65. Cannes Film Festivali’nin son ödüllü filmi “Gerçeklik” oldu. Son iki yazımızı 65. Festivalin ödüllü filmlerine ayırmıştık. Bu yazımızda yarışmanın ikincilik ödülü sayılan Jüri Büyük Ödül sahibi “Reality”ye ayırıp, ödül listesi defterini kapıyoruz.
Düş kırıklığı yaratan bu filmin kaderine, merakla beklenen “Yolda / On The Road” katılıyor. Beat kuşağının ünlü romancısı Jack Kerouac’ın kült eserinin edebi lezzetini vermekten uzak film doyurucu değildi. İlginizi çekecek festival dedikodularını yine “Cannes Notları”nda bulacaksınız.
Son iki yazımızı 65. Cannes Film Festivali jürisinin kararlarına ayırmıştık. Kimsenin itirazı olmadığı ödüllerin yanında, düş kırıklığı yaratan iki filmin ödül listesine sızmadaki itirazımızı dile getirmiştik.
Bunlardan biri olan İtalyan filmi “Reality / Gerçeklik” ile, bu yazımızda ödül listesi defterimizi kapatıyoruz.
Büyük tantana ile gelen, Beat kuşağı temsilcisi Jack Kenouac’ın romanından uyarlanan “Yolda / On The Road” düş kırıklığı yaratan bir başka filmdi.
“Biri Bizi Gözetliyor” Dramı
Cannes’da dört yıl öncesinin Büyük Jüri Ödüllü filmi “Gomorra”da, cesareti ve müthiş sinema diliyle adı akıllara kazınan genç İtalyan yönetmen Matteo Garrone bu yıl da festivalin favorileri arasında yer alıyordu.
Yazarı Roberto Saviano’nun mafyadan ölüm tehdidi almasına yol açan “Gomarra” romanını sinemaya uyarlayıp Napoli mafyasının ipliğini pazara çıkaran Matteo Garrone’nin, bu yıl yarışmadaki tek İtalya filmi “Gerçeklik / Reality” ile aynı şeyi televizyon dünyası için yaptığı söyleniyordu.
Hele filmin kahramanını, iki cinayetten hüküm yiyen, ömür boyu hapis cezası almış bir mahkumun canlandırması, “Garrone hep skandal kovalar” savını doğruluyordu.
Ancak filmi izlediğimizde, televizyon şovlarıyla uyutulan küçük insanların sıradan dünyasına eğilen “Reality”nin beklentileri boşa çıkardığını gördük. Jüri bizimle aynı kanate varmamış olacak ki, yarışmanın ikincilik ödülü sayılan Jüri Büyük Ödülü’ne “Reality”yi layık gördü.
Napoli’de balık satarak ailesini geçindiren, komedyenlik vasıflarıyla herkes tarafından sevilen ve şımartılan Luciano, karısı ve iki çocuğuyla mutlu bir hayat sürmektedir. Çocukların ısrarıyla katıldığı bir reailty show’dan sonra Luciano’nun yaşantısı değişir. Her ne pahasına olursa olsun, (Big Brother programının İtalyan versiyonu olan) “Grande Fratello”ya katılmayı aklına koymuştur. Bu uğurda ailesini ihmal eder, balıkçı dükkanını satar, evindeki eşyaları fakirleri dağıtır, sonunda çok sevdiği karısı evi terk eder.
TV yarışmasına katılıp şöhret olma hayali Luciano’ya pahalıya patlar. Hayallerinin gerçek olması o kadar kolay değildir, televizyonun sunduğu yalan dünya gerçeği, suratına tokat gibi çarpar.
Gerçeklik duygusunu yitiren, giderek sanal bir alemde yaşamaya başlayan kahramanının trajikomik öyküsünde, sinema tarihinde hayal dünyası ile gerçeklerin çatışmasını başarıyla anlatan benzer filmlerle kıyaslanamayacak sönüklükte anlatan Matteo Garrone, “Reality” ile geçer not alamıyor. (“Truman Show” bu türün önde gelen örneği.)
İtalyan sinemasının ihtişamlı 60’lı yıllarından ilham aldığı “Reality”de Garrone, Fellini”nin düşsel ve eksantrik karakterlerinin benzerlerini filmine taşıyor.
Ancak bıktırıcı tekrarlarla gereksiz uzunluktaki filmin hedefine ulaştığını söylemek çok zor.
İyi romandan kötü film
“Yolda / On The Road”, başarılı bir romandan her zaman iyi bir film çıkmaz kuralını doğrulayan filmler kervanına katılıyor. Beat kuşağının ünlü romancısı Jack Kerouac’ın kült eseri “Yolda”yı sinemaya uyarlamak sayısız yönetmenin rüyalarını süslemişti.
Che Guevara’nın Latin Amerika’daki yolculuğunu, “Motosiklet Güncesi / Diaros de Motocicleta” ile başarılı bir şekilde anlatan Brezilyalı Walter Salles, edebi lezzeti tartışılmaz “Yolda”yı, bir ABD-Fransız-Brezilya üstün yapımı olarak sinema uyarlamış.
Bizleri 1940’ların sonu ve 50’lerin başı Amerikasına, bitmek tükenmek bitmez bir yolculuğa götüren bu otobiyografik film, sonraları üne kavuşacak William Burroughs, Allen Ginsberg ve şair Neal Cassady’nin gençlik yıllarını anlatıyor.
Filmin başarılı bir çevre tasarımı ile dönemin atmosferini yansıttığını kabul edelim, ancak 2,5 saatlik filmin doyurucu olamadığını, Jack Kerouac’ın romanının edebi lezzetini veremediğini ilave edelim.
Konuyu kısaca özetleyelim: Yazar olmayı düşleyen New York’lu Sal, babasının ölümünden bir gün sonra karizmatik ve vahşi bir insan olan Dean ile tanışır. Dean, özgün ruhlu, seksi ve güzel bir kadın olan Marylou ile evlidir.
Sal ve Dean arasında hemen bir mutabakat oluşur. Renksiz, tatsız, tuzsuz hayatlarına veda edip, beş parasız olmalarına rağmen, yollara dökülüp, çok renkli ve eğlenceli bir yolculuğa çıkacaklardır. Aralarında Marylou’nun da bulunduğu bu kendilerini keşfetme yolculuğunda, Sal ile Dean, bağımsızlığa susadıklarını, yeni tecrübeler yaşayarak değişik insanlarla iletişim kurarak, düş dünyayla gerçekçi bir temas kurmuş olduklarını görürüz.
Ancak bazı gerçekler acıtıcıdır. Hele Dean’in hayatına giren bütün kadınları felakete sürükleyen duygusuz bir insan olması, erkek kahramanların ilişkilerini zora sokacak.
Filmin müthiş oyuncu kadrosunda, Sam Rily (Sal), Garret Hedlund (Dean) ilk önemlisi sınavlarından yüzlerinin akı ile çıkıyorlar. Deneyimli Kristen Stewart (Marylou), Kirsten Dunst (Dean’in 2. eşi), Viggo Mortensen çok başarılılar.
Bu filmi yapmak için dört yıl çalışan, romanın geçtiği yolları sabırla keşfeden Walter Salles’in ve filminin ödül listesinde yer almasına kimse üzülmedi.
CANNES’DAN NOTLAR
lFestival boyunca acımasızca yağan yağmurdan az hasarla sıyrılmanın gayretiyle bir akşam Festival Sarayına, “artistlerin kapısı” denen arka kapıdan girmeyi denedim. Dar bir koridorda asansör beklerken, koridorun girişinde, arkasında korumaları, elindeki bastona yaslanarak ağır ağır ilerleyen bembeyaz saçlı bir ihtiyar gördüm. Kendisi, “sinema tarihinin en iyi filmleri” listemin 2. No’lusu “Hiroşima Sevgilim”in yaratıcısı Alain Resnais idi. Cannes’da yarışan “Daha Hiçbir Şey Görmediniz” filminin galasına katılmak için (kırmızı halı ve bitmek bilmeyen merdivenlere katlanamayacağına göre) yaşayan efsane asansörü tercih etmişti. Saygıyla kenara çekilip sıramı ona verdim.
lMayıs aylarında sinemanın kalbinin attığı Cannes, ünlü oyuncular ve sinema adamlarının istilasına uğrar. Tümünü yazmaya kalksam bu sayfanın tamamı dolar. Yine de, en çok ses getirenlerden bir seçki sunayım. Marion Cotillard, Jessica Chastain, Kylie Minogue, Kristen Stewart güzellikleri ile büyülerken, Isabelle Huppert, Tilda Swinton, Nicole Kidman, Frances McDormand, Andrey Tattoo karizmalarıyla parladılar. Karnı burnunda Reese Witherspoon’un katıldığı 65. Festivalin tartışılmaz yıldızı ise jüri üyesi Diane Kruger idi. Her akşam ayrı bir tualet ile katıldığı galaların kraliçesiydi Alman aktris.
lKambersiz düğünün olmayacağı gibi, Angelina Jolie-Brad Pitt çiftinin katılmadığı Cannes Festivali olmaz. Cannes’ın vazgeçilmezleri her zamanki gibi fotoğrafçıların gözdesiydi. Jüri üyesi Ewan McGregor, Bruce Willis, Bill Murray, Robert Pattinson, Ben Stiller, Clive Owen festivale katılan ünlü aktörlerdendi. Yönetmenlere gelince, en çok ilgiyi Michael Haneke, Ken Loach, David Cronenberg, Bernardo Bertolucci ve Altın Palmiye’li Laurent Cantet çekti. Türk sinemasını Cannes’da Nuri Bilge Ceylan ile Fatih Akın temsil etti.
lGeçen yılın sinema olayı, ödül şampiyonu Fransız filmi “Artist” idi. Dünya prömiyeri Cannes’da yapılan, Jean Dujardin’e En İyi Erkek oyuncu ödülünü ve uluslararası şöhreti getiren film, sonraları Oscar’lara ve Cesar Ödüllerine boğuldu. Filmin başrol oyuncusu, Cesar Ödülü Benerice Bejo 65. festivalin açılış ve kapanış galalarının takdimcisiydi. Rahatlığı ile sempati toplayan güzel sunucuyu, Cannes’da eşi yönetmen Michel Hazanivius yalnız bırakmadı.