Çevre dostu fatih akın

Fatih Akın’ın 5 yıllık emeğinin karşılığı olan “Kirli Cennet / Müll İm Garten Eden” dünya prömeriyerini yaptığı Cannes’da basının övgüsünü kazandı. Değişik türlerde film yapmakla tanınan Akın belgeselde de ustalığını kanıtladı. Yaşadığı toplumun sorunlarına ilgi duyan bir sanatçı olarak Akın, gittikçe kirlenen bir çevrede yaşayan Trabzon’un Çamburnu köyündeki ekolojik felaketi gözlerimizin önüne seriyor. Cannes Film Festivali’nin başlamasına bir ay kala ölen Claude Miller’in son filmi olan ‘Thérése Desqueyroux’ Kapanış Galası’nda yarışma dışı olarak gösterildi. Şubat 2011 tarihindeki Tahrir Meydanı olaylarına odaklanan Mısır filmi “Savaştan Sonra” festivalin en politik filmiydi ama sinematografisi zayıftı.

Viktor APALAÇİ Sanat
17 Temmuz 2012 Salı

65. Festivalin hoş sürprizlerinden biri, Fatih Akın’ın 5 yılda yaptığı “Kirli Cennet” idi. Çay beldesi Çamburnu’nda doğan dedesinin hatırasına bağlı kalarak, yörenin yaşadığı ekolojik felakete kamerasını doğrultan Fatih Akın, cesareti ve çevre dostu kimliğiyle övgü aldı.

Nostaljik tadlarla izlediğimiz, Fransız senarist-yönetmen Claude Miller’in veda filmi ‘Thérése Desqueyroux’ ile festival yönetimi bir saygı duruşunda bulundu. Bu iki filmle 65. Cannes Film Festivali defterini kapatıyoruz.

CENNETTEKİ ÇÖPLÜK

Fatih Akın’ın 5 yıllık emeğinin karşılığı olan ‘Kirli Cennet/Müll İm Garten Eden’ adlı belgesel dünya prömiyerini yaptığı 65. Cannes Film Festivali’nde özel bir gösterim ile gün ışığını çıktı. Sanatçı, yaşadığı toplumun sorunlarına duyarlılık gösteren kişidir. Fatih Akın, dedesinin doğduğu toprakların, Karadeniz’in çevre sorunlarına kafa yoran bir sanatçı sıfatıyla, duyarlılığını “Kirli Cennet” belgeseliyle gösterdi.

2007 ile 2012 yılları arasında, Fatih Akın’ın Karadeniz’e yaptığı seyahatların mahsulü olan film, gittikçe kirlenen bir çevrede yaşayan insanların sorunlarını dile getiriyor.

39 yaşındaki sanatçı, çay beldesi Çamburnu’nda doğan dedesinin hatırasına bağlı kalarak yörenin yaşadığı ekolojik felaketle yakından ilgilendi.

Trabzon’un Çamburnu köyünde, 10 yıl önce hükümet kararıyla yapılan çöp toplama merkezi zamanla bir çevre felaketine yol açtı. Bölge çöplerinin toplandığı arazide yağmur suları içme sularına karışan çöp sularının sebep olduğu tahribat eskiden çay kokan beldenin artık sürekli çöp kokması, yerel halkın kirlenmeye karşı mücadelede yenik düşmesi, sorumluların uğraşı, filmde duygusal bir tonda anlatılıyor.

Bu sivil mücadeleye imkanları nispetinde destek veren Fatih Akın, 5 yıl boyunca bu “kayıp cennet”in sorunlarını filme aldı. Fatih Akın, “Çamburnu  çöp burnu olmasın”, “Çöplükteki Çayı kim alacak?”, “Başımızın üstünde çöplük istemiyoruz”, “Çöplüğe halkın onayı yok” sloganlarıyla hükümet kararını protesto eden yerel halka destek verdi.

Toplanan çöplerin toprağın altına gömülmesi projesi ile, güzel sahil kasaası Çamburnu’nun tepesine inşa edilen çöp mezarlığı yüzünden, tehdide uğraması, bütün yönleriyle, sorumluların tanıklıklarıyla, filme alındı.

Cannes Film Festivali’nde övgü kazanan “Kirli Cennet”in basın konferansında Fatih Akın filmini şu cümlelerle takdim etti: “Belgesel sabır ister. Filmimi bir poker partisine benzetiyorum. Hükümetin aldığı karardan dönmesi için bir film yapacağımı ilan ettim. 5 yıl önce yola çıktım. Dünyanın dört bir tarafından gelip bir çevre felaketini gözleriyle gören gazeteciler, sözünü tutan biri olduğuma tanıklık ettiler. Michael Moore gibi deneyimli bir belgeselci değilim. Çamburnu’nda 5 yıl yaşamak gibi bir lüksüm yoktu. Fransız görüntü yönetmenim Herve Dieu’nun talimatlarına uyan, Çamburnu fotoğrafçısı Bünyamin 5 yıl boyunca kaydettiği görüntülerle harikalar yarattığını gördük. Filmin yüzde yetmişinde onun çektiği fotoğrafları kullandık. Çöplüğün kaldırılması için çevre halkının mücadelesinin evrensel bir boyut kazandığını düşünüyorum. Boyun eğmeden mücadelesini sürdüren inançlı bölge halkının direncine saygı duyuyorum.”

Almanya’da doğup büyüyen bir sanatçı olarak Fatih Akın “Kısa ve Acısız” (1998), “Temmuz”da (2000), “Solino” (2002) gibi filmlerle Almanya’da yaşayan azınlıkların sorunlarını dile getirdikten sonra çeşitli türler arasında gezindi.

“Gegen Die Wand/Head On” (2003) ile duygusal türünü, “Crossing  the Bridge” (2005) ile müzikali, “Duvara Karşı” (2004) ve “Yaşamın Kıyısında” (2007) ile toplumsal sorunları, “Soul Kitchen” (2009) ile müzikali deneyen Fatih Akın, ikinci belgeseli olan “Kirli Cennet” ile bu türde de başarısını kanıtlıyor. Fatih Akın bu dramatik ve dokunaklı tanıklık filmini babasına ithaf etti. Günümüzün modern Karadeniz gençliğinin izlediği Manga konserinin coşkusunu filmin en güzel sekansıydı. Şevval Sam’ın Karadeniz kadınları eşliğinde söylediği şarkı filme renk katıyordu.

CLAUDE MILLER’E

SAYGI DURUŞU

Cannes Film Festivali yönetimi, 4 Nisan’daki ölümünden önce montajını bitirdiği “Thérése Desqueyroux”yu programına alarak yaratıcısı Claude Miller’e saygı duruşunda bulundu.

Kapanış Galası’nda Claude Miller’in ailesinni, arkadaşlarının, sinemadaki çalışma arkadaşlarının ve yapımcılarının huzurunda gösterilen film, François Mauriac'ın unutulmaz romanının  yeni sinema uyarlamasıydı.

70 yaşında ölen, senaryo yazarlığıyla başlayan kariyerini yönetmenlikle sürdüren Miller, başyapıtı “Eşlikçi Kız / L’Accompagnatrice” ile akıllarda kalacak. Yeni Dalga akımıyla sinemada ilk çıkışını yapan Miller, senaryo yazarı olarak François Truffaut ile olan işbirliğini, 1976’da “La Meilleur Façon de Marcher” adlı ilk yönetmenlik denemesiyle sürdürdü. 1981’de En İyi Senaryo Cesar Ödüllü “Garde A Vue”, Louis Delluc Ödüllü “L’Effrontee” (1985), “Mortelle Rendonnée” (1983), “Un Secret” (2007) filmografisinde önemli kilometre taşları idi. Miller 1998 Cannes Film Festivali’nde “Class de Neige” ile Jüri Özel Ödülü kazanmıştı.

Landes bölgesinin boğucu burjuva hayatını, kötü bir evliliği olan, sosyal baskılarla başetmeye çalışan “Thérése Desqueyroux”nun öyküsünü anlatan Mauriac’ın romanı ikinci kez sinemaya uyarlanıyor. Georges Franju ustanın 1962  Venedik Film Festivali’nde Volpi Ödülü’nü kazanan ilk filminin başrollerini Emmanuelle Riva ile Philippe Noiret paylaşıyorlardı.

Claude Miller’in filminde bu rolleri Audrey Tatou ile Gilles Lelouche oynuyorlar. Zengin toprak sahiplerinin servetlerini ellerinde tutmak amacıyla çocuklarını evlendirdiği bir dönemde, böyle bir evlilik yapmış, mutluluğu yakalayamamış  Thérése Desqueyroux’nun   başkaldırışını izliyoruz. Burjuvazinin empoze ettiği hayat tarzına isyan eden, ileri görüşlü Therese, tek uğraşı ava çıkmak olan zengin tüccar kocasını zehirlemekle suçlanır.

Kadının yargılama sürecinden sonra mahkemede beraat etmesi, evine dönünce kocasının ailesinin hayatını zehir etmesi, klostrofobik bir atmosferde anlatılır.

Toplumun dayattığı kader ve yaşam tarzına isyan eden Thérése Desqueyroux’nun öyküsünü, Claude Miller mükemmel bir sinematografi eşliğinde, perdeye taşımış.

Claude Miller’in 7. Sanata bakış açışını aktararak yazımıza son verelim: “Sinema kariyerimde önem verdiğim husus, karakterlerimin iç dünyalarına eğilmek, hissettiklerini açığa çıkarmaktır. Kahramanlarımın gizli bahçelerine ulaşmak, dış dünyalarında yaşadıklarını anlatmaktan bana daha önemli gözükmüştür.

 

CANNES NOTLARI

  Festivalleriyle ünlü, Fransız Riviera’sının küçük sahil şehri Cannes, Mayıs aylarında sinemanın nabzının attıığı yer oluyor. 40 yıl önceki 800-900 gazetecinin yerini yıllardır 4000’i aşan bir basın ordusu aldı. Filmlerin sayısı, davetlilerin sayısı arttı, ikişer bin kişilik iki salon yapıldı. Yıllardır Cannes’da olduğunu bildiğim tanıdıklarıma rastlamadan festivali bitiriyorum. Cannes Belediyesinin 50 milyon euroluk bir sübvansyon ile destek verdiği Film Festivali, Cannes’a 12 günde 250 milyon euroluk bir iş hacmi sağlıyor. İki film arası sandviçle beslenen eleştirmenler, festivalin bitmesine iki gün kala “Le Suquet” kalesinde Cannes Belediye Başkanının, sarmısaklı balık – şarap ziyafetinde bir araya geliyorlar. Türk gazeteciler, Cannes’a tepeden bakan bu muhteşem manzaralı bahçeye ilk varanların ayırdıkları masayı paylaşıyorlar.

  Şubat 2011’de Kahire’nin Tahrir Meydanı’ndaki, değişim ve demokrasi isteyen Mısırlıları anlatan “Savaştan Sonra / Baad El Mawkeaa”, 65. Cannes Film Festivali’nin en politik filmi olarak merakla bekleniyor. Hüsnü Mübarek’in iktidarı kaybedip kovulmasını anlatan olayları, senaryo yazari – yönetmen Yousry Nasrallah, bir imkansız aşk öyküsü eşliğinde anlatıyordu.

Tahrir Meydanı’nın at yetiştiricisi ve binici Mahmut ile modern, laik, devrimci, kocasındanyeni boşanmış reklamcı Reem arasındaki kırık aşk öyküsü ne yazık ki eski Mısır filmleri düzeyindeydi. Ünlü Mısırlı usta Yusuf Şahin’in asistanı olarak başlattığı kariyerinde 8 film yapan Yusry Nasrallah, Cannes’a ilk kez katılan filmiyle düş kırıklığı yaşatıyordu. Evli – çocuklu alt sınıftan bir erkekle, entelektüel, üst sınıfa mensup bir kadının tek gecelik bir birliktelik ile yetinen aşk öyküsü doyurucu olmaktan çok uzaktı.