Ağa takılanlar

1967´deki büyük yenilgi Arap milliyetçiliğinin radikal bir ideoloji olarak toplumlar üzerindeki etkisini ciddi ölçüde hasara uğrattı. Savaşın din perspektifiyle okunması yalnızca İslamcı hareketlerin palazlanmasını kolaylaştırmadı, İsrail’de de Mesihçi /dinci milliyetçiliğin yükselmesinin önünü açtı. Temelde bir milliyetçilik meselesi olan Arap-İsrail çatışması sonraki on yıllarda bu dinamiğe uygun şekilde bir din karşıtlığı meselesine dönüştü. SOLİ ÖZEL

İzak BARON Diğer
15 Haziran 2012 Cuma

BİZ IRKÇILIK VE ANTİSEMİTİZMDEN AZADE BİR KITANIN DÜŞÜNÜ KURUYORUZ

Çılgınca günah keçisi aramayı teşvik eden ve ‘yaşlı kıta’nın çöküşü korkusunu güçlendiren bu süregiden ekonomik ve sosyal kriz ortamında, söz konusu stratejinin endişelenmeyi gerektirecek kadar etkin olduğu ortaya çıktı.

Bu, aynı zamanda aşırı sağcı partilerin iktidardaki koalisyon hükümetlerini dışarıdan desteklemelerine, hatta onların üyesi haline gelmelerine ve süreç içinde ırkçı ve antisemitik söylemin normalleşmesine imkân tanıdı. Yeni aşırı sağ, Altın Şafak gibi açıkça nefret söylemi propagandası yaparken meşru biçimde oy kazanan partilerin de yolunu açtı.

Bir örneğini Yunan parlamentosuna neo-Nazi milletvekillerinin seçilmesinde gördüğümüz bu korkunç durum karşısında dayanışmamızı pekiştiriyoruz: Hepimiz Yunan Yahudileriyiz!

Kıtamızda Yahudi, göçmen, Müslüman, Roman ya da siyah insanların kim oldukları yüzünden can güvenlikleri için korkmalarını reddediyoruz.

Tüm vatandaşları, siyasi partileri, sendikaları, sivil toplumu, aydınları ve sanatçıları Avrupa rüyasını canlandırma yoluyla aşırı sağla mücadele etmeye çağırıyoruz. Bu rüyanın Nazizmin yarattığı yıkımın üzerine inşa edildiğini daima hatırlamalıyız. Şoah’ı asla unutmamalıyız. Biz ırkçılık ve antisemitizmden azade bir kıtanın düşünü kuruyoruz. Bu, sınırların ötesinde ‘hep birliktelik’ temeli üzerine toplum inşa etme projesidir.

Yazarlar: Benjamin Abtan, Gabriel Axel, Daniel Barbu, Dario Fo, Jovan Dijvak, Svetlana Gannushkina, Anthony Giddens, Amos Gitai, Thomas Hylland Eriksen, Beate et Serge Klarsfeld, Bernard Kouchner, Bernard-Henri Levy, Adam Michnik, Miguel Angel Moratinos, Amelie Nothomb, Oliviero Toscani, Elie Wiesel, A. B. Yehoshua.

 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1090248&CategoryID=132

 

KAN İFTİRASI, ANTİ-SEMİTZİMİN IRKÇI, ASILSIZ, KASTİ BİR SÖYLENTİSİNE DAYANIRDI

Güvenlik yeniden temin edilmişse de Yahudilere karşı kötü niyet yok olmaz. Sokaklarda saldırıya uğrarlar, kadın ve çocukların üzerine kaynar su ve kireç dökülür, taş atılır, hakaret edilir.

Nereden çıkmıştı bu husumet ya da bu kanaat diye merak edenlere şunu söylemek gerekir:

Bu ilk olay değildi...

19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki cemaatler arası ilişkiler (özellikle Rumlar ve Yahudiler) arasında bu tür olaylara tanık olunmuştu.

Bu olaylar “kan iftirası” olarak adlandırılırdı.

Kan iftirası, anti-semitzimin ırkçı, asılsız, kasti bir söylentisine dayanırdı.

Buna göre Yahudilerin, Hamursuz Bayramı’nda, hamursuz ekmeğinde Hıristiyan kanı kullanmak için cinayet işledikleri söylentisi yayılırdı...

Bu söylentiler Doğu Avrupa ve Rusya’da Yahudilerle Hıristiyanları sıkça karşı karşıya getirmiş, katliamlara yol açmıştı. Osmanlı’da ise 19. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Rumların yoğun bulunduğu yörelerde, Avrupa etkisine açık liman şehirlerinde Yahudilerin Hamursuz Bayramı yaklaştıkça düzenli olarak patlak verirdi. Hep aynı şekilde: Bir Hıristiyan çocuğu kaybolur ve dinsel katil iddiaları ortaya atılır ve ortalık karışırdı.

Mesela 1872’de İstanbul’da Yaakov Sasson adlı bir Yahudi işportacının bir Ermeni çocuğu öldürüp çuvalına koyarak dinî amaçlarla kullanmak için götürdüğü iddia edilmişti. İzmir’dekinden daha sınırlı olmakla birlikte İstanbul’da olaylar yaşanmış, tutuklamalar olmuş ama sonunda işportacının suçsuzluğu ispatlanmıştı...

Osmanlı toprakları, Doğu Avrupa’da karşılaşılan türden programlara sahne olmamıştır. Osmanlı padişahları bu iftirayı kınayan fermanlar yayınlamışlardır.

Şam ve Rodos’ta yaşanan benzer olayların akabinde 1840’ta Sultan Abdülaziz bir ferman yayınlamış, 1865’te yaşanan Kuzguncuk iftirasından sonra 1866’da aynı fermanı teyit etmişti. 2. Abdülhamit’in 1898’de Patrik Konstantin’e verdiği ve onu da bu iftiraların son verilmesine yardıma çağıran emirnamesi bilinen evraklardandır.

Yıllar önce rastladığım, tekrar elime geçen bir evraktaki bu öykü, beni bu topraklar, gelenekler, özellikle zihniyet ve inanç kavgaları hakkında düşündürdü…

Umarım size de düşündürmüştür…

Ali Bayramoğlu

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/yazar-32733-bir-inanc-kavgasi-oykusu-kan-iftirasi.html

 

BAĞIRDIK ÇAĞIRDIK AMA YARIM AĞIZLA DAHİ OLSA "PARDON" DEDİRTEMEDİK

Farklı ideolojiler, nüfusa da farklı biçimde bakar. Mesela hoyrat milliyetçilerin kafası, "Büyük Nüfus = Güçlü Türkiye" şeklinde çalışır.

Ne var ki bu, Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma bir fikirdir. Orduların kafa kafaya geldiği, sayısı fazla olanın genellikle savaşı kazandığı bir dönemdi o... İleri teknoloji ve nükleer silahlar bu bağlantıyı çoktan kopardı. Gökyüzüne hâkim misin, uzaya hâkim misin, siber âleme (internet, virüsler, vs) hâkim misin? Asıl mesele bu...

Biz 73 milyonuz ama yardım gemisi Mavi Marmara'ya uluslararası sularda saldırarak 9 vatandaşımızı katleden 8 milyonluk İsrail'e bir şey yapabildik mi? Bağırdık çağırdık ama yarım ağızla dahi olsa "pardon" dedirtemedik.

TSK'nin, "Güçlü Ordu = Güçlü Türkiye" denklemi nasıl yanlışsa, hoyrat milliyetçiliğin "Büyük Nüfus = Güçlü Türkiye" denklemi de yanlış...

Yıllar önce TV'de bir asker, "Sovyetlerin bir tankı için 10 bin asker bulunduruyoruz" demişti... Düşünün işte: 10 bin Mehmetçik ede ede bir tank ederken, hâlâ Ulubatlı Hasan efsanesiyle geçinip gidiyoruz.

Emre Aköz

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2012/06/06/milliyetcilerin-yarasi-kurt-nufusu

 

İSRAİLLİ BİR YAHUDİ’YE DÜNYANIN HERHANGİ BİR YERİNDE “SEN KİMSİN?” DİYE SORULDUĞUNDA HER ZAMAN ŞU CEVABI VERİR: İSRAİLLİYİM. HİÇBİR ZAMAN ŞUNU SÖYLEMEZ: YAHUDİYİM

Sürdürülebilir bir yaşam şekli için benim teklifim şudur: Evvela, din ve devlet tastamam ayrılmalıdır. Dine dayalı tüm kanunlar ilga edilmelidir. İkincisi, Ortodokslara özerklik tanımalıdır. Kendi temsili kurumlarını seçebilmeli, dini, kültürel ve eğitim meselelerinde kendilerini yönetebilmeliler. Askerlik hizmetinden muaf tutulmalılar. Üçüncüsü, Ortodokslar yurtdışındaki kardeşlerinden yardım alarak dini hizmetlerin masrafını kendi ceplerinden karşılamalılar. Bu amaçla gönüllü vergi de getirilebilir; daha sonra devlet bu vergiyi özerk yönetime transfer eder.

Dördüncüsü, “başhahamlık” veya devletin atadığı hahamlar olmamalı. Ortodokslar bunu reddetmekte ve hatta horlamaktadırlar. (Fevri Yeshayahu Leibowitz, kendisi dindar bir Yahudidir, başhaham Şolomo Goren’i “şofarlı soytarı” diye nitelendirmişti).

Benzer bir özerkliği Arap vatandaşlar için de öneriyorum o da şayet istiyorlarsa.

“Ulusal-dini” grup sorusu var bir de. Daha yolun başında Siyonistlerle birlik olan dinar Yahudi azınlığın sülbünden gelmektedirler. Şu an büyük bir cemaatler. Ateşli Siyonist olmakla kalmayıp ultra safhaya geçmişlerdir; yerleşimciliğin, şiddete başvuran sağcı siyonizmin başını da çekmektedirler. Devleti ve orduyu kabul etmekle kalmayıp bu ikisini yönetmeye de taliplerdir ve bu yönde hayli mesafe katetmişlerdir.

Dini konularda ise gitgide uçlara kayıyor, Ortodokslara yaklaşıyorlar. Bazı İsrailliler her iki grup için aynı terimi kullanıyorlar: Hardal (uldior / ulusal-dini Ortodoksluk) (aynı zamanda hardal şu bildiğimiz hardalı ifade eder)

Bir özerklik tabağında bu hardalı ne yapmalı? Biraz düşüneyim.

Sırası gelmişken: İsrailli bir Yahudi’ye dünyanın herhangi bir yerinde “sen kimsin?” diye sorulduğunda her zaman şu cevabı verir: İsrailliyim. Hiçbir zaman şunu söylemez: Yahudiyim.

Ortodokslar hariç.

Uri Avnery

http://www.dunyabulteni.net/?aType=yazarHaber&ArticleID=17946

 

TEMELDE BİR MİLLİYETÇİLİK MESELESİ OLAN ARAP-İSRAİL ÇATIŞMASI SONRAKİ ON YILLARDA BİR DİN KARŞITLIĞI MESELESİNE DÖNÜŞTÜ

1967'deki büyük yenilgi Arap milliyetçiliğinin radikal bir ideoloji olarak toplumlar üzerindeki etkisini ciddi ölçüde hasara uğrattı. İslamcı hareketlerin yükselmesi bu savaşın sonuçlarından biridir. Savaşın din perspektifiyle okunması yalnızca İslamcı hareketlerin palazlanmasını kolaylaştırmadı İsrail'de de Mesihçi /dinci milliyetçiliğin yükselmesinin önünü açtı. Temelde bir milliyetçilik meselesi olan Arap-İsrail çatışması sonraki on yıllarda bu dinamiğe uygun şekilde bir din karşıtlığı meselesine dönüştü.

Savaşın uzun vadedeki önemli bir diğer sonucu ise Filistin halkını 1948-49'daki büyük bozgundan sonra tekrar tarih sahnesine döndürmüş olmasıydı. Büyük bozgun en-Nakba'dan sonra Filistinliler Arap devletlerinin güç oyununda piyon haline gelmişlerdi. FKÖ bile Filistin'in haklarını korumaktan çok Filistinlilerin radikalizmini kontrol etmek amacıyla 1964'te Mısır Lideri Nasır tarafından kurulmuştu.

Arap rejimlerinin rüzgârının 6 Gün Savaşı'yla sönmesi, Filistinlilere de tarihi bir fırsat verecek, 1968'deki Karameh direnişinin ardından Filistin ulusu kendi kaderinin gidişatını şartların elverdiği ölçüde eline alacaktı. FKÖ terör eylemleriyle Filistin halkının varlığını dünyaya hatırlatacak, Kara Eylül'de Ürdün'de yok edilmekten kıl payı kurtulan örgüt Lübnan'a yerleşecek, 1970'li yıllarda ise hareket giderek siyasallaşacaktı. Nihayet 1974'te Arap Birliği'nin Rabat Zirvesi'nde FKÖ Filistin halkının yegâne meşru temsilcisi olarak kabul edilecekti.

Bugüne geldiğimizde 1967'nin fiili sonuçları Filistin topraklarında sürüyor. Ancak 1967'nin yarattığı stratejik çerçeve son on yılda tümüyle dağıldı. Filistin-İsrail sorunundaki kilitlenme biraz da bundan kaynaklanıyor.

Soli Özel

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/748457-45-yil-sonra-6-gun-savasi

 

İSRAİL ORDUSU GİDEREK DAHA ÇOK DİJİTALİZE OLDUĞU İÇİN VE BUNU TZAYAD ADLI BİR PROGRAMLA BÜTÜN ORDU BİRİMLERİNE YAYMAYA, YERLEŞTİRMEYE ÇALIŞTIĞI İÇİN DİJİTAL SİSTEMLERİNE YAPILABİLECEK SALDIRILAR KONUSUNDA ÇOK HASSAS

Esasen İsrail çoktandır siber savaşlarla ilgilenen, uğraşan gizli birimlere, kurumlara sahip bulunuyor. Bunların bilineni birkaç tane. Başta da Askeri İstihbarat Birim 8200' diye bilineni geliyor. Bu birim, Amerika'nın global kulağı olarak nitelenen Milli Güvenlik Kurumu'na (NSA) benzer bir kurum. Görevi, sinyal istihbarat, düşman hedeflerini dinleme ve şifre çözme ve saldırı nitelikli siber savaş yürütme olarak tanımlanabilir. Bir başka kurum da ordu bünyesindeki C41 Dairesi. Bunun başlıca görevi askerî şebeke ya ağları saldırılara karşı korumak. Birim 8200 ile C41 Dairesi işbirliği ve koordinasyon içinde çalışıyorlar. C41 Dairesi'nin kısa bir süre önce Kirya askeri karargâhında bir siber daire kurduğu söyleniyor.

Bu iki birimin dışında Mossad'ın da kendi siber dairesi ya da bölümü olduğu muhakkak. Bunlara ilaveten belki de başka çok gizli siber birimler de var, kim bilir.

Bunların yanı sıra ordunun bir süre önce Elbit şirketinden çok gelişmiş bir simülatör aldığı ve bununla ilgili askerleri eğittiği bildiriliyor. Söylenenlere göre, simülatör hem askerî ve hem de sivil yetkilileri kritik altyapılar ve hassas bilgisayar şebekelerine karşı yapılabilecek siber saldırılara karşı nasıl karşı konulacağı, hangi tedbirlerin alınacağı konusunda eğitmek üzere geliştirilmiş bir cihaz. Bu gelişmeye paralel olarak ordunun geçen nisanda bu simülatörleri kullanarak 30 subaya kurs verdiği, bunları eğittiği de bildiriliyor.

İsrail ordusu giderek daha çok dijitalize olduğu için ve bunu Tzayad adlı bir programla bütün ordu birimlerine yaymaya, yerleştirmeye çalıştığı için dijital sistemlerine yapılabilecek saldırılar konusunda çok hassas. Hem bu yüzden ve hem de İran gibi hasımlarına zarar verebilmek, bunları caydırabilmek için siber savaşlara eskisinden çok daha fazla önem veriyor. Bunları da yapılan açıklamalardan, çıkan bilgilerden biliyoruz. İsrail bu konularda Amerika'dan da muhakkak yararlanıyor. Buna hiç şüphemiz yok. Amerika'nın siber savaşlarla ilgili politikalarını da ileride muhakkak ele alacağız; ama bugün öne çıktığı ve güncelliği dolayısıyla İsrail'i ele aldık.

Denizlerde, havada hasmımız olmaya başlayan İsrail, siber savaşlarda işte böyle çalışıyor. Bitirirken, 'Acaba biz bu konuda neredeyiz, biz ne yapıyoruz?' diye de sormadan edemiyoruz velhasıl.

Fikret Ertan

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1299501&title=israil-ve-siber-savaslar

 

SAHANIN YANI BAŞINDA, İNSANLARIN GAZ ODALARINA GETİRİLİŞİNE TANIK OLURLAR. “İKİ KORNER ARASINDA ÜÇ BİN KİŞİ ÖLDÜRÜLÜVERİRDİ” DİYE YAZAR BOROWSKİ

Yakın dönemde yapılan tarih çalışmaları, 2. Dünya Savaşı’nın göbeğinde, Nazilerin kıtal endüstrisi haldır haldır çalışırken bile, futbolun soluk almayı sürdürdüğünü ortaya koyuyor. Toplama kamplarında dahi futbol oynanıyormuş. Genellikle ‘milli’ maçlar: Polonyalılar-Ruslar, Ruslar-Çekler vs. Buchenwald kampının politik tutuklular takımının meşhur olduğu kaydediliyor. ‘Ölüm Maçı’ da istisna değil; Alman ‘personel’ ile mahpuslar arasında maçlar âdettenmiş. Auschwitz’den sağ çıkan Avusturyalı profesyonel futbolcu Igor Fischer, “Tuhaftı, rakip oyuncu maçtan sonra seni öldürebilirdi” diye anlatmış.

Theresienstadt (Çekçe Terezin), toplama kampında basbayağı 10 takımlı bir ligin kurulmuş olduğunu öğreniyoruz. Mahpuslar genellikle çalıştırıldığı işlere göre takımlaşmışlar: Ahçılar, Terzihane, Elektrikçiler, Bahçıvanlar, Bakım Personeli, Bekçiler. Prag, Viyana vs. şehir takımları da var. Maçlar 7’ye 7, 35’er dakikalık iki devre halinde oynanıyormuş. Daktiloyla 6 nüsha çoğaltılan bülteni bile varmış Terezin Ligi’nin. Terezin, SS’in ‘örnek toplama kampı’ idi. Bu lige izin verilmesi, ‘numunelik’ kampın ‘reklamına’ katkıda bulunuyordu. Viyana’nın ünlü Yahudi takımı Hakoah’ın namlı futbolcularından Ignaz Feldmann, onu hatırlayan bir SS subayının girişimiyle kollandığını, kendisini çamaşırhaneye verdiklerini anlatmış. İlk zamanlarda Yahudi takımlarına ‘bile’ izin varmış, sonra yasaklanmışlar.

Auschwitz ve Dachau’dan kurtulan Polonyalı yazar Tadeusz Borowski, otobiyografik anlatısında toplama kamplarında futbol oynayışlarından bahseder. Sahanın yanı başında, insanların gaz odalarına getirilişine tanık olurlar. “İki korner arasında üç bin kişi öldürülüverirdi” diye yazar Borowski. Nobel ödüllü Macar yazar Imre Kertesz, ‘Kadersizlik’ adlı romanında (çev. İlknur İgan, Can Yay.) 16 yaşındaki bir Macar Yahudinin ağzından toplama kamplarını anlatır. Orada delikanlılar, “Çalışma bittikten sonra futbol oynarız, değil mi?” diye yokluyorlardır birbirlerini.

Tanıl Bora

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1090361&Yazar=TANIL-BORA&CategoryID=103

 

TÜRK VE YAHUDİ NÜFUSUNUN BİRBİRİNE DUYDUĞU SEMPATİDEN KAYNAKLANMIŞ OSMANLI’DAN İTİBAREN BAŞLAYAN SAMİMİYET HALA EKONOMİK SİYASİ VE ASKERİ OLARAK DEVAM ETMEKTEDİR

Bugünkü gelişmelerin sorumlusunun İsrail hükümeti olduğunun altını çizen Davutoğlu, İsrail hükümetinin gereken adımları atmadıkça bu noktadan geri dönülmesinin söz konusu olmayacağını ifade etmiştir. Sonuca gelecek olursak tarihi süzgeçten geçirdiğimiz İsrail Türkiye ilişkileri zaman zaman ivme kaybetse de İsrail’in atacağı doğru hamlelerle tekrardan yükselişe geçebilecektir. Türkiye İsrail’e sadece özür dilemesi durumunda tekrardan ilişkilerin gözden geçirileceğinin belirtisini zaten vermiştir. Türkiye bölgesel bir güç olmasının yanı sıra İsrail ile tarihsel sıkı bir bağı mevcuttur. Bu bağ Türk ve Yahudi nüfusunun birbirine duyduğu sempatiden kaynaklanmış Osmanlı’dan itibaren başlayan samimiyet hala ekonomik siyasi ve askeri olarak devam etmektedir. Neticesinde İsrail-Türkiye ilişkileri kısa bir süreliğine de olsa durma noktasındadır. Bu noktadan itibaren her iki ülkenin yaklaşımı ilişkinin seyrini belirleyecektir.

Volkan Türkmen

http://afasam.org/tr/bolgeler/orta-dogu/israil-dis-politikasi/

 

Netten okumalar

AŞIRI SAĞCI AVRUPALI VE İSRAİLLİLERİN ZEHİRLİ İTTİFAKI FELAKET GETİRECEK – RACHEL SABİ

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1090492&CategoryID=132

 

KİEV’İN ÇİĞNENMİŞ ONURU: BABİ YAR – ALİ MURAT HAMARAT

http://www.yazihaneden.com/2012/06/kievin-cignenmis-onuru-babi-yar/

 

BİZİM İSRAİL'DEN GELECEK TURİSTE İHTİYACIMIZ VAR – BAHATTİN YÜCEL

http://bahattinyucel.blogspot.com/2012/06/bizim-israilden-gelecek-turiste.html

 

Netten seyredin

HAY EYTAN COHEN YANAROCAK BLOOMBERG HT NEWS LIVE 06.06.2012

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=u8N6BLj9lik