Katılımcıların kaleminden

- Perspektif
16 Mayıs 2012 Çarşamba

İki sene önce March of the Living’e katıma isteğim daha da artmaya başladı. Geçen sene okulumuza gelen ‘survivor’, kamplardan kurtulabilen ve yaşayan insanların çok az kaldığından söz etti. Bu seneki turun tanıtımı yapıldığında, tura katılacak olan insanların isim yazdırma sırasıyla alınacağı söylendi. Bunu duyunca ben ve birkaç arkadaşım ailemize bile sormadan adımızı yazdırdık. Tur rehberimizin söylediğine göre March of the Living’e katılım sayısı ve tura verilen önem her sene giderek azalıyormuş. Bunu duyduğumda çok üzüldüm. Oraya gittiğimizde kamplardan gaz odalarına hatta orada hayatını kaybeden insanların saç tellerine kadar her ayrıntıyı gördük. İnsanın yaşadığı yerden, izlediği filmlerle orayı tanıması yeterli değil. Polonya’ya gidip oradaki olayları yerinde görerek çok doğru yaptığımı düşünüyorum. İlerde çocuklarıma anlatabileceğim çok önemli bir olay yaşadım. Yaşayan survivorlar daha da azalmadan herkesin bu tura katılmasını gerektiğini düşünüyorum.

LARİSSA AZİZ

***

Bir taraftan kaybettiğimiz kardeşlerimizin ruhlarını şad ederken, diğer taraftan sahrit minha ve kadiş duaları ile ve onlara yaptığımız ziyaretlerle manevi  desteğimizi vermeye  çalıştık.

 İSAK HADAR

***

Böyle bir organizasyonda bulunduğum için çok memnun oldum, fakat duygularımı nasıl açıklasam bilemiyorum. Bu kadar şeyden sonra, gördüklerimize üzülsek mi yoksa hayatta olduğumuza, günümüzde yaşadığımıza sevinsek mi bilemiyorum.  Ama Holokost asla unutamayacağımız bir olay. Buradaki kampları, Yahudi kardeşlerimizin yaşadığı acıları gördükten sonra hayat boyu unutmamaktan ayrı, bir daha asla böyle bir şey yaşanmaması temennimiz oldu. Hayatımda asla unutmayacağım bir gezi oldu.

 VEDAT GEZER

***

68 YILIN ARDINDAN KALANLAR

Polonya’ya ilk ayak bastığımda aklımdan geçen ilk şey Auschwitz’di. En çok görmek istediğim ise romanlara konu olan Auschwitz-Birkenau kamplarıydı. 19 Nisan’da sonunda March of the Living için bu kamplara geldik. İlk olarak Auschwitz Kampındaki binaların içine girip II. Dünya Savaşı sırasında katledilmiş binlerce insandan kalan ayakkabıları, tabakları, çanakları ve bavulları gördük. O güne kadar bütün bu gördüklerimizi romanlarda okuyabilmiştik ancak. Yapabileceğimizin en fazlası ise okuduklarımıza elimizden geldiğince inanmaya çalışmaktı; çünkü kitaplarda yazılmış sözcükleri sadece okuyabiliyorduk, yazılanları biz yaşamamıştık.

March of the Living’e söylenenlere göre farklı ülkelerden toplamda 11.000 kişi katılmış. Brezilya’dan Güney Afrika’ya, ABD’nin birçok eyaletinden Fransa’ya kadar çeşit çeşit yerden insanlar vardı. Auschwitz’in girişinden geçerken aklımdan, dünyanın farklı yerlerinden gelmiş olsalar da, oradaki 11.000 kişiyle aynı amaç için geldiğimiz geçti. 68 yıl sonra akrabalarımızın yürütüldüğü yerlerden bu sene biz yürüdük. Bence bu yürüyüşün büyüleyici tarafı buydu.

TALİA MOLİNA

***

Orada olmak…

Hiç bu kadar boğazım düğümlenmemişti, hiç bu kadar sesim kısılmamıştı. Söyleyecek o kadar şey varken tek bir kelime bile çıkamadı ağzımdan… Gitmeden önce aklımın köşesine yazdığım soruları soramadım. Alacağım cevaptan o kadar korktum ki... Soracağım olayın üzerine bastığım çimenlerin üzerinde olmasından, olanlara bu kadar yakın olmaktan korktum.

Garip… Anladığınızı, bildiğinizi zannederken, hiçbir şey bilmediğinizi, içinizde hissettiğiniz o Holokost duygusunun aslında ne kadar farklı boyutlarda olduğunu anlamak çok garip.

Bunca kitap, bunca film… Hiçbiri orda olmak değil, hiçbir şey o eski tahtaların kokusunu almak, krematoryumlardan çıkmış küllerin eskiyip sarılaştığını görmek, ağlayan çocukların durduğu yerde durmak, insanların tek bir el işaretiyle acımasızca ölüme gönderildiği yerde, onların ayak izlerini takip etmek değil. Ne bir günlük, ne bir anı kitabı, ne bir fotoğraf… Hiçbir şey kampın korku dolu kokusunu hissettiremez.

Eve dönünce her şeyin normale döneceğini sanıyorsunuz. Yine okul, yine sınav, özlenmiş arkadaşlar, aile yemekleri… Hayat olduğu yerden akmaya devam edecek gibi duruyor. Öyle de oluyor aslında ama bir farklılık ortaya çıkıyor her şeyde.

Her gördüğünüz şey sizi yine de orada hissettiriyor. Etrafı tellerle sarılmış bir alana rastlamak, yolda giderken insanların otobüslerde sıkış tıkış ayakta durduklarını görmek, annesinin elini bıraktığı için alışveriş merkezinde kaybolmuş, çığlık çığlığa ağlayan bir çocuğu bulmak, bir arkadaşınızın “acıktım” demesini duymak, her an her şeyle bağlantı kurmaya başlamak orda olmanın farklılığını hemen hissettiriyor. Gördüğünüz her şeyle alakalı oluyor her gün yaşadıklarınız. Oraya bir kez gittikten sonra,  hâlâ orada olup olmamanız fark etmiyor. Çünkü bir yanınız aslında zaten hep orda kalıyor, ve her yerde size kendini hatırlatıyor. Ve siz Holokost’un sloganı olan “Never Again!” (Bir Daha Asla!) sözünü en içten şekilde söylediğinizi fark ediyorsunuz…

 DENİZ BENSUSAN

***

Yisrael milletinin üç özelliği vardır: Merhametli, utangaç ve iyiliksever. Kimde bu üç özellik varsa bu millete yaklaşmaya layık, kimde yoksa yaklaşmaya layık değildir. 

Ribi Yohanan der ki Yisrael milleti neden zeytine benzetilmiştir? Şöyle ki, zeytinyağını vurarak ve ezerek nasıl veriyorsa Yisrael de güzelliğine sıkıntılarla kavuşur.

Ribi Elazar der ki, sıkıntı dünyaya sadece Yisrael için gelmiştir. İsrael’i görüp örnek alsınlar diye.

Zeharya Anavi der ki, size dokunan gözbebeğine dokunmuştur.

Ribi Simon Ben Elazar’ın Zeharya Anavi’nin sözlerine yorumu şudur: Vücudun en makbul organı gözdür. İnsan başına darbe yediğinde en çok gözünden sıkıntı çeker. Yisrael de, bu en değerli organa benzetilmektedir.

Megilat Eha’da söyle der: Çevresini yiyip bitiren alevli ateş gibi Yaakov soyunu Yaktı. Ribi Simon Ben Lakis şöyle açıklar; dünyaya bir felaket geleceği zaman ilk hissedecek olanlar Yaakov soyudur. Çevresini yiyip bitiren alevli ateş gibi Yaakov soyunu yaktı.

Dünyaya güzellikler geldiği zaman önce Yisrael hisseder. Teilimde de yazılı olduğu gibi, Tanrı halkını eski gönencine kavuşturunca, Yaakov soyu sevinecek Yisrael halkı coşacak.

Bu kaynaklardan da görüleceği gibi tarihsel olayların açık bir şekilde neden niçinlerini anlamak biz seviyedeki insanlar için biraz zordur. Bu da bize anlamaktan daha çok bir daha olmaması için üstümüze düşen görevleri yerine getirmemiz gerektiğini hatırlatır.

Ruhları şad, mekanları cennet olsun.

DİANA & RAV İZAK PERES