Aile içi eğitimde, anne-babalara düşen görev, çocuklarına ağzına geldiği gibi, alıştığı gibi veya bir zamanlar kendine konuşulduğu gibi konuşan değil, sorumluluğumuzun farkında, cevap vermeden bir dakika düşünen ve en etkili şekilde çocuğuyla iletişime geçen ebeveynler olmak
Bir çocukla iletişimimiz daha doğduğu anda başlar. Bazen fark etmesek de ona her bakışımız, her gülüşümüz, her kaş çatışımız onunla iletişim kurmaktır. Onların daha dilleri çözülmeden biz onlarla birçok şekilde konuşur ve onlardan da bir şekilde tepki alırız. Çocuk konuşmaya ve bize bir şeyler ifade etmeye başladığı zaman, onlarla iletişimimizde çok önemli birkaç konuya dikkat etmemiz gerekir.
Bizler, çocuklarımıza farkında olmadan, ağız alışkanlığıyla veya ‘küçükken bize de öyle söylendiği’ için, çocukta oluşturacak duyguları pek de derin düşünmeden hitap ederiz veya bazı cevaplar veririz. Bunlardan bazılarına göz atacak olursak, birçoğumuzun kullandığı ifadeleri rahatlıkla görürüz.
“Odanı topla!”, “Hemen bitir şu yemeği!” gibi emir verici konuşmalarla, çocukta anne-babanın düşünceleriyle hareket etmesi gerektiği duygusu uyandırır, isyankârlığa sebep olabiliriz. “Akıllı çocuklar böyle yapar!” gibi bir ifadeyle onun bu konuda yetersiz olduğu mesajını vermiş oluruz. “Bebekler ağlar!” veya “Kötü çocuklar böyle davranır!” şeklinde karşılaştırmalarla çocuğun kendini değersiz hissetmesine yol açabiliriz.
Zaten gitmesi gereken akrabaların arkasından çocuk “Niye gidiyorlar?” sorusunu sorduğunda cevap, “Sen onlara öpücük vermedin, onlar da gidiyorlar!” şeklinde gereksiz bir suçlama oluyorsa, çocuk yok yere kendini suçlu ve sorumlu hisseder.
Hepimiz bazen şakayla karışık bazen ciddi bir şekilde, otoriteyi elimizde tutmak için bu ve buna benzer ifadeler kullanıyoruz. Ancak unutuyoruz ki çocukların dünyaları küçük ve söylenen en küçük söz onlarda büyük etkiler yaratabiliyor. Bunları birçok kez toplum içinde farklı davranışlarla dışa vuruyorlar ve biz sebebini bir türlü anlayamıyoruz.
Peki, aile içi eğitimde çocukla iletişimimiz nasıl olmalı? Onlara nasıl cevaplar vermeliyiz ve onlarla nasıl iletişim kurmalıyız?
‘Sen’ yerine ‘ben’
Genelde çocuğumuza konuşurken ‘sen’ ifadesini kullanırız. “Sen böyle yapıyorsun!”, “Sakın böyle yapma!”, “Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun?” ‘Sen’ ifadesi çocuğu, suçun veya davranışın tam ortasına yerleştirir ve onu rahatsız eder. Bundan kurtulmak için savunma mekanizmasını çalıştıracak, belki bizden uzaklaşacak, belki inatla daha ileri gitmeye çalışacak, belki de toplumda ondan hiç beklemediğimiz davranışlarla kendini ön plana çıkarmaya çalışacaktır.
Onunla konuşurken ‘Ben’ ifadesini kullanmak ise çocukta empati duygusunun gelişmesinde faydalı olacaktır.
• Odan dağınık olduğu zaman ben toplamak zorunda kalıyorum ve seninle oynamaya vakit ayıramıyorum,
• Geç yattığın zaman sabah seni uyandırmakta zorlanıyorum,
• Evin içinde koştuğunda düşüp bir yerini inciteceğinden korkuyorum,
• Ağlayarak konuştuğun zaman ne dediğini anlamıyorum ve sana yardımcı olamıyorum,
gibi ifadeler, davranışlarının bizim üstümüzde yarattığı duyguyu onlara aktarmamızı ve onları suçlu köşesinden çıkartıp etrafında yarattığı etkiyi görmelerini sağlayacaktır. Bu da davranışı olumluya çevirmeyi bizim için daha kolaylaştıracaktır.
Çocukla iletişim, sadece bizim ona aktarmak istediklerimizle sınırlı değil, tabi ki. Onlar da birçok kez hatta günde birkaç kere bize ya başlarından geçen bir olayı anlatırlar, ya da onlara sıkıntı veren bir durumu bizimle paylaşırlar. Birçok kez baş sallarız, “Evet, evet” deriz veya arkadaşı ona vurmuşsa “E sen de ona vursaydın” gibi ifadelerle geçiştiririz. Bazen de onları suçlama yoluna gideriz: “Kim bilir sen ona ne yaptın!” gibi ifadeler kullanırız. Kimi zaman da “Arkadaşlar arasında olur böyle şeyler,” gibi sözlerle olayı genelleyip geçeriz. Çoğu zaman da onlara ne yapmaları gerektiğini söyleriz. Bu tür yaklaşımlar çocuğumuzu bizden uzaklaştırır, ‘Nasılsa beni anlamıyor,’ şeklinde düşünmesine yol açar ve artık bizimle yaşadıklarını paylaşmak istemez. Çocuğun burada bize başından geçenleri anlatmasındaki sebep, her zaman ona çare bulmamız değildir. Çocuk ilk etapta birinin onu anlamasını ister. Çocuğu anladığımızı ona anlatmamızın en etkin yolu da bu anlattıklarının onda bıraktığı duyguları ona sözle ifade etmektir.
Önce dinlemek
Çocuğunuz “Anne, bugün top oynarken ben gol atamadım, Ahmet de beni oyundan çıkardı,” gibi bir hikâyeyle geldiğinde bizim içimizden gelen ilk tepki olaya bir çözüm bulmak olabilir. Halbuki, daha çözüme geçmeden önce çocuğumuzla kurmamız gereken bir köprü var.
“Ahmet’in seni oyundan çıkarması seni çok üzmüş olmalı,” gibi bir ifadeyle çocuğumuzun hislerini dile getirmiş ve onu anladığımızı ona aktarmış oluruz. Bu konuşmanın devamında çocuğa mutlaka bir çözüm önermemiz gerekmez. “Peki, sen ne yaptın?” şeklinde bir ifadeyle çocuğun kendini ve kendi davranışını analiz etmesini sağlayabiliriz. Başından geçen ve ileride de geçmesi muhtemel sorunlarda kendi çözümlerini üretmesini sağlamak, ona özgüven verecektir. Eğer kesinlikle yapmaması gereken bir davranışı çözüm olarak gösteriyorsa, bunun oluşturacağı sonuçların pek de hoş olmayacağını ona anlatabiliriz. Çocuk hiçbir şekilde çare bulamıyorsa, ona başkasının veya bir tanıdığınızın başından benzer bir durum geçtiğini ve onun bu durumda şöyle yaparak çözüm ürettiğini anlatarak, onun da bu fikre katılıp katılmadığını sorabilirsiniz. Yaşandığına inandığı bir olay, sizin ürettiğiniz çareden daha etkileyici olacaktır.
Önemli olan, anne- baba olduğumuzun, bir veya birkaç kişinin gelişiminden sorumlu olduğumuzun, bu kişilerin hayatlarındaki ilk adımlarda bizim onlarla kurduğumuz iletişimin gelecekte onları nasıl etkileyeceğinin farkında olmamız. Aile içi eğitimde, anne-babalara düşen görev, çocuklarına ağzına geldiği gibi, alıştığı gibi veya bir zamanlar kendine konuşulduğu gibi konuşan değil, sorumluluğumuzun farkında, cevap vermeden bir dakika düşünen ve en etkili şekilde çocuğuyla iletişime geçen ebeveynler olmaktır.
Sibel Eskinazi
Ulus Özel Musevi İlköğretimi İngilizce Öğrt.