZM’İN DE ETKİSİYLE ÖZELLİKLE YAHUDİ KARŞITLIĞI EN ÜST NOKTAYA ULAŞTI. VARLIK VERGİSİ’NDEN VE HAKLARIN GASP EDİLDİĞİ DAHA NİCE UYGULAMADAN BU ÜLKENİN DİNİ FARKLI İNSANLARI ÇOK ÇEKTİ
Cumhuriyet kuruluşunda çektiği sancılar yüzünden azınlıklarını düşman belledi. Onlardan kurtulmak için elinden geleni yaptı. Ermeniler zaten savaş içinde sürülmüş, Rumların büyük bir kısmı savaş sonrasında kaçmıştı. Geriye kalanları da önce Lozan’da, sonra mübadelede, en sonunda da uygulanan ayrımcı politikalarla yerlerinden edildi.
Etno-dinsel bütünleşme sağlamak, yani ulus devlet kurmak için azınlık karşıtı kampanyalar yürütüldü. İki dünya savaşı arası dönemde ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazizm’in de etkisiyle özellikle Yahudi karşıtlığı en üst noktaya ulaştı. Varlık Vergisi’nden ve hakların gasp edildiği daha nice uygulamadan bu ülkenin dini farklı insanları çok çekti.
Kıbrıs sorununun faturasını da, Asala terörünün bedelini de onlara ödettik. Bu ülkede doğmuş ve devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan insanları kamu görevine almadık. Asteğmen rütbesinin üstünde tek bir subayımız, polisimiz, diplomatımız olmadı. Gazetelerimiz hep onları hedef gösterdi. Ulusalcılarımız kendilerini onların karşıtlığında tanımladı.
Mensur Akgün
http://www.stargazete.com/yazar/mensur-akgun/azinliklarin-kiymeti-anlasilirken-haber-431424.htm
SIRF YAHUDİ OLDUĞU İÇİN SEVİLMEYEN İNSAN. BURADAKİ ‘SIRF’IN ANLAMI NEDİR? ‘SIRF’ MÜSLÜMAN OLDUĞUMUZ İÇİN 11 EYLÜL’ÜN KEFARETİNİ BİR BİÇİMDE ÖDEMEK DURUMUNDA KALAN ‘BİZLER’ DEĞİL MİYDİK?
Eurovizyon’a gidecek olan Can Bonomo’ya ilişkin bir okurun işaret ettiği hususa değinmek istiyorum bugün. Bonomo ile ilgili Ekşi Sözlük notlarından birine göz attığınızda aramızda yaşama nasıl bakanların olduğunu daha net bir biçimde görüyorsunuz. Bir bölümünü sizlerle paylaşayım:
“Sırf Yahudi olduğu için ülkenin yarısı tarafından sevilmeyen insan değil, sırf siyasi bir müzik turnuvasında Türkiye’yi temsil edeceği için sevilmeyen bir insandır?? Bu memlekette yeri geldi Ahmet Kaya’nın şarkılarını ulusalcılar bile dinledi. Ama mesele siyaset oldu mu iş değişir. Ahmet Kaya siyaset yaptı ve başına gelmeyen kalmadı. Can Bonomo da kendisine bu sebepten dolayı getirilecek eleştirilere katlanmak zorunda. Çünkü kendisi sadece Yahudi olduğu için orada. Bu memleketin türkü, Müslüman’ı orada değilken, o bir Yahudi olarak orada. Neymiş, Can Bonomo Türkmüş. Hadi yea? Bi savaş çıksa katılır mı Türkiye için savaşa peki? diyelim İsrail ile savaşıyoruz. Bu siyasetle politikayla imkânsız da böyle bişi, diyelim oldu işte. Can Bonomo kimin için savaşıcak? Onu bırak, İran’la bile savaşsak Can Bonomo yine katılmaz savaşa? Öyle bedava kimlik yok aga.”
Cümleleri açmak isterim: Sırf Yahudi olduğu için sevilmeyen insan. Buradaki “sırf”ın anlamı nedir? “Sırf” Müslüman olduğumuz için 11 Eylül’ün kefaretini bir biçimde ödemek durumunda kalan “bizler” değil miydik? Yüzlerce insan boş yere cezaevlerine düştü, işkenceler gördü. Dolayısıyla “gerektiğinde herkes herkese yapar” mantığı iyi bir mantık değil. Bunun ırkçı, önyargılı bir tavır olduğunu kabul etmek ve aynısını başkalarına yapmamak, yaptırmamak çok önemli. 11 Eylül’ün hemen ardından gelen bir dönemde ABD’de kendi halinde bir dükkâna girmiştim. “Sırf” kredi kartımın üzerindeki ismim ve İngilizcedeki aksanım ona yabancı geldiği için benden pasaport istemişti kasadaki gencecik kız. Çok net hatırlıyorum: “Kimliğim beni potansiyel bir suçlu yapmaz” demiştim ona. Ardından aldığım bütün malları dükkânda bırakıp çıkıp gitmiştim. Kimliğim üzerinden gerçekleşen bu üçüncü sınıf yabancılaştırma efekti acayip canımı sıkmıştı. Mesaj belliydi: “Bizden değilsin, o halde bir tehditsin!” Diyelim ki ben Türk kökenli Amerikalı bir vatandaş olsaydım, anadilimde konuşma hakkımı ifade etmem beni politik bir şahsiyet mi kılardı? Türkçe şarkılar söylemek istemem Amerikalıların gözünde beni vatan haini mi yapardı? Diyelim ki yaptı; bunun doğru olduğuna inanmamız mümkün olur muydu?
Müge İplikçi
http://haber.gazetevatan.com/Haber/434710/1/Gundem
ŞURASI BELLİ Kİ, NETANYAHU HÜKÜMETİNİN İRAN’LA İLGİLİ KIRMIZI ÇİZGİSİ DAHA YAKINA, OBAMA YÖNETİMİNİNKİ İSE DAHA UZAĞA ÇEKİLMİŞ BULUNUYOR
İsrail, bütün askeri, politik ve psikolojik hazırlığını İran’ın nükleer tesislerine saldırmak üzere yapıyor. Saldırı ihtimali her geçen hafta ve ay yükseliyor. İsrail’in ciddi endişesi, İran’ın nükleer silahı amaçladığından hiç şüphe etmediği programının iki türlü dokunulmazlık kazanması...
Önce, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetini güçlü bombalara mukavim Fordo tesisinde yoğunlaştırarak İsrail’in askeri yeteneklerine karşı elde edilebileceği bir dokunulmazlık.
Sonra da öngörüler doğrultusunda, en erken 2012’nin sonuna doğru nihayet biriktirdiği malzeme ve teknoloji ile İran’ın bir nükleer eşik ülkesi, yani istediği an atom bombası üretebilecek bir güç haline gelerek sahip olacağı ikinci bir dokunulmazlıktan söz etmek mümkün.
Obama yönetimi ise “İran’a karşı bütün seçenekler masada diyor. Hatta Başkan Obama geçen pazar Amerikan Yahudi kuruluşu AIPAC’te yaptığı konuşmada amaçlarının “nükleer bir İran’ı çevrelemek değil, İran’ın nükleer silah sahibi olmasını önlemek olduğunu” söylerken, bu doğrultudaki siyasi ve ekonomik önlemlerin yanı sıra ilk kez açık ve seçik biçimde “askeri seçeneğe başvurmak”tan söz etti.
ABD’nin askeri yetenekleri elbette ki İsrail’inkinden çok daha fazla...
Ama İran nükleer eşiğe eriştiğinde bu yeteneklerin bir geçerliliği olacağı da şüpheli...
Şurası belli ki, Netanyahu hükümetinin İran’la ilgili kırmızı çizgisi daha yakına, Obama yönetimininki ise daha uzağa çekilmiş bulunuyor. Ve iki liderlik arasında güçlü bir güven ilişkisinin mevcut olduğundan söz etmek mümkün değil.
Kadri Gürsel
OBAMA, HER NE KADAR, AMERİKA’DAKİ GÜÇLÜ YAHUDİ LOBİSİNİN MERKEZ ÖRGÜTÜ AIPAC’DA YAPTIĞI KONUŞMADA ÜLKESİYLE İSRAİL’İ AYRILMAZ BİR BÜTÜN VE İRAN’IN GELİŞTİRDİĞİ NÜKLEER TEHDİDE KARŞI DA BİRLİKTE HAREKET EDECEK GÜÇ OLDUKLARINI İLAN ETSE DE, NETANYAHU’YU İKNA EDEMEDİĞİ BELLİYDİ
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Amerika’nın “başkanlık seçimi” sürecinden yararlanma manevrasını giderek, bir süper gücün “küçük müttefiki” tarafından “teslim alınması” oyununa çevirdi.
ABD’nin Demokrat Başkanı Barack Obama’nın, İran’a dönük askeri müdahalede isteksiz davranmasını, giderek, Amerikan başkanlık seçiminin berbat bir malzemesi yapma çabasında Cumhuriyetçi Parti’den beklediği desteği alması bunun açık örneğidir.
Obama, her ne kadar, Amerika’daki güçlü Yahudi lobisinin merkez örgütü AIPAC’da yaptığı konuşmada ülkesiyle İsrail’i ayrılmaz bir bütün ve İran’ın geliştirdiği nükleer tehdide karşı da birlikte hareket edecek güç olduklarını ilan etse de, Netanyahu’yu ikna edemediği belliydi.
Amerikan yönetimi, İran’a dönük bir müdahalenin zaten yükselmekte olan petrol fiyatlarının kontrol edilemez noktaya ulaşması, bunun da Avrupa Birliği, Japon, Amerikan ekonomileri açısından büyük felaket olacağını hesap ediyor. İsrail Başbakanı ise siyasi serüvenini, şu veya bu şekilde İran’ın vurulmasına ayarlamış görünüyor.
Ardan Zentürk
http://www.stargazete.com/yazar/ardan-zenturk/-cirkin-oyun-haber-432059.htm
EĞER BİR YAHUDİ KAVRAMI OLAN “BİR DAHA ASLA”NIN NE ANLAMA GELDİĞİNİ BİLMİYORSANIZ, O HALDE İSRAİL’İ VE NEDEN HERŞEYİ GÖZE ALIP İRAN’A SALDIRACAĞINI DA ANLAMIYORSUNUZ DEMEKTİR
Eğer bir Yahudi kavramı olan “Bir daha asla”nın ne anlama geldiğini bilmiyorsanız, o halde İsrail’i ve neden herşeyi göze alıp İran’a saldıracağını da anlamıyorsunuz demektir.
Eğer İran devriminin Şii İslam kavramına vakıf değilseniz, o halde İran'ı ve neden nükleer bir güç olabilmek için herşeyi göze alacağını da anlamıyorsunuz demektir.
İsrail Başbakanı hafta başında Amerikalı Yahudilere hitaben yaptığı bir konuşmada, İsrail'in ana felsefesini ve İran ile ilgili politikasını ayrıntılarıyla açıkladı. Binyamin Netanyahu, gerekçelerini açıklayabilmek için 2500 yıl geriye gitti.
Yahudi bayramı Purim'den söz etti. Purim bayramında Esther'in Yahudi halkını imha etmeyi planlayan Perslere engel oluşu kutlanır. Purim'den söz etmeden önce de müttefik güçlerinin Auschwitz'e uzanan demir yollarını bombalayamadıklarına değindi... İran tehdidinin İsrail'i haritadan silmeyi amaçladığını söyledi ve konuşmasını, "Her nesilde Yahudi halkını imha etmek isteyen birileri çıkıyor" sözleriyle bitirdi.
İsrailli Yahudilerin çoğu yüreklerinde bunun korkusuyla yaşıyorlar. Netanyahu'nun , "İran'ı kontrol altında tutmak kesinlikle bir seçenek değil... Yahudi devleti, yok edilmemizi amaçlayanları bu hedeflerine ulaştıracak araçların elde edilmesine izin vermeyecektir" şeklindeki keskin sözlerinin arkasındaki tek neden budur.
Metin Güneş
http://www.cnnturk.com/Yazarlar/METIN.GUNES/Israil.Iran.ve.Bir.daha.asla/103.5562/index.html
"BURAYA VAGON KAFİLE HÂLİNDE MUSEVİ GÖNDERMEYİNİZ!"
Guttstadt'ın, Türkiyeli Yahudilerin Nazi dehşetini nasıl yaşadıklarını tüyler ürpertici ayrıntılarla anlattığı kitabında asıl dikkat çektiği sorun ise, Türkiye'nin ve Türk diplomatların soykırım süresince kurtarıcı olduğu mitosunun devamlı tekrarlanması. Hatta uluslararası seviyede Türkiye hakkında Ermenilerin kaderi veya insan hakları ihlalleri gibi konularda yürütülen tartışmalarda, karşı tez olarak kötüye kullanılması. Guttstadt, Rodos Büyükelçisi Selahattin Ülkümen'in aslında Türk vatandaşı olmayan 42 Türkiyeli Yahudi'yi, vatandaş olduklarını söyleyerek kurtarmasına dair hikâyenin gerçek olduğunun altını çiziyor. Ancak, örneğin Necdet Kent'in 80 Türkiyeli Yahudi'yi kurtardığı hikâyesine dair hiçbir belgenin olmadığını belirtiyor.
Bu noktada Guttstadt'ın "Türkiyeli Yahudi" sınıflandırmasını sorunlu bulduğunu vurgulamak gerekli: "Avrupa'ya, 'Osmanlı vatandaşı' olarak yerleşen birçok Yahudi'nin doğum yerleri imparatorluğun bölünmesiyle sonradan Yunanistan, Bulgaristan veya Filistin'e dönüştü. Daha sonra başka bir devlete ait olan bölgelerde doğan ve oralarda yaşayanlara, vatandaşlık seçme şansı tanındığında, örneğin Rodoslu veya Selanikli Yahudilerden bazıları Türkiye vatandaşlığını seçmişlerdir. Kemalist Cumhuriyet ise, 30'lu yıllardan itibaren yurtdışında yaşayan Osmanlı vatandaşlarından Müslüman olmayanları Türk vatandaşlığından çıkarmaya başladı."
İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye'nin bu politikaya devam etmesi, Guttstadt'ın araştırmalarında kilit öneme sahip. "1938'den itibaren, örneğin Berlin'de yaşayan Türkiyeli Yahudiler vatandaşlıktan çıkarıldı ve bu kişiler 1941'de vatansız olduklarından ölüm kamplarına sevk edilenlerin ilklerinden oldular. Çünkü vatansız Yahudiler ve Polonya Yahudileri, Nazilerin ilk hedefledikleri gruptu." 30 Eylül 1939'da vatandaşlıktan çıkarıldıktan sonra ölüme gönderilen, Avusturya'da yaşayan Richard ve Regina Russo ve Russo ailesinin diğer 16 üyesi, bu gruba dair sadece tek bir örnek. Kitapta çok daha fazla hikâye yer alıyor, ancak Guttstadt'a göre vatandaşlıktan çıkarma işlemlerinin en öldürücü etkisi, Türkiye'nin bu politikayı Almanya'da Alman devlet makamlarının yardımıyla yürütmesiydi. Berlin'deki Türk konsolosluğu, Alman yabancılar polisinden, Türkiyeli Yahudileri çağırmasını ve ellerinden pasaportlarını almalarını talep ediyordu, "böylece, bu Yahudilerin Nazi kayıtlarına vatansız olarak geçirilmeleri işten bile değildi".
http://www.yeniaktuel.com.tr/dun104,[email protected]
CORRY GUTTSTADT – TÜRKİYE, YAHUDİLER VE HOLOKOST / ÖNSÖZ
http://www.iletisim.com.tr/images/cust_files/120308153757.pdf
CUMHURİYET REJİMİ KENDİ DİN ANLAYIŞI İÇİN SABETAYLARI DA TEHDİT GÖRDÜ, BU ANLAYIŞ SONRAKİ YILLARDA DAHA DA GÜÇ KAZANDI. SABETAY OLDUĞU İDDİA EDİLEN İNSANLAR HAKKINDA KİTAPLAR YAZILDI, LİSTELERİ YAYINLANDI
Benim bugün üzerinde durmak istediğim husus, basında Sabetayist olduğu iddia edilen gazetecilerin başına gelenler.
Önceki gün bir kafede otururken uzun yıllar birlikte çalıştığımız bir dostum hatırlattı bu bağlantıyı. Sabetay Sevi’nin takipçilerine verilen isim Sabetayistler. Dış görünümde Müslüman veya Hıristiyan gibi davranan ama gizliden Kabaala Musevi inancını takip eden kişilere verilen genel isim bu. Selanik, Yunanlılar tarafından işgal edilince, bu inancın takipçisi insanların Türkiye’ye geldiği bilinir. Uzun yıllar, Masonlukla birlikte insanları aşağılamak için kullanılan bir terim oldu. Cumhuriyet rejimi kendi din anlayışı için Sabetayları da tehdit gördü, bu anlayış sonraki yıllarda daha da güç kazandı. Sabetay olduğu iddia edilen insanlar hakkında kitaplar yazıldı, listeleri yayınlandı. Sabetaycılıkla suçlananlar genelde iyi eğitimli ve üst gelir sahibi insanlardı.
1979’da öldürülen Milliyet Gazetesi Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi ve 1990 yılında öldürülen Hürriyet Gazetesi eski Yayın Yönetmeni Çetin Emeç bu köklerden geliyordu.
Gazetelerinin satışına karşı çıkmaları dışında, ortak bir kökleri vardı.
Aynı şekilde medyadan tasfiye edilen Dinç Bilgin’in de Selanikli, dolayısıyla Sabetayist bir aileden geldiği iddiası vardı. SABAH yıkım yoluna girmeden önce kimi gazete ve dergiler bu suçlamayla yayınlar yapmışlardı.
Sonunda ulusalcı kanadın onaylamadığı bir inanç kökünden geldiğine inanılan insanlar şu veya bu şekilde medyadan tasfiye edildi.
Evlerinde Sabetaycı listeleri çıkan, Sabetaycılar üzerine kitaplar yazan isimler ise şimdi Ergenekon davasının sanığı.
Bu ilişkinin kimi büyük medya gruplarına kadar uzanmış olması da bu açıdan hiç şaşırtıcı değil. Türkiye’nin medya tarihini bir de bu açıdan okumakta yarar var.
Ergun Babahan
http://www.stargazete.com/yazar/ergun-babahan/sabetayist-gazeteciler-haber-432674.htm
İSRAİL’İN İÇ SİYASETİ DE KARIŞIK. BANA GELEN SON HABERLER LİEBERMAN'IN HAKKINDA BİR YOLSUZLUK DOSYASININ HAZIRLANDIĞI VE YAKINDA DOKUNULMAZLIĞININ KALKARAK MİLLETVEKİLLİĞİNİN DÜŞEBİLECEĞİ YÖNÜNDE
İsrail'in iç siyaseti de karışık. Bana gelen son haberler Lieberman'ın hakkında bir yolsuzluk dosyasının hazırlandığı ve yakında dokunulmazlığının kalkarak Milletvekilliğinin düşebileceği yönünde. İşte bu gelişmeler ışığında Netenyahu'nun koalisyon ortağı "Yisrail Beitenu" (Evimiz İsrail) partisinin başına geçecek olan isim meşhur alçak koltuk vakasının kahramanı Danny Ayalon olabilir.Türkiye ile diyaloğu savunan Tzipi Livni Kadima Partisi'nin başında kalmayı başarırsa belki bir sonraki koalisyonun ortağı olacaktır.
İsrail siyasetinden yine ABD-İsrail-İran üçgenine dönelim. Başkan Obama'nın bütün enerjisini İsrail'i olası bir saldırıdan uzak tutmaya harcayacağını düşünmek sürpriz olmaz.
Nitekim Başbakan Erdoğan'ın "One minute, siz öldürmeyi iyi bilirsiniz" dediği İsrail Cumhurbaşkanı Shimon Peres'e önümüzdeki hafta Washington'da "Özgürlük Madalyası" verilecek. Obama güvercinleri yanına alarak şahinlerin yönetimindeki İsrail'e "Bana numara yapma" diyor bir anlamda.
Suriye konusunda hassas dengelerin kurulmaya çalışıldığı bu dönemde kimbilir belki de Kürecik'teki kalkan İran'ı İsrail'e karşı koruyor olabilir mi? Olmaz olmaz demeyin.
Ahu Özyurt
http://www.cnnturk.com/Yazarlar/Ahu.Ozyurt/Yoksa.Kurecik.Irani.mi.koruyor/120.5546/index.html
"TÜRKİYE İLE İLİŞKİLER KONUSUNDA UMUTLUYUM, O YÜZDEN SÜRECE ZARAR VERMEMEK İÇİN KONUŞMAYACAĞIM" DEDİ. MAVİ MARMARA'DAN SONRA, DAHA ÖNCE TÜRKİYE İLE İSRAİL DÖRT TUR UZLAŞMA GÖRÜŞMESİ YAPMIŞTI. OLMADI. EN SON GEÇEN EYLÜLDE İŞ KOPTU. "BEŞİNCİ TUR MU BAŞLADI" DEDİM. "KANAL VAR" DEDİ
Geçen hafta. AIPAC toplantısındayım. Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi. Rekor kırmışlar yine. Amerika'nın dört bir yanından 13 bin İsrail yanlısı gelmiş. Kongre merkezi tıklım tıklım. Fakat asıl şaşırtıcı olan ve insanı ürküten... Yarın İran'la savaşa girecekmiş gibi hepsi. Akıl tatile çıkmış. Toplu bir histeri ayini. İsrail'den de gelen yetkililer var. Asıl onlarla temasa çalışıyorum. ISR67 ile tanıştık. İsrail Savunma Bakanlığı'ndan. Teybi gördü. "Lütfen teybi açmayalım" dedi. "Niye" dedim. "Türkiye ile ilişkiler konusunda umutluyum, o yüzden sürece zarar vermemek için konuşmayacağım" dedi. Mavi Marmara'dan sonra, daha önce Türkiye ile İsrail dört tur uzlaşma görüşmesi yapmıştı. Olmadı. En son geçen eylülde iş koptu. "Beşinci tur mu başladı" dedim. "Kanal var" dedi. "En azından bir yer ismi verin" dedim. Söylemedi. Şimdiye kadar bu görüşmelerde basına bilgi sızdıran hep İsrail tarafı oluyor ve iş biraz o yüzden çöküyordu. Bu sefer çok sıkılar. Sonra, daha önceden tanıdığım ISR41 ile karşılaştık. O da İsrail Dışişleri Bakanlığı'ndan. "Beşinci tur başlamış öyle mi" dedim. Güldü. "Hiçbir şey söyleyemem" dedi. "Kim yürütüyor İsrail tarafında müzakereyi? Savunma Bakanlığı mı? En azından onu söyle" dedim. Kafasını salladı. O sırada yanımıza ISR67 geldi. "Yine sen" dedi bana işaret parmağını uzatıp. Ben de "Elimden geleni yapıyorum. Artık bu hikâyeleri İsrail basınından öğrenmekten sıkıldım" dedim. Sonra olayı Türk tarafına sordum. Oradan aldığım yanıtsa görüşmelerle ilgili bir yalanlama içermeyen sadece tek bir cümle oldu: "Henüz durumu değiştirecek bir gelişme olmadı."
Tolga Tanış
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20099043.asp
İSRAİL'İN HASSASİYETİNİN SON DERECE CİDDİ BİR EVREYE GİRDİĞİNİ VE PARMAĞIN TETİKTE BEKLEMESİ GİBİ TIRMANAN GERGİNLİĞİN HER AN SİLAHLARIN PATLAMASI İLE SONUÇLANABİLECEĞİNİ DÜŞÜNENLER VAR. NİTEKİM 1973 SAVAŞI ÖNCESİ MISIR-İSRAİL GERİLİMİ HATIRLANIRSA, İSRAİL SÖZ KONUSUNDA OLDUĞUNDA SALDIRI TEHDİDİNİN GERÇEKÇİ BİR BOYUTU OLDUĞU İNKÂR EDİLEMEZ
Aslında İran'ın nükleer bir silaha sahip olması, ABD cephesinde, İsrail için olduğu kadar kabul edilemez bir durum. Ancak iki ülkeyi ayrıldığı bir diğer nokta da burada kendini gösteriyor. ABD istihbarat raporları, araştırmalar İran'ı nükleer silah yapabilecek seviyeye taşısa bile İran'ın bunu yapmaya çalıştığını gösteren güçlü bulgular olmadığı yönünde. Benzer şekilde İran'ın saldırganlığı konusunda da ABD'nin tereddütleri var. Şubatta Kongre'ye konuşan Savunma İstihbarat Dairesi Direktörü Ronald Burgess, İran'ın askeri bir ihtilafı başlatma veya kasten kışkırtma niyetinde görünmediğini söyledi.
Ancak İsrail, bu yaklaşımları paylaşmıyor. İran elindeki her türlü nükleer kapasiteyi kendi varlığına bir tehdit olarak gören ve tamamıyla yok etmeyi amaçlayan İsrail, "nükleer silaha sahip olma hedefi"ni ölçüt alan Washington'ın politikalarını tatmin edici bulmuyor. İsrail'in öngörülerine göre, İran bir yıldan kısa bir süre sonra dokunulmazlık evresine geçecek ve bundan sonra yapılan bir saldırı nükleer programına ciddi zarar veremeyecek. Bu telaş sadece İran'ın nükleer programında geldiği aşama ile ilgili de değil, Arap Baharı'nın yarattığı yeni dengeler İsrail'in varoluşsal histerisini keskinleştirmiş durumda. Müttefiklerini kaybeden İsrail, İran'ın artan bölgesel etkisini eskisinden çok daha ciddi bir tehdit olarak görüyor. Bir saldırı ile İran'ın nükleer kapasitesini tek başına yok edemeyecek olsa da, İran'ın etkisini kırmanın yanında bölgedeki yeni yönetimlere diş gösterme hesapları yapmakta. İsrail'in hassasiyetinin son derece ciddi bir evreye girdiğini ve parmağın tetikte beklemesi gibi tırmanan gerginliğin her an silahların patlaması ile sonuçlanabileceğini düşünenler var. Nitekim 1973 Savaşı öncesi Mısır-İsrail gerilimi hatırlanırsa, İsrail söz konusunda olduğunda saldırı tehdidinin gerçekçi bir boyutu olduğu inkâr edilemez. Öte yandan, İsrail'in tüm bu gerilimi İran üzerinde baskıyı artırmak ve ek ambargolar için tırmandırdığı görüşünde olanlar da var. Ancak bu İsrail açısından daha çok "şimdilik" elde edilmiş bir sonuç. Nitekim Obama'nın silah ve askeri destek sözü karşılığında Netanyahu'nun saldırıyı 2013'e ertelemeyi kabul ettiği haberleri ortalıkta dolaşmakta. Haberlerin gerçekliği tartışılsa bile ABD-İsrail pazarlıklarının henüz kapanmadığını söylemek mümkün.
Selin Bölme
http://www.sabah.com.tr/Perspektif/Yazarlar/bolme/2012/03/10/abd-ve-israilin-iran-pazarliklari
MUSEVİ DEYİNCE, YAHUDİ DEMENİN KİBARCASI GİBİ ALGILANIYOR
Musevi deyince, Yahudi demenin kibarcası gibi algılanıyor. Türkçemiz o kadar zengin ki... Irksal aidiyete vurgu yapan Yahudiliktir ama dinsel aidiyete vurgu yapan Museviliktir. Ben gururlu bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Musevi dininden laik bir Yahudiyim. Ama Türk kimliğim çok baskın çünkü insan nece düşünüyorsa, nece rüya görüyorsa, nece küfrediyorsa asıl kültürü odur. Kültürün en baskın unsuru din değil dildir.
Unutkanlığın bazı faydaları da var. Bizim gençliğimizde İstiklal Caddesi’nde İnci Pastanesi’nin yanındaki Yunan Konsolosluğu’na ait Şişmanoğlu binasında Yunan bayrağının dalgalanması hayal bile edilemezdi. Ama bugün koca bir Yunan bayrağı, AB bayrağı dalgalanıyor; kimse de garipsemiyor. Çünkü arada bu düşmanlığın aktarılmadığı bir nesil yetişti. 1980 sonrası neslin toplumsal hafızasında bunlar yok. Zaten kötü tecrübeleri taşımamak lazım ama toplumu doğru bilgilendirmek de lazım. Nefret, bilinmeyenden korkmaktan kaynaklanır.
Denis Ojalvo
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=20099394
İSRAİL İLE BİR SİYASİ GERGİNLİK OLDUĞUNDA İNSANLAR BİZİMLE SOHBETE “SİZİNKİLER...” DİYE BAŞLIYOR, BEN, “ANKARA’YI MI KASTEDİYORSUN” DEYİNCE “YOK İSRAİL” DİYORLAR. İSRAİL’DEKİLER BENİMKİLER DEĞİL
Bizimki Müslüman bir ülkede varlığını sürdürebilen tek Yahudi cemaati. Avrupa’nın İslam karşıtlığı ve Yahudi karşıtlığıyla çarpıştığı şu dönemde Türk Yahudilerinin anlatabileceği çok güzel hakikatler var.
120 kişilik parlamentoda bir sivri akıllının çıkıp da rastgele konuşması Türkiye’deki Yahudi cemaatini rencide eder. Bunun hassasiyetiyle biraz da oluşabilecek ters durumlar karşısında damage control (hasar kontrolü) yapmak için yola çıktık. Ne Türkiye Cumhuriyeti’ne ne de Türkiye Yahudi cemaatine ters düşecek bir oluşumda yer almayacağımızı taraflara anlatıyoruz. Takım tutar gibi ülke tutulmasın diyoruz.
Bu vatan için her şeyinden vazgeçebilecek kişi Türk milliyetçisidir; ben dahil. Milliyetçilik hiç kimsenin tekelinde değil. Yaşadığımız topraklara sahip çıkmak herkesin hakkı. Ben hem milliyetçiyim, hem muhafazakârım, hem de sosyal demokratım.
İsrail ile bir siyasi gerginlik olduğunda insanlar bizimle sohbete “Sizinkiler...” diye başlıyor, ben, “Ankara’yı mı kastediyorsun” deyince “Yok İsrail” diyorlar. İsrail’dekiler benimkiler değil.
Nasıl Hıristiyanlar Vatikan vatandaşı değilse, nasıl bütün Müslümanlar Suudi Arabistan vatandaşı değilse ben de İsrail vatandaşı değilim. Ben belki Türkiye’nin senden çok fazla asırdan beri vatandaşıyım.
Cefi Kamhi
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=20099394
İSRAİL ŞARTLARINI ZORLAYARAK DÜNYADAKİ EN SADIK MÜTTEFİKİ ABD'Yİ DAHİ GİDEREK KENDİNDEN SOĞUTUYOR
Şahin İsrailciler önyargı ve duygusallıkları nedeniyle Obama'nın İran mevzuunu takdim şeklinin sadece ABD değil, İsrail için de daha uygun olduğunu görmekten aciz. Obama, The Atlantic dergisine verdiği mülakatta, İran'ın nükleer silah edinmesini engellemek istemesinin temel gerekçesi olarak, bölgede nükleer silahlanma yarışına yol açarak dünya barışını tehdit ihtimalini nazara veriyordu. Şahin İsrailciler meseleyi sırf İsrail'e yönelik yaşamsal tehdit boyutuna indirgeyerek ve önleyici saldırıdan bahsederek, ABD'nin uluslararası kamuoyunu ikna etmesini de zorlaştırıyor. Bunu gören New York Times yazarı Tom Friedman gibi makul İsrail dostları ise, Obama'nın yaklaşımına destek veriyor.
Obama'dan hazzetmeyenler, İran tercihlerinde yaklaşan başkanlık seçimlerinin de etkili olduğunu savunuyorlar. Onlara göre ABD Başkanı, 'İran'la savaş çıkarsa petrol fiyatları fırlar, ekonomi tekrar bozulur, seçimi kazanamam' diye düşünüyor. Doğrudur, muhtemelen Obama'nın kafasında bu tür siyasi kaygılar da vardır. Ama bölgenin yeni bir şiddet sarmalına girmesi ve Amerikan ekonomisinin olumsuz etkilenmesi sadece Obama'nın şahsi siyasi çıkarını zedelemiyor ki. ABD'nin çıkarına da aykırı. ABD'nin hayati çıkarları önümüzdeki birkaç ay içinde İran'ı mutlaka vurmayı gerektirirse, Obama ya da başka bir başkan ayak diret(e)mez. Bazı İsrailciler ABD'nin artık çok mecbur kalmadıkça Ortadoğu'da askeri müdahalelere sıcak bakmadığını; bunda partizan tercihlerden çok, devlet içinde giderek pekişen konsensüsün etkili olduğunu göremiyor ya da kabullenemiyor.
Bana göre İsrail şartlarını zorlayarak dünyadaki en sadık müttefiki ABD'yi dahi giderek kendinden soğutuyor. Tel Aviv'in, şakşakçı Amerikalı siyasetçi dostlarının ve heyecanlı diasporanın gazına gelmeyip, yeni bir durum değerlendirmesi yapması elzem.
Ali H. Aslan
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1257594&title=netanyahu-obamadan-istedigini-aldi-mi
· Netten okumalar
· VATANDAŞ TÜRKÇE KONUŞ – YAVUZ ÖZMAKAS
80 yıl önce Bir masum (mu?) istekten Yahudi düşmanlığına
1935 yılında CHP’nin 4. kongresinde, Başbakan İsmet İnönü yaptığı konuşmada, herkesin Türkçe konuşması gerektiğini vurguladı. “Bundan sonra susmayacağız. Bizimle beraber yaşayan bütün vatandaşlar artık Türkçe konuşacaklar.” diyerek görüşlerinde ne denli kararlı olduğunu gösterdi. Bunun ardından Milli Türk Talebe Birliği, Türkçeyi halka açık yerlerde işitilen tek dil haline getirmeyi amaçlayan bir kampanya başlattı. Gazeteler bu kampanyayı destekleyen ateşli yazılarla doldu, Türkçe konuşmayanlar açıkça taciz edildi. Bu yeni dalganın baskısı, en çok Yahudilere yöneldi. Yahudi topluluğu barındıran kentlerin belediyeleri, kamuya açık yerlerde Türkçe dışındaki dillerin kullanımını yasakladılar.
Buna koşut olarak ülkede kendisine yer edinmeye çalışan Turancı, ırkçı ve kafatasçı görüşler bu konudaki bağnazlıklarını çıkardıkları gazete ve özellikle dergilerde yer alan yazılarla tüm topluma benimsetmeye çalışıyorlardı.
“Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyaları dil ve tarih girişimlerinde milliyetçiliğin şoven ve ırkçı sınırlarına dayandırılıyordu. Buna bir de döneminin özel koşulları eklenince “Vatandaş Türkçe Konuş!” sloganları, İkinci Dünya Savaşı yıllarında zorlayıcı bir Türkleştirme ya da Turancılık politikasına dönüşme eğilimi gösterdi.
http://www.baskaizmiryok.com/vatandas-turkce-konus/
KLEZMER TERİMİ VE YAHUDİ TOPLUMUNA BAKIŞ ETMOLOJİSİ – BORA KUMPASOĞLU
AMİK GÖLÜ VE İSRAİL’DEKİ TURNALAR
Hula’ya varınca arkadaşım Zev bizi karşıladı. Yarım saate araziye gidiyoruz dedi. ”Hay hay” dedim, jet hızıyla odama gidip valizimi attım ve dürbünümü alıp dışarı çıktım. Oradaki arap bülbülü türü, bizdeki arap bülbülü, çiğdeci desen aynı, yeşil papağanlar desen her daim hurmaların tepesinde. Tam bize ekmek yok diyordum ki bir anda garip gagalı bir sinekkapan fark ettim. Uçuşu, sesi ve şekliyle duvar tırmaşıkkuşu ve sinekkapan hibritine benzeyen bu canlı tabii ki bir dişi nektar kuşundan başkası değildi. “Oh!” dedim, seyahate kertikle başladık.
Aracımızla turnaların bulunduğu alana gittik. İnanılmaz bir şekilde her yer turist otobüsleriyle doluydu. En az 20 otobüs ve onları getirdiği insanlar alanı kaplamışlardı. Rehberliğimizi de yapan Zev biraz mahcup bir şekilde bu kadar ilgi beklemediklerini, alanı son iki yıl içerisinde bu kadar popüler olduğunu, bundan mutlu olduklarını ancak ziyaretçi sayısındaki artıştan dolayı bu yıl alanın ziyaretçi taşıma kapasitesine dair bir araştırmaya başladıklarını anlattı. Aklıma İstanbul’daki Belgrad Ormanı ve Polonezköy gibi devlete gelir getirmesine rağmen iskana açılmak için fırsat kollanan korunan alanlarımız geldi. Her tarafından insan fışkıran, hafta sonu giriş kapıları para basan, içinde insan ve sokak köpeklerinden daha yabani eser miktarda canlı bulunduran iki önemli alan. Görünen o ki bu iş vizyon meselesi.
http://gunluk.dogadernegi.org/amik-golu-ve-israildeki-turnalar/
HARVARDLI MATEMATİKÇİNİN TASAVVUF AŞKI - İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ YRD.DOÇ.DR. İRVİN CEMİL SCHİCK
http://www.sabah.com.tr/kultur_sanat/etkinlik/2012/03/06/harwardli-matematikcinin-tasavvuf-aski
YA KODLAR VERİLDİYSE? – FİKRET ERTAN
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1256017&title=ya-kodlar-verildiyse
BOMBALAR HAZIRLANIYOR – FİKRET ERTAN
http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1257591&title=bombalar-hazirlaniyor
İSRAİL İRAN’I NE ZAMAN VURACAK? – FATİH ALTAYLI
http://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli/722987-israil-irani-ne-zaman-vuracak
YASEMİN G. İNCEOĞLU: NEFRET SÖYLEMİ VE/VEYA NEFRET SUÇLARI
AZERBAYCAN! İSRAİL'İN YENİ YILDIZI (ÖZGÜR ATAK)
http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/azerbaycan-israilin-yeni-yildizi-ozgur-atak-haberi-52415
VARLIK VERGİSİ VE AŞKALE’NİN MİMARLARI NAZİLERDEN DERS ALMIŞ – RECEP MARAŞLI
Kampın en dramatik günü ise 20-21 Nisan 1945’te yaşandı. Sovyet birliklerinin Berlin’e yaklaşması üzerine Naziler Kamp’taki tutsakların kurtarılmasını önlemek için onları Wittstock üzerinden Lübeck’e nakletmek üzere ölüm yürüyüşüne (“Tödesmarsh”) zorladılar. Zaten son derece güçsüz düşen yaklaşık 35 bin kişi bu yürüyüş sırasında öldü veya vuruldu. Aralarından 400 kişi ise SS’ler tarafından gemilere dolduruldu sulara gömüldü. [“Düşmanı denize dökmek” ve “yol zahmetine dayanamayıp öldüler” söylemlerini bir yerlerden hatırlıyoruz değil mi?] 47. Sovyet Ordusu 22 Nisan 1945’te kampa vardığında bin 400’ü kadın olmak üzere sadece 3 bin tutsağı kurtarabilmişti.
Evet, 2000 yılından beri sık sık Sachsenhausen’a, orada eziyet çekmiş, ölmüş insanların anılarını ziyaret etmek üzere giderim. Kamp’ın arşiv ve dokümantasyon merkezinde okumalar yaparken, burada çalışan bazı Alman dostlar 2004 yılı başlarında beni arayarak, restorasyon çalışmaları sırasında Sachsenhausen’daki bazı belgelerde, 1942 yılında burayı “özel istekle incelemelerde bulunmak üzere” ziyaret etmiş üst düzey iki Türk bürokratının adlarına rastladıklarını söylediler. Bu kişilerle ilgili bilgim olabileceğini düşünmüşlerdi. Belgeleri birlikte inceledik; 1943 Şubat ayında özel istekle toplama kampını ziyaret eden iki Türk görevlisinin adları Halûk Nihat Pepeyi ve Selahattin Korkud idi.
http://www.agos.com.tr/varlik-vergisi-ve-askalenin-mimarlari-nazilerden-ders-almis-916.html
ARAP-YAHUDİ DÜŞMANLIĞININ NEDENİ AVRUPA DÜŞÜNCESİ / GİL ANİDJAR
http://www.sabah.com.tr/Pazar/2012/03/11/arapyahudi-dusmanliginin-nedeni-avrupa-dusuncesi
Ladino / Okuyun
LOS PLATİKOS DE PURİM - MATİLDA KOÉN-SARANO ESKRİVE SU REKORDOS DE PURİM
http://www.ynet.co.il/articles/0,7340,L-4193957,00.html
Ladino / Seyredin
Ofri Eliaz: Ya salio de la mar
http://www.youtube.com/watch?v=qLwcHLrY884&feature=share
YASMİN LEVY: UNA ORA
MOR KARBASİ – ROSA
http://www.youtube.com/watch?v=aNKrgIiwAh0&feature=share
LADİNO – ESKİ ŞARKILAR
LADİNO - MOSHE SHAUL
http://www.youtube.com/watch?v=z0KsDnONhSU&list=UUui2WcHFOLKj__B2ZNhoN-g&index=1&feature=plpp_video
CONTES JUDÉO-ESPAGNOLS - MATİLDA KOEN-SARANO
http://www.akadem.org/sommaire/themes/liturgie/10/1/module_4395.php
Netten Seyredin
YİGAL SCHLEİFER İLE NETANYAHU’NUN ABD ZİYARETİ ÜZERİNE (VOA)
http://player.theplatform.com/ps/player/pds/SfMmFRB2JL?pid=P_YJj_Q0YeGMCeF2jDrcGrsLEatVs9fK