Vefanın en güzel örneği: MANİSALI MORRİS ŞİNASİ (1855-1928) “İyilik, güzellik, doğruluk ve fazilet, dünyanın esas mayasıdır. Ne olursa olsun, dünya er-geç rayına oturup bu çizgiye gelecektir ve bunu engellemeye de kimsenin gücü yetmeyecektir.”
Manisalı Morris Şinasi’nin ilginç ve duygu yüklü hayat hikâyesini okuyunca nedense büyük bir mütefekkire ait olan yukarıdaki mezkûr cümle geldi aklıma... Okurken gıpta ettim, duygulandım... Doğduğu topraklara gösterdiği vefa ve sadakat karşısında büyük hayranlık duydum. Manisalı hemşerimizin bu ilginç yaşam öyküsünü paylaşmak istiyorum.
Fakirlik ve hastalık
Yavuz Sultan Selim’in hanımı, Kanunî Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan, yakalandığı bir hastalıktan, Manisa’da bulunan Merkez Efendi’nin hazırladığı 41 çeşit şifalı bitki ve meyve ballarından oluşan ‘mesir macunu’ (Bu yıl Mesir Şenliklerinin 472. yıldönümü kutlandı) sayesinde şifa bulmuştu. Buna bir şükür ifadesi olarak Manisa’da, Sultan Camii Külliyesi’ne bir de Dâr-üş- şifa yaptırmıştı...
Asıl adı Moiz Eskenazi olan Morris Şinasi, 1855 yılında fakir bir Yahudi ailesinin dört çocuğundan birisi olarak Manisa’da dünyaya geldi. Salgın hastalıkların kol gezdiği o dönemde, Manisa’da da kuşpalazı (boğmaca) hastalığı, pek çok çocuğun ölümüne sebep olmaktaydı. On yaşlarındaki Moiz de bu salgına yakalanır. Babası, Moiz’i Sultan Câmii Dâr-üş-şifası’na götürür.
Uzun süre bu Dâr-üş-şifâ’da yatıp şifa bulan Moiz’in babasına hekimler, “Artık oğlunu çıkarabilirsin,” dediklerinde, babası hem çok sevinir hem de hastane ücretini ödeyecek parası olmadığı için üzülür. Mahcup ve tedirgin bir şekilde durumunu, oğlunu tedavi eden Dr. Şinasi Bey’e anlatır. O da hastanenin bir vakıf hastanesi olduğu için, fakirlerden para almadığını söyler. Hem baba hem de bunu duyan küçük Moiz çok sevinir. O gün, çocukluk tasavvur ve hayali içinde, “Eğer bir gün zengin olursam, Manisa’ya bir hastane yaptıracağım,” diye kendi kendine söz verir.
Moiz, Manisa’daki Yahudi Mezarlığında bir bekçilik işi bulur. Ama okuması yazması olmadığı için, mezar taşlarını okuyamaz ve işten atılır. (Yıllar sonra bir arkadaşının “Okuma bilmediğin halde bu kadar zenginsin. Ya bir de okusaydın kim bilir nasıl zengin olurdun?” sorusuna, “Mezar bekçiliğine devam ederdim,” diye cevap vermişti.) Daha sonraları üzüm bağlarında, tütün tarlalarında çalışır. O günlerde kahvelerde, İzmir Limanına bir şilebin geldiği ve Amerika’ya gideceği konuşulmaktaydı. Bunu duyunca Moiz, kardeşi Salamon’u da yanına alarak cebindeki iki mecidiye ile gidip gizlice gemiye biner. Yola çıkınca fark edilirler ama geri dönüş şansları da yoktur artık. İşin aksi aslında bu gemi Amerika’ya değil, Mısır’a gitmektedir.
İskenderiye’ye varınca gemiden inerler. Bir de bakarlar ki, limanda başka bir gemi tütün boşaltmaktadır. Geminin sahibi Yunan asıllı bir tüccardı. Çocukların dikkatli bakışları Grafallo isimli tüccarın dikkatini çeker. Onları çağırıp hamal olarak işe alır. Tütünden anladıkları için onları hep yanında tutar.
ABD’ye doğru yolculuk
Grafallo tütün ticaretinin bütün inceliklerini kendilerine öğretir. Moiz’e “Esas hayat yenidünya Amerika’da, siz oraya gidin...” diyerek teşvikte bulunur. Sermaye olarak da 25 bin dolar verir. Moiz, 15-16 yaşında geldiği Mısır’dan 1885 yılında -30 yaşında- ayrılarak yola çıkar. İsmini Amerika da Morris, soyadını da Şinasi olarak değiştirir. (Aldığı soyadının Dr. Şinasi’nin adı olduğunu söylemeye hacet var mı?)
Morris Şinasi, Amerika’da, Mısır’dan bildiği bir iş olan sigara işine girer ve kısa zamanda zengin olur. ‘Schinachi Brader Tobacco’ şirketini kurar. Amerika’nın sayılı zenginleri arasına giren Morris Şinasi’nin, Amerika’da bulunan ve başı sıkışan Osmanlı vatandaşlarına ciddi yardımları olmuştu. Riverside’da yaptırdığı 42 odalı malikânesini (Woody Allen’in ‘Bullets Over Broadway’ filmi bu malikanede çekilmişti.) tamamen Türkiye’den getirttiği ustalara, Türk süsleme sanatına uygun olarak yaptırmıştı. Büyükelçilerimize yardımcı olmuştu. Sigara imalinde kullandığı tütünleri tercihen Türkiye’den temin ettiği ve kriz döneminde ekonomimize katkı sağladığı için II. Abdülhamid tarafından, 17 Şubat 1908 tarihinde ‘Üçüncü Dereceden Mecidiye Nişanı’ ile taltif edilmişti. Bilahare tüm mallarını satıp paraya çevirmiş ve aynı sene vasiyetini hazırlamıştı. 1928 yılında da -74 yaşında- vefat etti.
Manisa’ya vasiyet
1930 yılında karısı Louretta Hanım, vasiyeti gereği Türkiye’ye gelip Sağlık Bakanı Refik Saydam ile görüştü. Dönemin devlet yetkilileri ve Türkiye’deki Yahudi cemaati ileri gelenleri Loretta Hanım’a bu hastanenin İstanbul’da yapılması konusunda ısrar ettiler ama o, “Eşinin ölürken bile doğduğu toprakları sayıkladığını” söyleyerek buna karşı çıktı. Devletimiz de Manisa’da 40.000 metrekarelik bir arsa tahsis etti. 29 Ekim 1933 tarihinde hastane törenle hizmete açıldı.
Vasiyeti şöyledir: “Servetimin bir milyon dolarlık kısmını doğduğum ve tedavi olduğum şehrim olan Manisa’ya bir hastane yapılması için bankadaki hesapta bırakıyorum. Bu paranın 200.000 doları ile 40 yataklı donanımlı bir hastane yapılmasını, yatakların sekiz adedinin fakir hastalara tahsis edilmesini...”
Bu ilginç hayat hikâyesinden bazı önemli dersler çıkardım:
1- Osmanlı’daki vakıf medeniyetinin, şifahaneler ve benzeri vakıfların, insanlara, dinlerine ve inançlarına göre kategorize etmeden kucak açtığını görüyoruz. Ecdadımız Osmanlılar coğrafyamıza sadece nadide ve muhteşem eserler değil, aynı zamanda ‘Merhamet Medeniyeti’ diyebileceğimiz rengârenk bir ‘hoşgörü iklimi’ de bırakmışlardır.
2- ‘Sultan Abdülhamid’in vefası’ da önemli geldi bana. O yıllarda ekonomik krizden dolayı tütünlerini Türkiye’den alan Morris Şinasi’yi unutmayıp, şükran nişanesi olarak ‘Mecidiye Nişan’ı göndererek O’nu taltif etmişti. (Bu nişan şimdi Manisa’da Dr. Fahrettin Er Bey’dedir. Kendisi şu anda hem M. Şinasi’yi ve bu nişanın hikâyesini anlatan bir kitap hazırlığında...)
3- M. Şinasi’nin doğduğu topraklara karşı derin vefa hissi bu yazının en önemli temasıdır. ABD’ye yerleştikten sonra bile Manisa’yı unutmayan, malikânesini bile Türk usulü ile tezyin ve tefriş eden, onlarca Manisalıya Amerika şartlarında sahip çıkan, kullandığı tütünü Manisa’dan getirterek ülkemize katkı sağlayan ve en sonunda Manisa’ya, neredeyse bir servet döküp, hastane yaptırarak bu sevgiyi taçlandıran bir fenomendir O...
4- Eşi Loretta Hanım’ın kararlı duruşu da apayrı bir vakadır. Sağlık Bakanı R. Saydam’ın ve İstanbul’daki Yahudi cemaatinin tüm ısrarlarına karşın (Hastanenin İstanbul veya Ankara’ya yapılmasını istiyorlardı) “Son nefesinde bile Manisa’yı sayıkladı” diyerek vasiyete ve emanete sahip çıkarak, hastanenin Manisa’ya yapılmasını sağlamıştır. Nasıl bir ‘vefalı duruş’tur bu..!
Bu maddeler çoğaltılabilir. İki mecidiye ile hayata tutunan bir insanın çalışkanlık, azim, kararlılık ve cesaretiyle hangi noktalara gelebileceği vs.yi de ilave edebiliriz. Son olarak derim ki:
Manisalı hemşerilerimiz, 89 yıldır şehrimize hizmet veren Morris Şinasi Hastanesinin banisini unutmamalı, unutturmamalı... Bu toprakların çocuğu bir Musevi vatandaşımızın insanımıza yaptığı iyilikler, gösterdiği vefa, nesillerimize anlatılmalı. Hatta ve hatta onun adına her yıl vefa ödülü verilmeli. Çünkü vefa, dost ikliminde yetişen ve bizim yamaçlarımızın gülü değil midir? Haydi, şimdi biz bize düşeni yapalım. Bu ‘Vefa Abidesi’ne bir vefa da biz gösterelim. Ne dersiniz?
NOT: Yazıyı hazırlarken makalelerinden (11-12 Eylül 2011) faydalandığım Zaman gazetesi yazarı Abdullah Aymaz Beyefendi ve mevzuuyla ilgili dokümanları benimle paylaşan Dr. Fahrettin Er Bey’e teşekkürü bir borç bilirim…
Şemseddin Ayyıldız
İzmir Kültürlerarası Diyalog Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı