Geçtiğimiz 100 yıl içinde yaşadığımız inanılmaz teknolojik gelişim ve değişim önümüzdeki 30-40 yıllık zaman diliminde yaşamamız muhtemel inanılmaz bir bolluğun habercisi olabilir.
Geçmiş 6 ayda yazılı ve görsel basından pompalanan haberlere baktığımızda terör, açlık, deprem, sel, tsunami gibi doğal afetler, dünyanın dört bir yanında sosyal patlamalar, demokrasi talepleri, demokrasi cinayetleri, ekonomik buhranlar, dünyanın bir daha düzelemeyecek şekilde durgunluğa girme riski ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
Aslında durum tam olarak böyle değil.
‘Kötümser’ haberler
Medya bizlere daha çok negatif haberleri pompalıyor çünkü zihnimiz bu tip haberlere daha çok dikkate etmeye programlı. Bunun da tıbbi olarak bir açıklaması var. Şöyle ki; yaşadığımız her saniye, dört bir yandan gelen uyarıcı sinyaller beynimizin işleyebileceğinden çok daha fazla veriyi beynimize aktarıyor. İnsanın birinci güdüsü var olma, hayatta kalma güdüsü olduğu için, bütün bu verilerin ilk durağı beynimizdeki Amigdal adı verilen bölüm. Bu bölümü vücudumuzun bir nevi erken uyarı detektörü, tehlike detektörü gibi düşünebiliriz. Amigdal filtrelemesini yaparken etrafımızda bize zarar vermesi muhtemel konuları seçer ve bu konuları öncelikli kılar. Bu yüzden onlarca haber arasından olumsuz olanları daha fazla dikkatimizi çeker.
Habere ulaşımımızın ceplerimizdeki akıllı cihazlar sayesinde 7/24 kesintisiz olduğunu düşündüğümüzde, dünyanın gidişatı ile ilgili kötümser olmamız için birçok neden çıkıyor karşımıza.
‘Bolluğun’ habercisi
Fakat belki de bu gerçek değil. Bu, belki de gerçeğin oldukça çarpıtılmış hali. Belki de geçtiğimiz 100 yıl içinde yaşadığımız inanılmaz gelişim ve değişim önümüzdeki 30-40 yıllık zaman diliminde yaşamamız muhtemel inanılmaz bir bolluğun habercisi olabilir.
Şu anda her şeyin güllük gülistanlık olduğunu düşünmeyin. İklim krizleri, birçok canlı türünün soyunun tükenmesi, su ve enerji kıtlığı gibi sorunlarımız mevcut. Fakat insanlar olarak bu problemleri önceden tespit etmek ve eninde sonunda üstesinden gelmek konusunda oldukça iyiyiz.
Yükselen beklentiler
Gelin şimdi geçtiğimiz yüzyıl içerisinde geçtiğimiz yolu ve gösterdiğimiz gelişime birlikte bakalım. 100 yıl zarfında ortalama insan ömrü iki katından fazla artmış ve kişi başına düşen milli gelir enflasyondan arındırıldıktan sonra yaklaşık üç katına çıkmış. Bununla birlikte doğum sırasında bebek ölümleri neredeyse on kat azalmış. Gıda, elektrik, ulaşım ve iletişim maliyetleri de bu geçen zaman zarfında on ile 1.000(bin) kat arasında azalış göstermiş. Dünya çapında okuma yazma oranı geçtiğimiz 130 yılda yüzde 25’den yüzde 80’e ulaşmış. Ayrıca, geçtiğimiz 100 yıllık süreç savaşlar açısından dünyada, önceki yüzyıllar ile karşılaştırıldığında çok sakin geçiyor. Bu perspektiften bakıldığında gerçekten harika bir zamanda yaşıyoruz. Birçok kişi bunu unutuyor.
Bunun nedeni ise beklentilerimizi sürekli yükseltiyor olmamız. Aslında, yoksulluğun veya asgari geçim ihtiyacının tanımını sürekli yeniden yapıyoruz. Bugün Amerika’da, Avrupa’da, Türkiye’de yoksulluk sınırının altında yaşayan insanların çok büyük kısmının su, elektrik, tuvalet, buzdolabı, televizyon, cep telefonu, klima ve hatta araba gibi araçlara erişimi ve sahiplikleri bulunuyor. Geçtiğimiz 19. yüzyılın en zengin baronlarının, imparatorlarının bile hayal edemeyecekleri bir lüks seviyesi aslında bu...
Bahsettiğimiz bu gelişimlerin çoğunu mümkün kılan teknoloji, son zamanlarda ise katlanarak büyüyen ve gelişen teknoloji olarak düşünebiliriz.
Intel firmasının kurucularından Gordon Moore’un 1965 yılında yayınladığı bir makalede kullandığı bir öngörüden yola çıkarak tanımlanan ‘Moore Yasası’, bilgi çağında yaratılan teknolojik cihazların her 12-24 ayda bir becerilerinin iki katına çıkması ve fiyatlarının yarıya düşmesi şeklinde açıklanabilecek şekilde fiyat/performans dengelerinin iki katına çıkması şeklinde özetlenebilir.
Bu nedenledir ki; ceplerimizde taşıdığımız akıllı telefonlar, 1970’lerin süper bilgisayarlarından gerçek anlamda binlerce kat daha hızlı ve milyonlarca kez daha ucuz.
Bulut bilişim, robotik bilimi, üç boyutlu baskı teknolojisi, sentetik biyoloji – aşı, gıda ve yakıtlar, nanoteknoloji ve yapay zekâ. Kaçımız farkındayız bilmiyorum ama, geçtiğimiz yıl bu zamanlarda IBM’in ürettiği Watson adlı süper bilgisayar, Amerika’da uzun süredir Jeopardy adıyla yayınlanan, Türkiye’de de ‘Riziko’ adıyla formatı adapte edilmiş yarışmayı açık ara ile kazandı. Yarışmayı bilenler hatırlayacaktır, insan zekâsının dilbilgisi ile dansı sayılabilecek; verilen cümlenin bir soruya cevap olarak tanımlandığı bir yarışmadır. Düşünün; gelecek on yıl içinde cep telefonunuzdan ulaşıp istediğiniz soruyu sorup cevabını alabileceğiniz yapay zekâ bilgisayarlar olsa? (Veya iPhone içindeki Siri’nin gelişmiş versiyonları?)
Kaynakları verimli kullanmak
Enerji kıtlığından bahsediyoruz. Gezegenimiz, her 88 dakikada bir şu an için kullandığımız yıllık enerji tüketiminin 5.000 katı kadar bir enerjiye maruz kalıyor. Evet, 16 TeraWatt gücünde güneş enerjisinden bahsediyoruz. Bu açıdan bakıldığında problemimiz enerji kıtlığı değil, enerjiyi faydalı, erişilebilir, kullanılabilir kılmak. Burada da ilk iyi haber geçtiğimiz yıl Hindistan’dan geldi. İlk kez geçen yıl güneş enerjisi ile üretilen elektriğin birim maliyeti, dizel yakıt ile üretilen enerjinin birim maliyetinin neredeyse yüzde 50 altında kaldı; on yedi rupiye karşılık 8,8 rupi. Etkileyici, değil mi? MIT Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, 2020 senesinde ABD’nin güneşi daha yoğun eyaletlerinde güneş enerjisinden üretilen enerjinin maliyeti 6 cent/Kwh olacak, bu ülke genelindeki 15 cent’lik ortalamanın yalnızca yüzde 40’ı.
Ener enerji bolluğumuz olursa, suda da benzer bir duruma geçebiliriz. Yaşadığımız gezegenin yaklaşık yüzde 70’ini su oluşturuyor. Bunun yüzde 97,5’luk bölümü tuzlu su, yüzde 2’lik bölümü de buzul. Bizim üzerinde savaştığımız kısım, kalan yüzde 0,5’lik kısım.
Yeni teknolojiden neler bekleyelim?
Bu büyük potansiyeli kullanabileceğimiz teknoloji için ise 10-20 sene beklememiz gerekmiyor. Slingshot adı verilen bir teknoloji ile, küçük boy bir buzdolabı büyüklüğündeki bir cihaz sayesinde nanoteknolojik maddelerin de yardımı ile saatte yaklaşık 1.000 litre temiz, içilebilir su üretebilmek mümkün, hem de her türlü kaynaktan. Bu şekilde suyun litre maliyeti iki cent’in altına düşmüş olacaktır. Coca-Cola şu anda bu teknolojiyi test ediyor ve eğer başarılı olursa dünyadaki 206 ülkede yer alan binlerce fabrikada bu sisteme geçiliyor olacak.
Benzer bir gelişmeyi mobil iletişimde, cep telefonlarında da yaşıyoruz. 2013’ün sonunda gelişmekte olan ülkelerin yüzde 70’inde cep telefonu kullanımı olduğunu göreceğiz. Düşünsenize, Kenya’nın kırsal bölümlerindeki bir savaşçının iletişim kabiliyeti, bundan 25 sene evvel ABD Başkanı Ronald Reagan’ın olanaklarından daha fazla hale gelecek. Buna, bir de akıllı telefondan Google kullanılarak bilgiye ulaşım yeteneğini ekleyin, bu sefer de Başkan Clinton’un on beş sene evvelki erişiminde daha ileri bir durum ortaya çıkacak. Bundan 10-15 yıl önce on binlerce dolar karşılığında edinebileceğimiz GPS cihazları, HD özellikli video kameralar, kütüphaneler dolusu kitap ve doküman ve tıbbi teşhis cihazları günümüzde cep telefonları, uygulamaları ve aksesuarları olarak karşımıza çıkıyor. Uzaktan tedavi ve tıp alanında aklımızı başımızdan alacak buluşlar çok yakında ve dünyada birçok girişimci/yenilikçi insan bunun için çalışıyor.
Tüm bunlara ilave olarak, 2010 senesinde iki milyar olan İnternet kullanıcı sayısının 2020 senesinde beş milyara ulaşacağını düşünün. Bu yeni üç milyar taze beyin de tüketmeye başlayacak ve global ekonomiye trilyonlarca dolar akıtıyor olacaklar.
Keyfinizin biraz daha yerine gelmesi için sizleri, bana bu yazıyı yazarken esinlendiğim ve içerisindeki bilgileri kullandığım videoları seyretmeye davet ediyorum. İyi seyirler...
TED – Peter Diamandis - http://goo.gl/Y2FTZ
TED – Jessica Jackley - http://goo.gl/ZuFHq