2011-2012 sezonu, tüm facialarına rağmen sona erdi. Şike söylentilerinin gölgesinde kuralsızlığın, adam kayırmanın ve işine gelen şekilde kural koymanın örneklerini gördüğümüz garip bir sene geçirdik. UEFA bile Ali Cengiz oyunlarının performansı karşısında pes etti. Yayıncı kuruluşun gönlü olsun diye futbol konusunda zayıf olan ülkelerde uygulanan uydurma play off sistemi olmasaydı Galatasaray zaten şampiyondu.
Bunun bilincinde olan Sarı-Kırmızılılar, play off grubunda zoru başarıp şampiyonluğa ortak olan Fenerbahçe ile stres yarışına girdi. Stresi daha iyi kontrol eden Galatasaray, lig tarihinde ilk defa olan ‘gerçek anlamıyla yüzyılın maçında’ Kadıköy’de Fenerbahçe ile berabere kalmayı başardı. Çocuklarımızın dahi konuşacağı maçta kupasını Kadıköy’de aldı. Fenerbahçe’nin ‘atan kazanır’ türü maçlarda stres yönetimini başaramadığı aşikâr. Ancak teknik analizden çok daha önemli mevzular var.
Fenerbahçe açısından, takımın belkemiğini oluşturan üç tane as futbolcusu + Emenike’yi kaybeden, başkanı bir senedir içeride olan, sürekli yıpratılan bir kulübün taraftarıyla bütünleştiği bir seneyi yaşadık. Fenerbahçe, bu sene kuvvetli bir sivil toplum örgütü olduğunu gösterdi. Saman altından su yürütenlere, haksızlıklara açıkça baş kaldırdı, isyan etti. Kadıköy’e bu sezon yolu düşenler, gazetelere bile yazılamayan düzen karşıtı sözlerin şairane tezahüratlarla alenen, korkusuzca söylendiğine çokça tanık olmuşlardır.
Maçın sonrasında Galatasaray’ı ve kendi takımını medenice alkışlayan taraftarın neden bir anda galeyana geldiğini, kim tarafından, ne şekilde galeyana getirildiğini, çoluk, çocuk, yaşlı, kadın demeden insafsızca insanların üzerine biber gazı boşaltanları ve bunların nasıl duygularla yapılmış olabileceğini Ertuğrul Özkök detaylıca yazmış. Merak edenlerin okumasını tavsiye ederim. Galatasaray’ı on sekizinci şampiyonluğu için tebrik ederim. Fenerbahçe’nin bir kulüpten öte kitleleri harekete geçiren bir bilinç olduğunun bu sene bir kez daha anlaşıldığını umarım.