Bu aralar sıklıkla duyduğum bir ifade var: “Yanlış jenerasyonda doğdum.” Gişedeki filmlere, radyoda çalan şarkılara ve satılan kitaplara bakınca bazı sanatseverlerin bu fikri savunmasına az çok hak veriyorum. Teknolojinin ve görselliğin, insan beyninden ve yaratıcılığından daha çok talep gördüğü bir devirde yaşıyoruz. Sanatsallığın ‘ağır’ diye talep görmediği fakat görsel efektlerin gişe rekorları kırdığı bir devirde... Popüler müziğin tümüyle bilgisayardan ibaret olduğu bir devirde… Kısacası doğrunun yanlış, yanlışın doğru olduğu, komik ve bir sürü nedenden ironik bir devirde yaşıyoruz. Belirtmeliyim ki bu yazı kesinlikle bulunduğumuz devri kötüleyen bir yazı değil. Daha çok tartışan ve sorgulayan bir yazı, sanatsal gündemi inceleyen bir yazı. Çünkü günümüzün eksisi kadar artısı da var.
Öncelikle bugünkü sanatın evrenselleştiğini vurgulamalıyım. Artık sanat bir ülke sınırları içinde kalmıyor, tüm dünyaya yayılabiliyor. Pera Müzesi’nde gösterilen filmlere baktığımızda, seçilen filmlerin dünyanın her yerinden geldiğini görüyoruz. Bunun dışında tüm kitaplar (klasik ya da popüler olsun) e-okuyucu formatında bulunabiliyor. Doğruyu söylemek gerekirse, teknolojinin sanatı böylesine globalleştirebilmesi olağanüstü. Bunun yanında İngilizcede ‘indie’ yani bağımsız etiketi altında toplanan bir sanat türü var. Bağımsız yapımlar (özellikle müzik) düşük bütçeyle hazırlanıyor ve buna rağmen oldukça lirik ve duygusal eserler ortaya çıkıyor. Günümüzde bağımsız müzik türünde şarkı yapan bir sürü sanatçı Avrupa’da ve ardından Amerika’da popülerleşiyor. Coldplay, Florence and the Machine, LCD Soundsystem bu türde ün kazanmış isimler. Ayrıca sanatın daha özgürleştiğini söylemek de mümkün. Kişisel hakların gelişmesiyle artık sanatçılar istediği düşünceyi baskı altında olmadan belirtebiliyor.
Tüm bu verdiğim örneklerin yanı sıra “Yanlış jenerasyonda doğdum” ifadesinin sahiplerini de burada savunmasak olmaz. Birçok konuda haklılar çünkü zamanımızın sanat gündemi akıl almaz derecede problematik. İlk sorun sanat ve eğlence sektörünün ayrışamaması. İlk paragrafta vurgulamak istediğim, aksiyon filmlerinin, auto tune’lu şarkıların, vampir kitaplarının sanattan çok eğlence sektörünü kapsadığı. Hiçbirinde sosyal veya kişisel bir alt mesaj yok çünkü hepsi daha çok kitleyi eğlendirmek amaçlı. Herhangi bir Paul Auster kitabıyla çok satan Alacakaranlık serisinin ‘edebiyat’ etiketiyle aynı çatı altında bulunmasını yanlış buluyorum. Müzik sektöründe yılın en büyük isimlerine bir göz atalım: Britney Spears, Adele, Lady Gaga. Adele’nin Britney Spears ile aynı kategoride yarışması sizce mantıklı mı? Biri tümüyle şarkının ritmiyle, şovuyla, dansıyla, müzik klipleriyle, fotoğraflarıyla başarıya ulaşırken diğerinin tek özelliği sesi ve yarattığı söz ve müziği... Belki de bu yüzden eğlence sektörüne giren birçok eserin sanat diye pazarlanmasıyla, rafine sanat anlayışı azalıyor. Bu kafa karışıklığı sadece halk arasında değil, eleştirmenler içinde de yaşanmaya başladı. Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde Karayip Korsanları’nın gösterilmesi de bunun bir örneği.
Düşündüklerimi özetlemek gerekirse, günümüz jenerasyonunun sanat gündemi bir hayli karışık. Bazı konularda sanat altın çağını yaşarken bazı konularda ise son derece olması gerekenden uzak. Sanatın globalleşmesi, bağımsız sanatın ortaya çıkması ve sanatın özgürleşmesi çağımızın pozitif yanı iken eğlence sektörünün sanatın içinde yer alması negatif yanı. Sanatseverler olarak bize düşen görev doğru sanatı algılayabilmek ve bunun keyfini çıkarmak. Yanlış jenerasyonda doğmaktan çok, keşif gerektiren bir jenerasyonda doğduğumuzu düşünüyorum çünkü...