Yahudi takviminin en acı günü Tişa BeAv artık çok yaklaştı. Yeruşalayim kuşatmasının başladığı 17 Tamuz ile şehrin düştüğü ve Bet Amikdaş’ın yıkıldığı 9 Av tarihleri arası, Yahudiler için giderek yoğunlaşan bir yas dönemidir. Bu derin hüzünden havalar bile nasibini alır ve atmosfere çöken ağırlık, 9 Av’da tutulan orucun ardından hafiflemeye başlar
Tişa BeAv’ı daha iyi kavrayabilmek için, önce Yahudi halkının başlıca ‘zamanlarını’ bilmek gerekir. Örneğin Mısır’dan Çıkış, özgürlük zamanı; Şabat günü, kutsallığın ‘bu dünya’da hissedildiği zaman; Yom Kipur, af dileme ve affedilme zamanı; Şavuot Bayramı, Tora zamanı; Sukot ise sevinme zamanıdır.
Tanrı’nın amacı, günlerin ancak iklim koşullarıyla birbirinden ayrıldığı ve monoton bir şekilde sıralandığı bir evren yaratmak değildi. Malum, insanların sohbet girişimleri genellikle hava durumuyla sınırlıdır. “Of, hava yine çok sıcak!” Yazın ortasında isek, hava tabii ki sıcak olacak. Asıl mesele havanın fiziksel olarak nasıl hissedildiği değil, Yüce Yaratıcı’nın o güne yüklediği tinsel anlamdır.
Tanrı’nın verdiği başka zamanlar da var ve ne yazık ki bunlar, felaket ve derin acı zamanlarıdır. Bildiğiniz gibi Bene Yisrael çölde iken, durumu görmeleri için Vaat Edilen Topraklar’a on iki casus gönderildi. Ne var ki, 8 Av akşamı dönen casuslar, bir ‘süt ve bal ülkesi’ gördüklerini ancak ‘halkın azılı, şehirlerin çok büyük ve yaşayanların devlerin çocukları’ olduğunu söylediler. Yeoşua ve Kalev dışındaki casusların gerçeği görememesi, Yahudi tarihinde bir dönüm noktası oldu çünkü Bene Yisrael “Yeni bir baş atayıp Mısır’a geri dönelim” diyecek kadar gaflete düştü (Bamidbar 14:2).
Bu öyle bir dönüm noktasıdır ki, Bene Yisrael’in Vaat Edilmiş Topraklar’a girişi, Maşiah’ın Gelişi’ni gerçekleştirecekken, tam aksine uzun ve umutsuz bir sürgünler dönemini başlattı. Böylece Adam’ın ilk günahı ve altın buzağı zamanlarında olduğu gibi, fırsat bir kez daha kaçmış oldu. Adam yaratıldığında, Bene Yisrael Tora’yı aldığında ve on iki casus gönderildiğinde, Tanrı’nın istediği şekilde hareket edilmiş olsaydı, evren yaratılma amacına ulaşacak ve dünya bambaşka bir hal alacaktı.
***
Yaratılış’ın en hayati unsuru, ruhaniliktir. Ruhaniliği engelleyenler maddiyat ve kötülük, ruhaniliği maskeleyenler ise istatistikler, mantık ve verilerdir. Cümlenin son üç sözcüğü ne anlama geliyor? Sadece “tesadüf canım!” desem? “Olup biten her şey, tabiat olayları ile rastlantılardan ibaret. Tanrı mı? Nerede O?” Oysa Tanrı’nın Varlığı, maskeleyici pek çok perdenin (biyoloji, matematik, fizik, kimya...) arkasında gizlenir. Tora bize olaylara derinlemesine bakmayı öğretir. Tıpkı hastalıklar konusunda olduğu gibi. Baş ağrısına karşı ağrı kesici almak semptomu ortadan kaldırır ama kök nedeni bulmadan, sorun halledilemez ve semptom tekrarlanıp durur. Çiviyi çakan çekiç değil, marangozdur. Aynı şekilde insanı hastalıkla cezalandıran bakteri ve mikroplar değil, Tanrı’dır. Talmud şöyle yazar: “Öldüren zehirli yılan değil, işlenen günahlardır” (Berahot 33a). Başka bir deyişle, Tişa BeAv’a yol açan ve Tanrı’nın bizi cezalandırmasına neden olan, biz kendimizden başkası değildir. Bunu idrak etmedikçe, daha çok ağlarız maalesef.
Bu kavramı anlamak ve hayata geçirmek çok zordur çünkü evrenin işleyişi, Tanrı’nın olaylardaki rolünün gizli kalması üzerine kurulmuştur. İnsanoğluna düşen O’nun Varlığını ve İradesini sezmektir. Sayısız bilim insanı, evrenin işleyişinin kurallarını keşfedebilmek için CERN’de yapılan türden deneylerle uğraşıyor çünkü işleri bu. Oysa sıradan insan olarak ‘inanmak, sorgusuz sualsiz’, hiç çaba sarf etmeden aynı sonuca ulaşmamızı sağlamıyor mu? Evrenin işleyiş kuralı basit: Her şeyi belli bir düzen içinde tıkır tıkır çalıştıran ya da alt üst eden, Tanrı’nın, Kendi belirlediği tabiat olayları arkasında gizlenen Eli ve İradesidir. Tesadüf diye bir şey yoktur. Olaylar, belli kurallar içinde gelişir. Kuralları koyan ise, Tanrı’dır. Özür dilerim, biraz fazla tekrarlamış gibi oldum ama bu hususu içselleştirmek gerekiyor.
***
Yeremya ve Eha... Şimdi sıra yazının başlığının bu kısmını açıklamaya geldi. Çoğumuzun bildiği gibi Yeremya, Tanah’ta kitabı bulunan ve ürkütücü kehanetleriyle ünlü bir peygamberdir. Eyha ise (bu şekilde yazmamın nedeni, sözcüğün ikici harfi olan ‘y’nin belli belirsiz telaffuz edilmesidir) Yeremya’ya atfedilen Ağıtlar Kitabı’dır. Atfedilen diyorum ama yanlış anlaşılması lütfen, kehanette bulunan Yeremya’dır ama Eha kitabını yazanın Yeremya olup olmadığı kesin değildir.
Yeremya, Birinci Bet Amikdaş’ın (ikinci değil) yıkılacağı kehanetinde bulunur ve yakınıp dövünür. O kadar ki, jérémiades sözcüğünün adından türemesine “bitmez tükenmez yakınma, ağlayıp sızlama” karşılığı ile sözlüklere girmesine bile neden olmuştur. Birinci Bet Amikdaş niye yıkıldı peki? Talmud’a göre üç günah yüzünden: Putperestlik, kan dökme ve cinsel ahlaksızlıklar (Yoma 9b).
Metin, akrostiş şeklinde yazılmış beş bölümden meydana gelir. Her dize, İbrani alfabesinin (sıralı olarak) bir harfi ile başlar ancak pe harfi ile ayin yer değiştirir. Bunun açıklamasını Raşi şöyle yapar: Pe, ağız; ayin ise göz anlamına gelir. Casuslar, gözleriyle görmediklerini, ağızlarıyla konuştu (Sanedrin 104b).
Ağıtlar Kitabının ilk sözcüğü eha’ya gelecek olursak, Tora’daki ilk kullanılışı şöyledir: “Tanrı adama seslendi ve ‘Neredesin?’ (ayeka) dedi” (Bereşit 3:9). Sözcüğün okunuşu farklı olsa da, imlası aynıdır. Çoklukla “Heyhat!” şeklinde çevrilmesine karşın, sözlük anlamı “nasıl”dır.
Eha sözcüğü ile kehanette bulunan üç peygamber vardır: Moşe, Yeşaya ve Yeremya. Moşe “Zahmetinizi, yükünüzü ve çekişmenizi tek başıma nasıl taşırım” (Devarim 1:12) dedi, Yisrael’in görkem ve huzurunu gördü. Yeşaya “Sadık şehir nasıl bir fahişe olabildi?” (Yeşaya 1:21) dedi ve halkın taşkınlıklarını gördü. Yeremya ise “Heyhat! Tek başına oturuyor” (Eha 1:1) dedi ve halkın utancını gördü. Aslında bu üç kehanet birbiriyle bağlantılıdır. Moşe halkın yükünü tek başına taşıyamayacağından yakındı ve halk gerektiği gibi davranarak, yükün Moşe’nin sırtından kalkmasına imkân tanıdı. Böylece Moşe’ye sadece öğretmenlik yapmak kaldı. Yeşaya’nın zamanında yozlaşma başgösterdi ve en sonunda, Yeremya’nın kehanet ettiği ‘tek başına kalmış dul kadın’ görüntüsü hakim oldu. Neden tek başına? Çünkü yukarıda sözü edilen günahlar yüzünden, Tanrı’nın İlahi Mevcudiyeti Şehina şehri terk etti. Heyhat denmez de, ne denir bu durumda?
Ağıtlar Kitabından bazı bölümlere göz atalım mı? Çeviri bendenize aittir.
“Gece, acı gözyaşları döküyor” diye çevrilen 1:2 dizesi, aslında kelimesi kelimesine şöyle: “Gece ağladı ağlayacak”. Ağlamak fiilinin iki kere kullanılmasından ne anlam çıkarmak gerekiyor? Talmud’a göre, şehir iki kere ağlayacak: hem Birinci, hem de İkinci Bet Amikdaş için (unutmayalım ki iki kutsal mabet de aynı tarihte yıkıldı). Hangi gece peki? Tişa BeAv gecesi tabii. “Siz nedensiz yere ağladınız ama ben bu tarihi sizin için nesiller boyunca ağlayacağınız şekilde sabitleyeceğim (Talmud, Taanit 29a).
“Bütün halkı iç çekip, ekmek arıyor. Ruhlarını canlandırabilmek için düşmanlarıyla takas yapıyorlar. Bu yoldan tüm geçenler, aynı kader sizi vurmasın. İşte bakın, benimki gibi bir acı var mı?” (1:11)
Açıklama: İbn Shuib’e göre, şehirde öyle bir açlık başgösterecek ki, insanlar bir parça ekmek karşılığında sahip oldukları en değerli şeyleri düşmana vermeye hazır olacak. Akedat Yitshak’a göre ise, halk sadece sahip olduğu maddiyatı vermekle yetinecek. Kimse çalıp çırpmayacak.
“Tanrı adildir çünkü ben O’nun sözünden çıktım. Dinleyin siz ey halklar ve acımı görün. Genç kızlarım ve oğullarım tutsak edildi” (1:18). Suçum o kadar büyük ki, günahsız gençler bile benim yüzümden sürgüne gönderildi (Palge Mayim).
“Heyhat! Tanrı, öfkesiyle Siyon’un kızını bulutlarla örttü. Yisrael’in görkemini gökten yere vurdu” (2:1). Tanrı, Yeruşalayim’i ve halkını en yükseklere çıkardıktan sonra, kademeli olarak değil, bir çırpıda en diplere indirdi (Raşi).
“Tanrı düşman gibi oldu. Yisrael’i yaktı. Surlarını yaktı. Kalelerini yıktı. Yeuda’nın kızının içindeki ıstırap ve kederi artırdı” (2:5). Yahudiler, bütün başına gelenlere rağmen pişman olmadı. Tanrı yine de Kendini tuttu. Aslında düşman olmadı. Yisrael’i yaktı ama her yerini değil. Öfkesini insanlardan değil, sadece cansız nesnelerden (tahtadan ve taşlardan) çıkardı (Palge Mayim).
“Aşem, Siyon’un kızının duvarını yıkmaya karar verdi. Surları ve duvarları mateme boğdu. Birlikte ağladılar” (2:8). Midraş’a göre Tanrı’nın ‘yıkmaya karar vermesi’ yeni değil, eskilere dayanır: “Çünkü bu şehir, kurulduğu günden beri Beni öfkelendirdi” (Yeremya 32:31) ve anlaşılıyor ki, Tanrı Kendini hep tuttu.
“Yerde oturuyorlar, sessizler, Siyon’un kızlarının yaşlıları; başlarına küller sürdüler, çuvallara büründüler. Yeruşalayim’in genç kızları başlarını öne eğdi” (2:10).
“Seni neyle mukayese edeyim, ey Yeruşalayim’in kızı? Rahatlatmak için neye benzeteyim? Yıkımın deniz kadar engin; seni kim tedavi edebilir?” (2:13) Seninki kadar büyük bir lanete maruz kalan başka bir ulus var mı? (Zohar; Alshich)
“Aşem planladığını yaptı. Eskiden verdiği kararı uyguladı. Yakıp yıktı ve acımadı. Düşmanın bu haline sevinmesine izin verdi. Ona gurur verdi” (2:17). Yisrael’in başına iyi bir şey geldiği zaman Tanrı sevinir. Başına kötü bir şey geldiğinde ise başkalarının sevinmesine izin verir (Midraş). Bu midraş ne kadar çarpıcı, öyle değil mi sevgili okurlar?
“Aşem’in iyilikleri tabii ki tükenmedi, merhameti de öyle. Her sabah yenilenirler. Senin Sadakatin büyüktür! Ruhum ‘Aşem benim payımdır’ der, ‘bu yüzden O’ndan umudumu kesmedim’. Aşem, Kendisine güvenenlere iyi davranır” (3:22-25). Aşem iyi olduğu için, işlediğimiz günahlar yüzünden bizi yok etmedi.
“Çünkü Tanrı sonsuza dek geri çevirmez. Önce üzer ama iyiliği bol olduğundan, sonra acır.” (3:31-32)
Çukurun derinliklerinden İsmini haykırdım, Aşem. Sesimi duydun. Dualarıma ve ağlayışlarıma kulak tıkama. Sana sesleneceğim gün, yaklaştın. ‘Korkma!’ dedin.” (3:55-57). “Sana seslendiğim gün” demek gerekirken, gelecek zaman kipinin kullanılması, Lehem Dima’ya göre şu anlama geliyor: “Aşem eskiden sadece sesime cevap vermek ve yaklaşmakla yetinmez, ben daha seslenmeden, onu çağırdığımı bilir ve önceden teselli ederdi”.
“Siyon’un altın gibi değerli çocukları, heyhat, çömlekçinin toprak kapları gibi muamele görüyor” (4:2).
“Aşem, başımıza gelenleri hatırla; bak ve utancımızı gör. Yetim gibi olduk, baba yok. Annemiz dul sanki.” (5:1-3)
“Bizi Sana geri getir Aşem ve döneceğiz. Çünkü bize sonsuza dek reddetmiş olsaydın bile, bize öfkeni yeterince gösterdin. ” (5:21) Yeşaya, Malahi ve Koelet Kitapları “Bizi Sana geri getir Aşem ve döneceğiz” teselli sözcükleri ile sona erer.
Bütün dizelerin geçmiş zaman kipinde yazıldığını fark ettiniz değil mi, sevgili okurlar? Yeremya, gelecekte olacakları, olmuş bitmiş gibi anlatıyor.
Yazımızın başında Yahudiliğin bu acı döneminin 17 Tamuz ile başladığını belirtmiştik. On yedi aynı zamanda hangi sözcüğün gematriya’sıdır (nümerik değeri), biliyor musunuz? İbranice iyi anlamına gelen tov sözcüğünün. Bakalım: tet 9 + vav 6 + bet 2 = 17. Durum ne kadar kötü ve karanlık görünürse görünsün, her şey tersine (iyiye) dönme yeteneğine sahiptir.
Ağıtlar sözcüğünün İbranice karşılığı kinot’tur. Harflerin yerini değiştirirsek hangi başka sözcük çıkar? Tikun, yani onarma, düzeltme. Tam da bir önceki paragrafla yazdığımız gibi. Ağıtlar bir anda kesilebilir ve düzelme başlayabilir. Yeter ki, en başta belirttiğimiz gibi semptomu yok etmekle yetinmek yerine, altta yatan nedenin bilincinde olalım.
En büyük teselli umudu, yine bir kehanette saklıdır. Maşiah bir Tişa BeAv günü doğacak. Ve gelecekte, Tişa BeAv bayram olarak kutlanacak (Zohar).
Bir de eha sözcüğünün gematriya’sına bakalım mı? Alef 1 + yod 10 + kaf 20 + he 5 = 36. Otuz altı neyi simgeler? Aşem’in gelecekte tsadik’ler (dürüstler) için sakladığı ve henüz bu dünyaya indirmediği ışığı, yani Or aGanuz’u (gizli ışık) simgeler. Or aGanuz bu dünyada (olam aze) otuz altı saat boyunca ışıldadı: ilk cuma (12 saat) ve ertesi Şabat günü (24 saat) boyunca. Adam’ın günahından sonra, Aşem bu ışığın (hazırlıksız yakalanan insanoğlu için) fazla olduğuna karar verdi ve gizledi. Her nesilde otuz altı tane tsadik yaşadığını hatırlıyor musunuz?
Düşmeseydim, kalkamazdım. Karanlıkta kalmasaydım, benim için ışık olmazdı (MidraşTeilim 22).
Yazımızı, umudun hiç tükenmediğini gösteren Hasidik bir öykü ile bitirmeye ne dersiniz? Rabi Abraham Chechanov her Tişa BeAv öncesi yeni bir Ağıtlar Kitabı satın alırdı çünkü okuduktan sonra, “seneye Maşiah gelecek ve ağıt yakmaya ihtiyaç kalmayacak” diyerek geniza’da gömülmesi için kitabı sinagoga götürürdü. (Aşem’in İsmi’ni içeren dua kitapları ve hatta eğitimde kullanılan metinler saygılı bir şekilde elden çıkarılmalı ve insan bedeniymiş gibi mezarlığın bu iş için ayrılan bir bölümüne gömülmelidir.)
Tişa BeAv günü okuyacağımız Eha, Or aGanuz’a hazırlanmamızı sağlasın, Amen.
Kaynak: Megillas Eichah, Rabbi Meir Zlotowitz,
Mesorah Publications, N.Y. 2010