Üç sayısını ve üçlemeleri, gerek sanatta gerekse felsefede, sevmişimdir hep ezelden beri. Ancak sanki bir tanesini hepsinden biraz daha fazla seviyorum: ruh, zihin, beden.
Çünkü bu üçleme aynı zamanda “Bir”dir ve doğanın mucizevi, sınırsız yaratıcılığını içinde barındırır.
Bilirsiniz muhakkak, bir kadının hayatında 40 yaş oldukça kilittir. Sebebi ise tamamen hormonsal! Çünkü östrojen bu yaşta son bir kez tavan yapar ve kadına anne olmak istiyorsa elini çabuk tutması gerektiğini hatırlatır. Ve bu hatırlatmayı çok ilginç şekillerde yapar. (Neyse bu ayrı bir yazının konusu…) Veee bir de ruhunuz ve zihninizle biraz daha üretkenseniz doğal olarak bedeniniz de aynı derecede üretken olmayı ister. Siz bir kadın olarak bedeninizin üretim talebini reddedip, çocuk yapmazsanız o sizin yerinize rahminizin tüm yaratıcılığını kullanıp üretir, benimkinin yedi yıl önce yapmaya başladığı gibi.
Geçen hafta beklenmedik bir şekilde “beşiz miyomlarım pürü pak” doğdu. Bu doğum ve temizlik operasyonunda kendimi Op. Dr. Nevin Şençoban’ın güvenli ve ehil ellerine teslim ettim. Anestezi ve reanimasyon uzmanı Dr. Çilsem Sevgen Demirtaş ile çok derin bir uykuya daldım ve çok keyifli uyandım. Ameliyatların isimsiz kahramanları hiç kuşkusuz ameliyat hemşireleri ve teknikerleridir. Buradan özellikle bir tanesine, sağ kolumdaki damar yolunu açan teknikere, sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Benim görünmekle birlikte oldukça derinde ve ince olan bir tane damar yolum sol kolumda yer alıyor. Bir tane de sağda var, ama biraz çetrefilli bir konumda. Başka da yok! Soldaki tıkandı. Sağdakini sevgili tekniker, görmeden, hissederek buldu ve damar yolunu açtı. Kolumda bir gıdım morarma vs. yok! Diyeceksiniz ki işi bu, herkes işini bu kadar iyi yapsa dünyanın hali başka olmaz mıydı? Bir de bu ekip beni kırmayıp, Bach’ın viyolonsel süitleri eşliğinde yaptı ameliyatı!
Beni en hızlı şekilde ayağa dikmek, neşemi yerine getirmek için şefkat ve ihtimamlarını esirgemeyen başta sevgili Başhemşire Seçim Demirkaya olmak üzere serviste görevli tüm hemşire ve hastabakıcılara, 3 gece boyunca başımda bekleyip, yemeğimi ağzıma verip, koluma girip yürüyüşlerimi yaptıran Şükran Hanım’a, tüm sürece başından sonuna hakim olarak yalnız benimle ilgilenmekle kalmayıp, ailemin de yüreğine su serpen Başhekim Op. Dr. Tunç Çelebi’ye ne kadar teşekkür etsem az. İşletmenin bir diğer isimsiz kahramanları da hiç kuşkusuz yatış ve taburcu işlemlerimi ruhum duymadan gerçekleştiren Aynur ve Semra Hanımlar…
Burası neresi mi? İstanbul’da, Balat’ta. Babamın 1975-1982 yılları arasında yönetim kurulunda aktif olarak çalıştığı, gece teftiş baskınlarına giderken beni de götürdüğü Balat Or-Ahayim hastanesi. Sadece gurur duydum. Bir kez daha anladım ki bir şey gerçekten, gönülden isteniyorsa er ya da geç oluyor. Tüm emeği geçenlerin ellerine sağlık, tarih yazılmaya devam ediyor, hayal etmeye, yaratmaya ve üretmeye devam!