Stella M. Trevez’le yeni kitabı ve yazarlık üzerine

2006-2008 yılları arasına çok okunan dört kitap sığdıran yazar Stella M. Trevez’in uzun bir aranın ardından düğümlerle örülü yeni romanı ‘Raya’nın İtirafı’ yine Remzi Kitabevi tarafından raflarda yerini aldı

Dalia MAYA Toplum
8 Haziran 2012 Cuma

Sade, akıcı ve sürükleyici bir dille, okurun her an düğümleri çözdüğüne inandırıp, ardından yanıldığını fark ettiren, heyecan dolu, bir nefeste okunası bu roman yaz aylarının en çok okunanları arasına girmeye aday. Bunun bir göstergesi de daha şimdiden ‘Doğan Hızlan’ın seçtikleri’ arasına girmeyi başarmış olması.

Yaratıcılık nereden gelir? Bir kitabı ele alırsak mesela, yazarı mıdır yaratıcısı? Yoksa roman mıdır seçen yazarını? Nerede, ne zaman başlar yaratıcılık anı? Yürekte mi yazılır? Beyinde mi kurgulanıp oluşturulur tüm detayları ile? Bir kelimenin ya da bir cümlenin zihne düşmesiyle mi çıkılır yazma serüvenine? Yazar kendini mi anlatır her kitabında yeniden, hiç bıkmamacasına? Farklı insanların, uzak diyarların bilgisiyle mi donanır, bütünleşip karakteriyle, yansıtmak için okuruna her duygusuyla bambaşka dünyaların gerçekliğini? Sahi nerede ne zaman başlar yazı serüveni? Beşinci kitabı “Raya’nın İtirafı” romanı yayınlayan Stella M. Trevez’le sizler için görüşürken, ister istemez, bu konuların arasında dolanırken buldum kendimi...

Pamuk helva kıvamında, yumuşacık bir insan Stella M. Trevez. Çocuklarına ve torununa olduğu kadar, yeğenlerine ve çevresindeki herkese ‘anne’ olduğuna o kadar eminim ki… Yazı serüveninde ona yardımları dokunmuş olanları ismen anmadan, bu sohbette onlara da bir yer vermeden edemiyor. Doğaüstü olayları anlattığı ilk kitaplarının yazılmasından evvel tanıştığı, sonradan vefat eden, İsrailli medyum hahamın “yaşamında bir şeyler yazarak başarı elde edeceğini” söylemesinden bahsediyor. Arkadaşı Füsun’dan söz ediyor, çoktan unuttuğu ancak daha bu hafta aslında ona yaşamını yazması gerektiğini söylediği için. İlk kitabının dünyanın dört bir yanında basılmasını sağlayan, üstelik o zamanlar şimdiki başarılı format satış işinin daha düşüncesine bile sahip olmayan, kuzeni İzzet Pinto’nun özverili çalışmalarını dile getiriyor. Herbirine binlerce kez teşekkür etmeyi ihmal etmeden. Ailesi ile sıcak bağlarını, editörü Necla ile nasıl birer arkadaş olduklarını ve bu son romanını ithaf ettiği torunu Semi’yi düşürmüyor dilinden. Ve olumlu ya da olumsuz olsun okur yorumlarına nasıl da önem verdiğini… O kadar sıcak, o kadar cana yakın bir insan. Bir o kadar da mütevazı.  “Ben hep şunu iddia ediyorum. Bende hiç yaratıcılık yok. Ama işte çıkıyor bir şeyler, nasıl çıkıyorsa… Konuyu yakalamam çok zor oluyor. Derler ya yazarlar, şairler gece yatıyorum, rüyamda geliyor gibi… Bana gelmiyor öyle çok çabuk, uzun zaman düşünüyorum. Derken bir konu başlığı yakalıyorum. Detaylar, karakterler, ilişkiler, hiç yok.” Bu noktadan sonra başlıyor Stella’nın yazı macerası. “Ne gibi sırlar olsun, nasıl çözülsün bu sırlar. Bütün bunları uzunca bir zaman düşünüyorum.” Düşünmenin ötesinde uzun soluklu araştırmalar yapıyor yazarımız. “Ben bu kitabı iki senede yazdıysam, inanın bunu yarı süresi, internette araştırma ile geçti. Bu romanda Hintli bir kadını yazacaktım. Bu yüzden, ilk önce Hint aile yapısını inceledim. Aileler nasıl, çocuklara nasıl davranıyorlar? Gördüm ki, Hindistan’da iki kesim var. Bir tarafta çok fakirler, diğer yanda daha zenginler var. Bu araştırmalar sonucunda buldum ki Bombay’da Coloba Causeway diye bir yer var ve orada en zenginler yaşıyor. İki kesim o kadar farklı ki… Bir yerde kadınlar dayak yerken, hiç söz hakları yokken, öbür tarafta kadına, aynen bizim toplumumuzdaki gibi, önem verildiğini gördüm. Çocukların anne babayla ilişkilerini, hikayelerini buldum, okudum. Bu incelemeler sürerken, romanla ilgili fikirler de ufak ufak oluşmaya başladı.”  Tam bu noktada Sevgili kızı Jessica giriyor sohbete  “annem genellikle bir ipucu verir bize, “bir kadın var!” der mesela… Ve o anda karşısındakinden gelen ilk tepkisel cevap romanın ilk kıvılcımını yakar.”. Bu kıvılcım romanın ana temasını oluşturabileceği gibi yazım aşamasında çok ufak bir detaya veya bambaşka bir sonuca dönüşebilir de.”

Çok sade bir dille yazılmış ve su gibi okunan bu roman belli ki akarak da yazılmış. Bilir misin acaba bir kelimeyi yazarken bir sonrakinin ne olacağını? El yazıyor gibi mi olur? “Aynen el yazıyor gibi oluyor. Tek bildiğim romanın çerçevesi. Romanın sonunun nasıl neticelendireceğimi bilirim. Ama sonraki kelimeyi bilmem. Bunu bilmediğim gibi, son anda yeni karakterler de sokarım romana. Oysa fikrimde öyle birileri yoktur. Birden bire böyle bir karakter girmeli işin içine derim ve o anda o karakter oluşur. Bütün bu karakterler bir anda gelir aklıma. Bazan durduramam ellerimi.

Okurken düşünüyorum… Kurmaca bir roman bu. Bir o kadar da gerçek. İkisi çok zıt karakterler olmalarına rağmen, biraz Deborah Stella’dan almış, biraz da Stella Deborah’a dönüşmüş.  “Ben Deborah’ı özlüyorum. Romandaki diğer güçlü karakterlerden aksi, nemrut Tabia’yı o kadar çok seviyorum ki evimizde yaşamasını, benim arkadaşım olmasını istiyorum. Deborah ile aralarındaki aynı can dostu ilişkisini ben yaşayayım. Kendi yaşamımı yazdığım birinci ve üçüncü kitabımda kahramanlar zaten bizlerdik.  Fakat diğer üç kitabımda tüm yazım süreci boyunca ben yarattığım karakterlere dönüşüyorum. O kadar ki, karakter ağlarken gözlerimden yaşlar akıyor. Hatta bazan kendi kendime ‘Stella, kendine gel, bunların hepsini sen uydurdun, hepsi yalan, yok böyle bir şey’ demek zorunda kalıyorum.” Ta ki diğer kitap başlayana kadar

Roman bu şekilde yaşanarak yazılınca, ister istemez sizi de okur olarak sarıp sarmalıyor. Aynı evin bir üyesi imiş gibi okuyorsunuz yaşanılanları… Hem ayrılmak istemiyorsunuz romanın kahramanları ile hayalinizde kurduğunuz sıcak birliktelikten, hem de biran evvel çözümleyip tüm düğümleri, tüm sırları açığa çıkarmak ve rahat bir nefes almak ihtiyacını hissediyorsunuz. Ve merak ediyorsunuz, sonraki kitap ne üzerine olacak diye… “Şu an hayalimde ya 3 ya 5 ciltlik çocuk serisi. Okul öncesi resimleri çocuk kitapları yazmayı düşünüyorum.” Serinin adı bile belli. “Semi’nin Dünyası” “ Fakat bu arada yeni roman için konu arıyorum”. Böylesi bir aşk dolu ve yaratıcı gücü olan bir anneanne nasıl müthiş çocuk kitapları yazacaktır. Bekleyip göreceğiz hep birlikte.

 

 

“Bir kadın var. Hintli. Onun hikâyesi bu. Fakat yaşamı tüm düzenin ve aile içindeki sevgi yumağının dışında nasıl da sırlarla çevrili... Gizem, sırlar, düğümler... Kitabın sonuna kadar, sürekli değişen, değiştikçe dönüşen, yazarı çözüp bizlere sunmasa, okurun belki de hiç aklına gelmeyecek çözümler... Okurken bir yere gelip, kimin kiminle nasıl bir ilişki içinde olduğunu anladığını sanıyorsun, bir süre sonra bir detay geliyor, bakıyorsun anlamamışsın,

hem de hiç...”