1988 yılından beri her yıl düzenlenen March of the Living / Yaşam Yürüyüşü’nde, bu yıl da on bir bin kişi tek yürek oldu. Ölüm kamplarının içinden geçerken, herkesin aklında tek bir soru vardı:
NEDEN?
19 Nisan, büyük gün. Her yıl geleneksel olarak yapılan March of the Living yürüyüşü. Otobüsümüzün park alanına yanaşmasından ve bize dağıtılan mavi yağmurlukları giydikten sonra, doğal olarak bir başka havaya büründük. Yüreklerimiz bir, beynimiz ve düşüncelerimiz sadece bir duygu ile kenetlenmiş. Birçok Yahudi, Çingene, homoseksüel ve siyasi tutuklunun acımasızca yok edildiği bir kampın müzeye dönüşmüş koridorlarındayız. Tek soru: “neden?” Gördüğümüz görüntüler, valizler, saçlar, fırçalar ayakkabılar ve birçok diğer belge, böyle akıl almaz bir katliamın gerçekliğinin kanıtı...
On bir bin kişi tek yürek
Polonya saati ile saat 13.00 sularında şofar sesleri ile ‘March of the Living / Yaşam Yürüyüşü’ne başladık. 1988 yılından bu güne kadar her yıl düzenli olarak yapılan March of the Living’e yüz elli bin kişi katıldı. Yirmi beşinci yılı yaklaşırken, bu sene on bir bin kişi, bir yürek olarak, Auschwitz Ölüm Kampından Birkenau Kampına yürüdük.
Birkenau Kampına girerken, tren rayları her yıl olduğu gibi kendi literatürünü yazıyordu. Bizlere dağıtılan küçük ahşap paletlere içimizden gelen duygu ve umutlarımızı yazarak bir zamanlar acımasız trenlerin ezdiği rayların üzerine yerleştirdik. Kampın içinde yürürken, yolun iki yanına koyulan hoparlörlerden bir buçuk milyon çocuğun isimleri okunuyordu. Tören, açılış konuşmasının ardından Ani Maamin ve Es Brent şarkıları ile başladı. Dudu Fisher, geçmiş yıllarda olduğu gibi şarkıları yüreğinden gelen sesi ile okudu. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyau’nun tören için gönderdiği mesajının video ekranından gösterilmesinin ardından, İsrail Hahambaşısı Rabbi Israel Meir Lau konuşmasını yaptı. Ardından yine çocuklar bir kez daha düşünmemizi sağlayan “Eli Eli” şarkısını söylediler. Konuşma sırası İsrail Polis Müdürü Yohanan Danino gelince metnini İbranice ve İngilizce olarak sundu. Holokost’tan kurtulan bir çocuğun yazdığı şarkıyı çocuklar söyledi. Yitirilenlere saygı içeren video gösterisi, Eti Stenzler’in konuşması ile sunuldu. Kamplardan kurtulan Irving Routh ve onu kurtaran Rick Carrier’in sahnede alkışlanmasının ardından Yahudi Partizan Hirsch Glick’in yazdığı şarkı söylendi.
Altı milyon için altı meşale
Sıra altı milyon Yahudi’nin anısına, altı meşalenin yakılmasına geldi. Yunanistan, Güney Afrika, Macaristan ve Türkiye’den bir gencin sahnede yerini alarak, Janusz Korczak ve savaşta ölen çocukların anısına beşinci meşaleyi yaktı. Bu anlamlı görev ekibimizden Cefi Aşkın’a aitti. Söylenecek söz yoktu. Anlamı derin, düşündürücü ve acıtıcıydı. Ale Malei Rachamim ve Kadiş dualarının ardından kamptan ayrıldık. Yüreğimizde halen ruhlarına okuduğumuz duaların tınıları vardı. Ağlamamak için kendimi zor tuttum, ama nafile.
Son sinagog
Yolculuğumuzun son günümüzün planı çok yoğun değildi. Varşova’da kalan tek Nozyk Sinagogu’nu ziyaret ettik. Savaştan sonra yine el birliği ile onarılıp devamlılığı sağlanmış. Savaş öyküsünü dinledim, SS’ler burayı atları için ahır yapmayı düşünmüşler. İnanılması zor. Ama her şeye karşın sinagogun güzel ve yaşanılır fotoğraflarını çekmenin sevinci ile ayrıldım. Eski şehirde yapacağımız son bir gezi yoluna giderken, ‘Piyanist’ filmine konu olan konser salonu, ölen çocuklar anısına dikilen abide ve inşaatı süren savaş müzesinin önünden geçerek son anıları da belleğimize yazdık.
6 milyon insanın kaybının anısına, 6 günlük bir gezi. Yeterli mi? Kesinlikle değil. Zaten bütün amaç bilincimizi yükseltmek, yaşananlardan ders alarak gelecek nesillere savaşın kötü sonuçlarını aktarmak. Gelecek hafta gözlemlerim ve benimle birlikte geziye katılan arkadaşlarımın düşünceleri ile yazıma devam edeceğim.
Yazı ve Fotoğraflar: Alberto MODİANO