Ağa Takılanlar

Nazi Almanyası’nın lideri Adolf Hitler’in II. Dünya Savaşı’nda Yahudileri gaz odalarında öldürdüğü, fırınlarda yaktığı, ölülerin yağlarından sabun yaptığı bilinirken, şampuan reklamında Hitler’e yer verebilmek için nasıl bir zihniyette, ruh halinde olmalısın? Hiç mi acıdan nasiplenmedin ki, bağ kuramayasın. KARİN KARAKAŞLI

Diğer
19 Nisan 2012 Perşembe

 

  • NAZİ ALMANYASI’NIN LİDERİ ADOLF HİTLER’İN II. DÜNYA SAVAŞI’NDA YAHUDİLERİ GAZ ODALARINDA ÖLDÜRDÜĞÜ, FIRINLARDA YAKTIĞI, ÖLÜLERİN YAĞLARINDAN SABUN YAPTIĞI BİLİNİRKEN, ŞAMPUAN REKLAMINDA HİTLER’E YER VEREBİLMEK İÇİN NASIL BİR ZİHNİYETTE, RUH HALİNDE OLMALISIN?

Nazi Almanyası’nın lideri Adolf Hitler’in II. Dünya Savaşı’nda Yahudileri gaz odalarında öldürdüğü, fırınlarda yaktığı, ölülerin yağlarından sabun yaptığı bilinirken, şampuan reklamında Hitler’e yer verebilmek için nasıl bir zihniyette, ruh halinde olmalısın? Hiç mi acıdan nasiplenmedin ki, bağ kuramayasın.

Söz konusu reklamın arkasında kendini “Meydan okuyan markaların ajansı” olarak tanımlayan M.A.R.K.A.’nın Başkanı Hulusi Derici var. Derici’nin daha önceki reklamları da çocuk istismarından, kadına şiddete tacizden en sakil pornografik çağrışımlara geniş bir yelpazede sinir tellerinde raks ediyor. İyi de bir de bu reklamların müşterileri var, yayıncıları var değil mi? Allah için, hiçbiri mi bir tuhaflık görmüyor?

Düşmanlık körükleyen ders kitapları, farklı etnik, dini toplulukları hedef gösterene köktendinci ve aşırı sağcı yayınlar, anaakımın popülizme gönül indirme hevesiyle körüklediği ayrımcılık ateşleri, sanki bunların hepsi başka bir coğrafyanın ve tarihin sorunu. Oysa faşizm bir dip dalga olarak her gün, her ân kıyılarımızı vuruyor.

...

Hayatın kurgularını hiç hafife almaya gelmez. Öyle çakışmalar, karşılaşmalar yaratır ki, edebiyat bazen ona ancak arkadan yetişebilir. Reklamdan gözlerimi alıp kucağımdaki kitaba döndüğümde, kapağında koca kara gözleriyle dalgın dalgın bakan adamdan utandım. Kuzey Romanya’nın Bukovina bölgesinde, Cernauti’de Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğan ve Nazi işgali döneminde 1942’de anne ve babasını toplama kamplarında yitiren Alman dilinin en usta şairlerinden Paul Celan’dı o adam. Kendisi de o yıllarda gettoda hapis hayatı yaşamış, çalışma kamplarında tutulmuş ve ailesini kurtaramamanın acısını, suçluluk duygusunu bir ömür içinde taşımıştı. Dahası, anadili Almanca idi. Ama yine aynı dilde annesinin katlinin de emri verilmişti. Celan, köklerinden koparıldığı hayata, şiiriyle tutundu. Yaşatılanın tarifsizliği karşısında, o güne kadar hayran olduğu köklü Alman sanatının bütün geleneksel kalıplarını reddederek yeni bir dil yarattı. Bach’a, Rilke’ye, Goethe’ye selam eden Ölüm Fügü şiiri başlıbaşına bir kült oldu. Öldürülmeden önce mezarlarını kazıyan ve bir de emir üzerine şarkı söyleyen, keman çalan Yahudilerin o kan donduran görüntüleri eşliğinde içindeki Alman ve Yahudi mirasının bir daha birleşmemek üzere parçalanışını iki kadın üzerinden simgeleştirdi. Alman Margarete ve Yahudi Sulamith, biri altın diğeri küle dönmüş saçlarıyla şairin cehennemini bize ulaştırdılar. Sayısız sinir krizi sonrası 49 yaşında Seine nehrine atlayarak intihar ettiğinde aslında yıllar öncesinin ölüm döngüsünü tamamlamış oluyordu. Tek bir farkla, şimdi biz yaşadığı ve yarattığı yıllar sayesinde o cehennemin sesine sahiptik. O damıtılmış ses Ahmet Cemal’in çevirisiyle hepimize seslenirken, Celan reklamı görmesin diye kapağı kitabı kalbime bastırdım…

Karin Karakaşlı

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1084420&CategoryID=42

 

  • AZINLIĞI BOL OKULUMUN 'GÖRECE İDEAL' ORTAMINDA KANDİL ÇÖREĞİNDEN PASKALYA YUMURTASINA, HAMURSUZA DEK HER 'GELENEK' ORTAKTI BİZDE. BİR ARADAYDIK AMA İLLE BİRBİRİMİZE BENZEMEMİZ GEREKMİYORDU. ÇEŞİTLİLİĞİMİZDİ EN ORTAK NOKTAMIZ

Geliyorum, meselenin diğer yüzüne. Devletin resmî ideolojisinin katılığıyla baktığımız Müslüman kimliğimize. Azınlığı bol okulumun 'görece ideal' ortamında Kandil çöreğinden Paskalya yumurtasına, hamursuza dek her 'gelenek' ortaktı bizde. Bir aradaydık ama ille birbirimize benzememiz gerekmiyordu. Çeşitliliğimizdi en ortak noktamız.

Sonra 'hayat' başladı ve ayrıştık. Fark ettim ki, modern ve seküler bir cehalet içinde Müslümanlığımızdan mahcup olmak durumunda kaldığımız dönemlerdeydik henüz. Dine, dinî geleneklere yabancıydı birçoğumuz. İşte bu zihinaltıyla büyüyen kuşaklar yıllarca üniversiteye başörtüsüyle girilirse diğerlerinin de 'kapanacağından' korktu.

Dediğim gibi, sadece Ermeni'yi, Rum'u 'yabancı' addedip kalbimizi soğutmakla kalmadık kendi topraklarında. Kalbimizi Müslüman'a da 'yabancı' bıraktık.

Süryanilerden, Ermenilerden, Rumlardan ve hatta Yahudilerden temizlediğimiz bu 'steril' topraklarda homojen, tekil, tekçi bir kültür, bir zevk inşa etmeyi denedik durduk. Fakat ironik biçimde, 'kendi'mize ait dediğimiz Müslüman geleneklere ve dinîi değerlere de 'bîhaber' kaldık.

Şiirin, müziğin, tezhibin, mimarinin ve her türlü zevk ve sanatın filizlendiği, kültürün yükseldiği, insanların şevk ile 'sevgili'liğe yolculuklarını yarım bıraktık. Kopardık kendimizi kökümüzden.

Eğer buralı 'azınlık'ların bayramlarını, dini yaşama biçimlerini, inanç medeniyetlerini paylaşıyor olsaydık, kendi dinini hayatının bütünlüğü içinde algılayıp yaşamaya çalışan kendi Müslümanlarımıza da daha kalpten bakardık.

Leyla İpekçi

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1271278&title=yerli-azinliklar-ve-yabanci-biz

 

  • ALMAN HEM DE NAZİ GENÇLİĞİNDEN GELEN BİR ALMAN OLDUĞU İÇİN GRASS’IN YAPTIĞI TAM BİR TABU YIKICILIKTIR!

Grass’ın İsrail’e karşı sesini yükseltmesi 2 açıdan önemli: 1) Grass herhangi bir Batılı ülkeden değil. Alman. Almanya 2. Dünya Savaşı'ndan sonra hükümsüz bir ülke olmakla kalmadı, aydınlarını, düşünürlerini de mecburi sessizliğe itti. Yahudi soykırımı konusunda en büyük özeleştiriyi yaptı ve yapıyor ama bu hassasiyet nedeniyle Almanya kendini İsrail'e karşı kör ve sağır olmak zorunda hissediyor. Geçmişlerindeki Nazilerin günahı onları İsrail'in zulümlerine karşı dilsiz bırakıyor. 2) Grass için başka bir unsur daha var. Sadece Alman edebiyatçı olarak Yahudi soykırımdan sorumluluk hissetmekle kalmıyor, aynı zamanda gençliğinde Nazi sempatizanı olduğunu da biliyoruz. (Bunu kendisi yıllar sonra itiraf etti ve 'Soğanı Soyarken' adlı kitabında da Nazi geçmişiyle hesaplaştı)

Kısacası Alman hem de Nazi gençliğinden gelen bir Alman olduğu için Grass’ın yaptığı tam bir tabu yıkıcılıktır!

Nagehan Alçı

http://www.aksam.com.tr/vurun-gercege-6187y.html

 

  • GRASS’A GÖSTERİLEN TEPKİLERİ TİPİK BİR ALMAN REFLEKSİ OLARAK NİTELENDİRİP YAZARIN İSRAİL’İ ELEŞTİRDİĞİ İÇİN “ANTİSEMİTİST” GÖSTERİLEMEYECEĞİNİ KAYDEDENLER DE VAR. ANCAK AZINLIKTALAR

Şiir yayınlanır yayınlanmaz âdete kıyametler koptu! İsrail Grass’ın ülkeye girişini yasakladı! Alman medyası ünlü yazarı adeta linç etti/etmeyi de sürdürüyor. Hakeza Alman siyasiler de Grass’a saldırmak için sıraya dizilmiş vaziyette.

Grass’ın anti semitistliğinden tutun da yaşlı bir adamın elindeki ‘son mürekkeple’ güya bir tabuyu kırmak zorunda olduğuna inanan psikolojik bir vaka oluşuna, şan şöhret için yazıyor olmasından, megolamanlığına kadar envai çeşit başlık ve yorumlar ardı ardına sıralandı.

Grass’a gösterilen tepkileri tipik bir Alman refleksi olarak nitelendirip yazarın İsrail’i eleştirdiği için “antisemitist” gösterilemeyeceğini kaydedenler de var. Ancak azınlıktalar.

Almanya'da savaşın üzerinden 67 yıl geçmesine rağmen İsrail’e açık eleştiride bulunmak hâlâ bir tabunun kırılması anlamına geliyor. Grass'a destek verenlere göre Almanların geçmişi ve Yahudi Soykırımı susmak için bir neden olmamalı. Tam tersine, bu geçmiş, hoş görülemeyecek şeyler olmaya başladığında sesini yükseltme yükümlülüğü getiriyor.

Ne gam! Tepki ve suçlamalar o derece arttı ki Grass yanlış anlaşılmak istenmediğini, İsrail'i değil İsrail'in devlet politikalarını eleştirdiğini, İsrail'e en fazla zarar verenin Netanyahu olduğunu ve bunu şiirinde daha net belirtmesi gerektiğini belirterek eleştirilerin şiddetini azaltma yoluna gitti.

İbrahim Varlı

http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1280068080&news_code=1334057699&year=2012&month=04&day=10

 

  •  “SURİYE’DEKİ REJİMİN YIKILMASI HİZBULLAH İÇİN ÖLDÜRÜCÜ BİR DARBE OLACAK.” SONRA İŞİ PAZARLIĞA GETİRMİŞ VE ESAD’A “HEM HİZBULLAH, HEM DE GOLAN TEPELERİ OLMAZ, İKİSİNDEN BİRİNİ TERCİH ETMELİSİN”

İsrail Cmhurbaşkanı Şimon Peres, Genelkurmay Başkanı ile beraber ziyaret ettiği işgal altındaki Golan tepelerinde işgalci İsrail askerlerine bir konuşma yapmış.

 Bakın bu konuşmada İsrail cumhurbaşkanı neler söylemiş.

 Perez şöyle başlamış: “Suriye’deki rejimin yıkılması Hizbullah için öldürücü bir darbe olacak.” Sonra işi pazarlığa getirmiş ve Esad’a “Hem Hizbullah, hem de Golan tepeleri olmaz, ikisinden birini tercih etmelisin” demiş.

 Nasıl, şaşırdınız mı? Niçin şaşırıyorsunuz ki? İsrail bu amacını ta başından beri hiç saklamadı ki.

 Görünen o ki bizim Esad’a yaptığımız her baskı, İsrail’in pazarlık gücünü artırmaktan başka bir şeye yaramıyor.

İsrail’in bölgeye dönük hesapları ortada. Bu hesaplarını gerçekleştirmeye çalışırken takındığı pervasız, kural tanımaz tutum da. Bölgeyi işgal edip huzursuzluğa boğan İsrail'e bugün set olabilecek neredeyse tek yapı Lübnan Hizbullah’ı. Hizbullah İsrail için neredeyse İran’dan sonra en caydırıcı güç.

 Hizbullah’ın ortadan kalkması İsrail için öncelikli mesele. Suriye’deki rejimin bu şekilde hırpalanmasının asıl amacının Hizbullah olduğu daha önce defalarca da yazıldı, söylendi, hatta karikatürü bile çizildi.

Levent Gültekin

http://www.gazeteciler.com/levent-gultekin/bakin-israil-cumhurbaskani-neler-soylemis-701y.html

 

  • BU EKSİK, ÇARPITILMIŞ, DEVLET RESMİ TEZLERİ İÇİNDE ŞEKİLLENMİŞ ANLATI, YAHUDİLERİN TÜRKİYE’DEKİ VARLIĞINI, “TÜRK ULUSUNUN İNSANCIL HOŞGÖRÜSÜ”NE ARMAĞAN EDİYOR; AYNI İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİNİN VARLIKLARINI ‘TÜRK VARLIĞI’NA ARMAĞAN ETMESİ GİBİ, UYSA DA EDİYOR, UYMASA DA

Ufak sergi salonundaki anlatı, en son ‘Türk Pasaportu’ filminde de anlatılan bildik hikâyeyi, Holokost’tan kaçan Yahudilerin Türk Büyükelçiler tarafından kurtarıldığını, Türkiye üniversitelerinin Yahudi Profesörleri ağırladığını anlatarak bitiyor. “Aynı anda Avrupa’da” başlıklı pano, toplama kamplarında esir düşenleri gösteriyor, “aynı anda Türkiye’de” olanların gayet iyi olduğu konusunda yüreğimizi ferahlatarak. Oysa Türkçe’de yeni yayınlanan ‘Türkiye, Yahudiler ve Holokost” kitabında Corry Guttstadt’ın anlattığı gibi, Türkiye o dönemde Avrupa’da yaşayan yaklaşık 5000 Türkiye Yahudisini vatandaşlıktan çıkartmış, bunlardan 3000’i toplama kamplarına gönderilmişti.  1942’de, Nazi zulmünden kaçan yüzlerce Yahudi’yi taşıyan SS Struma gemisi aylarca Boğaz’da bekletilmiş, yolcuların karaya çıkmasına izin verilmemiş, motoru bozulan gemi İstanbul’dan çıkartılıp başıboş bırakıldıktan birkaç saat sonra Sovyet torpidolarınca patlatılmıştı. Yine aynı yıl çıkartılan Varlık Vergisi, ‘milli burjuva’ yaratmanın bir aracına dönüşmüş, Yahudiler, diğer Müslüman olmayan azınlıklarla beraber varlıklarından edilmiş, birçoğu sürgüne gönderilmişti. Müze’de bunlar olmadığı gibi, Avrupa’da Türk Büyükelçiler tarafından kurtarılabilecek Türkiye vatandaşı Yahudiler olmasının sebebi de anlatılmıyor. Başta 1934’teki ‘Trakya Olayları’, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan birçok olay Türkiye Yahudileri’ni daha güvende olacaklarını düşündükleri Avrupa’ya göçe zorlamıştı.

Bu eksik, çarpıtılmış, devlet resmi tezleri içinde şekillenmiş anlatı, Yahudilerin Türkiye’deki varlığını, “Türk ulusunun insancıl hoşgörüsü”ne armağan ediyor; aynı ilköğretim öğrencilerinin varlıklarını ‘Türk Varlığı’na armağan etmesi gibi, uysa da ediyor, uymasa da. Aslında başka hiçbir lafa gerek yok. Binanın tarihçesinde 1985’e geldiğimizde, “çevrede ikamet eden cemaat yokluğundan” sinagogun kapandığını öğreniyoruz. Türk sevdi mi böyle seviyor işte, sevilcek insan kalmayana kadar seviyor, bu sevgi seline hiçbir cemaat dayanamıyor.

http://birkisgecesi.blogspot.com/2012/04/turk-pasaportumusevi-muzesi.html

 

  • BİZ SURİYE’YLE O KADAR İYİYMİŞİZ Kİ İSRAİL BİLE ÖVERMİŞ!

Bir varmış bir yokmuş.

Gazetelerde şöyle haberler çıkarmış:

“İsrail’in önde gelen gazetelerinden Haaretz, ‘Esad uluslararası saygınlığı kazanmayı nasıl başardı’ başlıklı geniş bir analizde 8.5 yıldır Suriye’yi yöneten Beşar Esad’ın, uluslararası alanda giderek ‘saygı’ kazanmasının arkasındaki faktörleri değerlendirdi. Gazete, bu çerçevede ‘Başbakan Ehud Olmert, Türk arabulucu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yardımıyla hevesli bir biçimde Esad’a kur yapıyor. Kendisi ile buluşmak için Avrupa liderleri sıraya girdi. ABD başkanı olarak seçilen Barack Obama’ya yakın olanlar da, Suriye’yi, bölgedeki yeni bir güç dengesinin temeli olarak görüyor’ yorumunu yaptı.

Gazete, Olmert’in barış çabalarında Türkiye’nin etkisinin altını çizdi.” (Yeni Şafak, 15 Nisan 2007)

Biz Suriye’yle o kadar iyiymişiz ki İsrail bile övermiş!

O derece...

Kanat Atkaya

http://www.hurriyet.de/haberler/yazarlar/1171503/dusmeyecektin-suriye

 

  • AVRUPA BASINININ BARBAR-SOYKIRIMCI DEDİĞİ TÜRKLERE; BU MİLLETİ TANIYAN BİR YAHUDİ BÖYLE DİYOR

1912 Ekim'inde Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ birleşerek Avrupa'nın desteğiyle Osmanlı topraklarına saldırıyor. Balkanlarda yüz binlerce sivil Türk katlediliyor. Bulgarlar Çatalca'ya kadar geliyorlar. Devleti yöneten padişahçı Hürriyet ve İtilaf Partisi çaresiz. Avrupalılar; Türklerin elinden Anadolu'yu bile alarak onları sürmeyi açık açık konuşuyorlar. Böyle bir ortamda bu milletin onurunu koruyanlardan birisi Pierre Loti. Ona; 1912 sonlarında bir Yahudi şöyle bir mektup yolluyor: 'Hz. İsa adına işkencelere uğrayan binlerce İspanyol Yahudi'sinin Türkiye'ye göç etmiş olduklarını ve burada kimsenin onları rahatsız etmediğini herkes biliyor. (...)Maalesef gereği kadar tanınmamış olan bu şerefli milletin varlığını vazgeçilmez bir hale getiren sebeplerin hepsini yüksek sesle söyleyiniz. Kendi isteğinizle oralarda oturmuş olan siz, ruhunuzun irade, iman, iyilik, doğruluk, yiğitlik ve rahatlık yönlerinden ne kadar tatmin edilmiş olduğunuzu söyleyiniz. Fakat yalvarırım, (...)  Türkiye'yi sevenler, henüz onu bir ölü sayarak ağlamak hakkına sahip değildirler. Ümit edelim ki, o hiç ölmeyecektir.  Eğer bir gün o müthiş şey olursa yalnız o zaman ağlayacağım. (...) Asya'yı da onlardan alacakları söyleniyormuş. Ah! Bahtsız insanlar. (...)Yıllardır İstanbul'dan ayrılmış bulunuyorum. (...) O zamanlar bilmiyordum ki Türkler arasında yaşayanlar, onları hayatları boyunca severler.'

Avrupa basınının barbar-soykırımcı dediği Türklere; bu milleti tanıyan bir Yahudi böyle diyor. Aynı olumlu duyguları bu milletin bazı evladı kendi milleti için bugün dile getirebiliyor mu? Ne gezer? Öyle diyeni hemen faşistlikle suçlayıp susturuyorlar.

Rıza Zelyut

http://www.gunes.com/2012/04/13/yazar/2262/riza_zelyut/pierre_loti_yi_oku_trt_muduru.html

 

  • ALFRED ROSENBERG İSE HER NE KADAR FELSEFEYLE VE HATTA SPİNOZA’YLA YAKINDAN İLGİLENSE DE, KİŞİLİĞİNDEKİ ZAYIF NOKTALAR KENDİNİ ÇOK HIZLI BİR BİÇİMDE ELE VERİYOR. KÖKLERİNDE BELKİ DE BABA FİGÜRÜNE DUYULAN İHTİYACIN OLDUĞU, HİTLER KARŞISINDAKİ O DERİN ACİZLİK ÖNEMLİ BİR İPUCU

Tarihte iki kişilik. Aralarında yaklaşık 300 yıl var. Biri 1600′lerin ortasında yaşamış, Aydınlanma’nın temelini atmış, saf aklı savunmuş bir filozof; Spinoza. Öteki, 1900′lerin ilk yarısında yaşamış, Yahudi köklerini reddeden iflah olmaz bir ırkçı, Nazi Subayı Alfred Rosenberg.

Psikiyatrist ve romancı Irvin Yalom bu iki tarihi kişiliği “zamansal ve mekânsal” anlamda olmasa da, paralel bir kurgu içinde buluşturmuş. Spinoza Problemi’nin üstündeki “Nazi Subayının Paradoksu” başlığı, bu iki ismin nasıl bir araya geldiğini öğrenme konusunda insanı âdeta kışkırtıyor…

İki isim arasındaki zıtlıktan önemli bir felsefi problem yakalamış Yalom. Hatta varoluşsal bir problem desek daha da doğru olacak. Psikiyatrist olmanın da avantajlarıyla, insanın varoluşuna ilişkin temel problemlerini irdelemekte usta bir romancı Irvin Yalom. Bu ustalığını, Spinoza’nın özbenliğini nasıl oluşturduğu, tarihte oynadığı rolle de ilişkilendirerek göstermiş. Aynı ustalığı, Rosenberg’in varoluşsal sorunlarını temelden sarsan kişiliğini, paradokslarını irdelemekte de göstermiş. Bunu yaparken de yine, Roserberg’in tarihte oynadığı rolle bağları sıkı sıkıya dokumuş.

Aslında iki karakterin önümüze koyduğu temel problem aynı. Bir insanı birey yapan nedir? Belki de “özne yapan nedir” diye sormalı soruyu. Çağının çok ilerisinde bir filozof olmasını buna borçlu olan Spinoza, yaşadığı dönemde içinde bulunduğu Yahudi cemaatinin katı kurallarına rağmen, din ve Tanrı kavramı üzerine düşüncelerini cesaretle açıklayabilmiş bir isim. “Tanrı’nın insanı kendi suretinden değil, insanın Tanrı’yı kendi suretinden yarattığını” söyleyebilecek kadar “ileri gitmiş”. Bunun bedelini ödemeyi göze almış ve sonunda da zaten Yahudi cemaatinden aforoz edilmiş. Bu göze alışın altında kuşkusuz, sağlam bir özgürlük tarifine sahip olmak kadar, kendi vicdanı dışında başka hiçbir otoriteye itaat etmeme kararlılığını gösterebilmek de var. Belki de en çok bu var.

Alfred Rosenberg ise her ne kadar felsefeyle ve hatta Spinoza’yla yakından ilgilense de, kişiliğindeki zayıf noktalar kendini çok hızlı bir biçimde ele veriyor. Köklerinde belki de baba figürüne duyulan ihtiyacın olduğu, Hitler karşısındaki o derin acizlik önemli bir ipucu. Kendini, kendi vicdanı ve aklıyla değil, başkalarının bakışlarıyla değerlendiren ve her olumsuz yargıda bunalımın dipsiz kuyusuna yuvarlanan bir “çocuk”tan söz ediyoruz. Aşağılık kompleksi ile üstün insan teorilerinin nasıl bir sarmal oluşturduğunu anlıyoruz. Otorite karşısındaki tabiyet, bir cemaate ait olmak; hepsinin kaynağında kişinin “birey/özne olamayışını” görüyoruz.

Irmak Zileli

http://www.irmakzileli.com.tr/2012/04/13/kok-dediginiz-nedir-ki/

 

  • ALMANYA TARİHİNİN BU KARANLIK DÖNEMİNİ ARAŞTIRAN TARİHÇİLER, FUTBOLCULARIN KADERİ İLE MAÇIN SONUCU ARASINDA BİR BAĞLANTI OLUP OLMADIĞINI BULMAYA ÇALIŞIYOR

Bugün de Kiev’in en başarılı takımlarından biri olan Dinamo oyuncularının da aralarında bulunduğu Ukraynalı futbolcular 1942′de Nazi Almanyası’nın futbol takımını yendiler. Ukraynalılar maçı 5 – 3 kazandı. Bugün ”ölüm maçı” olarak anılan maçtan sonra takımın oyuncularından 9′u tutuklandı. Tutuklananlardan biri kısa süre sonra gözaltında öldü. Üçü ise 6 ay sonra bir toplama kampında vuruldu. Almanya tarihinin bu karanlık dönemini araştıran tarihçiler, futbolcuların kaderi ile maçın sonucu arasında bir bağlantı olup olmadığını bulmaya çalışıyor. Alman araştırmacılar 7 yıl önce böyle bir bağlantıyı gösteren bir kanıt bulunmadığı sonucuna vardılar. Ancak Rus yapımı yeni bir film tartışmaları bir kez daha gündeme getirdi. Ölüm maçını konu alan ”Maç” isimli yeni film, Ukraynalı futbolcuların Nazilere karşı gösterdiği başarıyı milliyetçi bir bakış açısıyla anlatıyor. Ukraynalı futbol uzmanı Valentyn Serbatchev ”Cepheden dönen Nazi askerleri izleyicilerin önünde futbol oynama şansını buluyordu. Ancak Naziler Dinamo oyuncuları gibi profesyonel değillerdi” dedi. Serbatchev Dinamo oyuncularının tarihi maçta gösterdiği başarıyı bu duruma bağlıyor. Inter film dağıtım şirketinden Kuhrusryna Matskiv ”Yönetmen ve prodüktörler filmin vatanseverlik ile ilgili olduğuna karar verdiler. Bu Dinamo Kiev futbol takımı ile ilgili vatansever bir film. Peki ya tarihi gerçekler?” dedi. Maçın sonucunun gerçekten Ukraynalı futbolcuların ölümüne neden olup olmadığı yeni filmin prodüktörlerinin ilgisini çekmiyor gibi görünüyor. Zaten öyle bir bağlantı olsun ya da olmasın birçok Ukraynalı oyuncuların cesaretlerinin hatırlanmayı hakettiği görüşünde. Ancak Ukraynalı yetkililer Euro 2012 nedeniyle birçok futbol taraftarının Ukrayna’da ağırlanmasının beklendiği bu günlerde milliyetçiliğin tetiklenmesinden rahatsız. 1942′de ölüm maçının oynandığı stadyum, Euro 2012 maçları için hazırlanan modern stadyumlarla kıyaslandığında oldukça bakımsız. Almanya milli takımının da katılacağı Euro 2012 maçlarının geçmişin gölgesinde kalmasını istemeyen uzmanlar, filmin turnuva öncesinde milliyetçi duyguları kabartacağından endişe duyuyor. Ukraynalı yetkililer filmin gösterime girip girmeyeceği ile ilgili son kararı Mayıs ayında verecek.

http://www.bahisgazetesi.com/olum-maci-sonlari-mi-oldu/

 

  • EĞER BİZ YAHUDİ KARŞITIYSAK, İLİŞKİLERİMİZİN EN İYİ DÜZEYDE OLDUĞU ZAMANLARDA DA ÖYLE OLMALIYDIK. TÜRKLERİN KÜLTÜRÜNDE YAHUDİ KARŞITLIĞI YOKTUR, BUNU ASLA KABUL EDEMEM

Yahudi dostlarımıza, İsrailli dostlarımıza naçizane önerim, attığımız her bir adımı Yahudi karşıtlığı perspektifiyle yorumlamaktan kaçınmaları. Yahudiler ve İsrail halkıyla hiçbir sorunumuz olmadı. 2009 yılındaki Gazze operasyonundan hiç bahsetmiyorlar, (Mavi Marmara baskınında) vatandaşlarımızı öldürdüklerini hatırlamıyorlar. Bu adil değil. Ben ilişkilerimiz zirve noktasındayken İsrail’de büyükelçiydim ve o dönemde de Türkiye’de aynı hükümet vardı. Peki o zaman ne değişti? Eğer biz Yahudi karşıtıysak, ilişkilerimizin en iyi düzeyde olduğu zamanlarda da öyle olmalıydık. Türklerin kültüründe Yahudi karşıtlığı yoktur, bunu asla kabul edemem. Sorulduğu her ortamda bu beni en çok rahatsız eden soru. Eğer sorular politikalardaki farklı perspektiflere dair olsa, bunu anlarım ve yanıt veririm ama Türkiye’de Yahudi karşıtlığı diye birşey yok.

Namık Tan - Türkiye’nin Washington Büyükelçisi

http://www.turknorthamerica.com/2012/04/tan-kulturumuzde-yahudi-karsitligi-yoktur/

 

  • DOĞU AKDENİZ'İN JEOPOLİTİĞİNİN ÖNÜMÜZDEKİ YILLARDA ÖNEMLİ TARZDA DEĞİŞECEĞİNE HİÇ ŞÜPHE YOK; ZİRA BÖLGEDE YENİ VE ÇOK ÖNEMLİ GELİŞMELER ORTAYA ÇIKIYOR

Diğer yandan, söz konusu gaz yataklarının sadece önemli ekonomik sonuçlar doğurmayacağı, bunların aynı zamanda bazı önemli askerî sonuçlara da yol açacağı da önceden söylenebilir.

Nitekim İsrail'in bu bağlamda önemli askerî adımlar atmaya hazırlandığı, bunun için kaynak ayırmaya başladığı biliniyor. Bunların başında söz konusu Tamar ve Leviathan sahalarının güvenliğini sağlayacak olanlar geliyor. Son haberlere göre, İsrail bu yatakların üzerinde kurulacak sondaj ve çıkarma platformlarına füzesavar sistemleri kuracak ve yerleştirecek. Bunların da ya halen geliştirme aşamasında olan ve orta menzilli füze ve roketlere karşı kullanılacak 'Davud'un Sapanı' adlı sistem ya da deniz hedeflerine karşı kullanılan Barak-8 füze sistemleri ya da her ikisinin olabileceği bugünden söyleniyor.

İsrail bunları bu platformlara karşı yapılabilecek muhtemel saldırılara karşı kullanmayı düşünüyor, planlıyor. Bu bağlamda da akla ilk olarak Hizbullah'ın muhtemel füze saldırıları geliyor. Ayrıca, İsrail, Suriye'nin Rusya'dan aldığı çok etkili olduğu söylenen ve bir süre önce tatbikatlarda denediği öne sürülen deniz hedeflerine karşı kullanılan Yakhont sistemlerinin Hizbullah'a verilmesinden ve bunun platformlarına karşı kullanılabileceğinden endişe ediyor. İsrail'in platformlara yerleştirmeyi düşündüğü füzesavar sistemlerinin uçak ve helikopterlere karşı kullanılabileceğini de yeri gelmişken burada hatırlatayım ki İsrail ile gelecekte havada karşılaşma ihtimali olanlar bunu şimdiden dikkate alsınlar. İsrail, bu füzesavar sistemlerine ek olarak Doğu Akdeniz'in değişmekte olan jeopolitiğini görerek donanmasına 4 yeni savaş gemisi ilave etmeyi planlıyor. Bu gemiler de muhtemel en az muhrip sınıfında olacaklar. Ayrıca, denizaltı alanında da İsrail'in yeni adımlar atması da söz konusu. Bunların dışında muhtemelen bilinmeyen başka adımları, çabaları da elbette var. Bunlar elbette açıklanmayacaktır. Ancak yeni jeopolitiği dikkate alması gerekenlerin bunları da önceden öğrenmesi, hepsine göre tedbirler alması elbette gerekiyor.

Fikret Ertan

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1274083&title=dogu-akdenizin-degisen-jeopolitigi

 

Netten okumalar

  • KARDEŞ AZERBAYCAN'IN SON KAZIĞI – BASKIN ORAN

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1084424&CategoryID=42

 

  • İSRAİL SURİYE’YE NEDEN SESSİZ? – GÜNERİ CIVAOĞLU

http://siyaset.milliyet.com.tr/israil-suriye-ye-neden-sessiz-/siyaset/siyasetyazardetay/12.04.2012/1527129/default.htm

 

  • YAHUDİLER NEDEN İSRAİLİ KÖTÜLERLER – DAN CALİC

http://www.hasturktv.com/yahudilik/3485.htm

 

  • 'İSRAİL'İ HARİTADAN SİLME' EFSANESİ NASIL ÇÖKTÜ? – CEYDA KARAN

http://www.haberturk.com/haber/haber/734376-israili-haritadan-silme-efsanesi-nasil-coktu

 

Netten seyredin

  • ENSEMBLE SALTİEL: SEPHARDİC WEDDİNG SONGS - SEFARDİSCHE HOCHZEİTSLİEDER - SEFARAD DÜGÜN EZGİLERİ

http://www.youtube.com/watch?v=H6om5npXvjc&feature=share

 

  • ESTHER OFARİM - LA VEZİNA CATİNA

http://www.youtube.com/watch?v=4U-6khO10Yg&feature=share

 

  • SEPHARDİC DANCE – MORENİKA

http://www.youtube.com/watch?v=nsbmt-CBiQA&feature=share

 

Eskiler

  • NO MOS KARİŞEYAMOS EN B LOS MESELES DEL HÜKÜMET – YILDIRAY OĞUR

http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=1819&Yildiray_OgUR-No_mos_kariseyamos_en_B_los_meseles_del_hukumet

 

  • HEPSİ VİSKİ YÜZÜNDENMİŞ.. – MUTLU TÖNBEKİCİ

http://haber.gazetevatan.com/hepsi-viski-yuzundenmis/422579/4/Haber

 

Bir tavsiye site

http://www.gadnassi.com/

 

Bir şiir

  • AUSCHWİTZ'TEN SONRA - YEHUDA AMICHAI

http://www.ateslekarsilikveren.com/2012/04/auschwitzten-sonra.html