Kitapların ardından: 'NEMESİS'

Nemesis" insanın içindeki sevgi ve nefret duygularının yoğun olarak çarpıştığı, onun kararsızlığını, pişmanlığını, kendini sorgulamasını dile getiren bir roman

Tufan ERBARIŞTIRAN
25 Temmuz 2012 Çarşamba

Korku bizi insanlıktıktan çıkarır

İnsanın varoluşuyla başlayan en temel sorunu kendi içindeki ‘nefreti’ ve ‘kötülüğü’ henüz yenememiş olmasıdır. Tanrı’nın mükemmel bir tasarımla hazırladığı, kendi içine çekilerek yarattığı tüm evren/yaşam normları yüksek maneviyat içermektedir. Kutsal Olan’ın kendi ‘sesi’ ve ‘ilahiyatı’ sayesinde işlerlik kazandırdığı, süreklilik içindeki bu tasarım bir sonraki aşamada yenilenerek yoluna devam etmektedir. Ancak insanın bu tasarım, oluşum, dönüşüm ve kendi içindeki yüksek denge unsurunu tamamlama azmi şimdilik yeterli değildir. "Nemesis" böylesine hassas, ve nazik bir konu üzerine yazılmış bir roman.

1944 yılında (Amerika) Newark’ta bir salgın başlar. Özellikle Yahudi Mahallesi’nde kendini gösteren bu salgın hastalık nedeniyle çok sayıda çocuk/genç/yaşlı insan felç olur, bunların bir kısmı acılar içinde ölür. East Side Lisesinde bahçe sorumlusu olan Bucky Cantor adında 22 yaşında güçlü kuvvetli, atletik yapılı bir (Yahudi) adam vardır. Gözleri iyi görmediği için orduya alınmamıştır. Ancak çocuk felci salgınına yakalanmasın diye çocukları korumak için elinden geleni yapacaktır. Yani, onun savaşacağı cephe, vereceği uğraş başka bir yerdedir…

B. Cantor iyiliksever, çalışkan, insanî yönleri ağır basan, yaşına göre hayli olgun bir gençtir. Okul bahçesinde çocuklarla top oynar, onları eğitir, şakalaşır, yol gösterici olur, her konuda yardım eder. Tam anlamıyla korkusuzdur, fizikî yapısıyla dinsel inancı örtüşmektedir. Başlangıçta her ikisi de sağlamdır, birbiriyle uyumludur. Bir gün çocuk felci salgını iyice kendini gösterir, çocuklar bu hastalığa yakalanmaya başlar. Herkes çaresizdir. İşte bir çocuğun yürek burkan sözleri: "Bütün arkadaşlarım ya sakat kalacak ya da ölecek! s/75"

Yahudi soykırımı, krematoryumlar, işkenceler, diaspora… romanın içinde prototip bir tasarımla anlatılmış. Salgın bize  Mısır’dan kaçışı/çıkışı anımsatıyor. Firavun ve o dönemin sosyal/siyasal/dinsel sistemin dayatmasıyla oluşan inanılmaz yaşam koşulları… Öte yandan Nazi dönemindeki toplama kamplarını, oradaki vahşeti de çağrıştırıyor diyebiliriz. Yahudiler, Tanrı’nın emri, yol göstericiliği, onlara sunduğu ilahiyatı ile kutsal topraklara yolculuğu gerçekleştirdiler. Yolculuk ezilmişliğe bir başkaldırış kadar, Tanrı’yla bütünleşme, O’nun önderliğinde yeniden var olma mücadelesinin destanıdır. Bu türden dinsel yapılanmanın, bir Yahudi’nin kendini tanımasının roman boyunca önemi dile getiriliyor. 

Yazar yap/bozlarla metni bazen eğip büküyor, kişinin soru sormasını ve akıl yürütmesini istiyor. Neden böyle oldu? Sorun neydi gibi temel sorularla yazar – okur – kahraman üçgeni içinde metnin yeniden yazılması söz konusu oluyor.

Tarih boyunca Yahudilere bakış açısı

Tarih boyunca Yahudilere bakış açısı hep aynıdır. Onlar lanetli insanlardır. Romanda kurgunun içine ustalıkla serpiştirilen ‘’Yahudi kimdir?" ve ‘’nasıl olmalıdır?" soruları öne çıkıyor, okuru bu anlamda derin düşünceye yönlendiriyor. Bir Yahudi kendi tarihinden ders alan, bunu asla unutmayan, Tanrı yolunda yürüyen,  Tevrat’la kendini örtüştüren bir anlayıştadır.

B. Cantor salgının en yoğun olduğu bir dönemde kız arkadaşı Marcia’nın yanına gelmesi için ısrarlı tekliflerini geri çevirir. Okulda kalıp çocuklara yardım etmelidir. Şehirden uzak bir yerdeki kampta görevli olan Marcia ise onun için endişelenmekte, korkmaktadır. Cantor yaşadığı yerde acı, ölüm, salgın varken orada huzurla yaşamak insanî bir duygu değildir diye düşünmektedir. Yaşamın kendi içindeki çelişkilerini, dertlerini, güzelliklerini, yanlışlarını, doğrularını sorgulamaya başlar. Yazar kahramanına mistik bir atmosfer yükler. "İskelede sıcak güneşin alnında durmuş suyun içindeki güneş ışığı vuran kıpır kıpır yüzleri seyrederken, kelebeklerden biri Bucky’nin üzerine konarak çıplak omzunu emmeye başladı. Mucizevî! Terinin içindeki mineralleri içine çekiyordu! Harikulade! s/113"

Yahudi düşmanlığı başkalarının ağzından dile getirilir. Yazar bu konuda perde gerisinden düşüncelerini söylemektedir. Ona göre Yahudilik nefret ve sevgi duyguları üzerine kurulmuştur. "Yahudi düşmanları burada Yahudiler yaşadığı için polionun yayıldığını söylüyor. Felcin merkezi, Yahudiler yüzünden Weequahic’miş, bu nedenle Yahudilerin tecrit edilmesi gerekiyormuş. Bazısı öyle konuşuyor ki, sanki polio salgınından kurtulmanın en emin yolu bütün Weequahic’i içindeki Yahudilerle birlikte yakmak. s/121" Tarih boyunca değişmeyen sapık, vahşi ve günah dolu bir düşüncedir bu. Ne yazık ki halen geçerliliğini korumaktadır. 

B. Cantor, Yahudiliğin tarihte yaşadığı trajediyi, çekilen acıları temsil ediyor. Onun gözünden, duygularından, eylemlerinden ‘öteki’ tarafın bakış açısını anlıyoruz. B. Cantor yaşanılan tüm kötülüğü kendine yükler, sorun ondadır, türlü belaların gelişi ve Yahudi Mahallesi’ne yayılışının da tek sorumlusudur. Burada Yahudilik bir imgeye dönüştürülerek, B. Cantor ile özdeşleştirilmiş. 

Ancak onun da bir dayanma gücü vardır. Bir gün hastalıktan korkar, aşkı üstün gelir ve Marcia’nın yaz kampına katılır. Ancak sözünden dönmesi, bıraktığı yerde genç Yahudi çocukların ölmesi onda şok etkisi yapar. Aynı anda kampta çocuk felci salgını çıkar. İşin ilginç yanı, sağlam bir bünyeye sahip olan B. Cantor da bu hastalığa yenik düşmüştür. Tüm inandığı değerler ters yüz olur. Onun bu çelişkileri, üzüntüsü, bunalımı çarpıcı bir dille anlatılıyor.

Yahudilik’te her şey insanın "aydınlanmasına" yöneliktir. Tanrı’nın verdiği görev ne kadar zor, uğraştırıcı, ağır olursa olsun yerine getirilmelidir. B. Cantor sağlıklı bedenini kullanmalı, bireysel duygularını bir kenara bırakmalıydı. Bu düşünceler onda karşı konulamaz bir travma yaratır.

Romanın sonu sürpriz bir biçimde bitiyor. Yıllar sonra B. Cantor ile karşılaşan Arnold Mesnikoff da zamanında bu hastalığa yakalanmıştır. Onun anlatımıyla B. Cantor’un elli yaşındaki görüntüsünü, ruhsal çöküntülerini, bunalımlarını, tüm ayrıntılarıyla sevgilisinden ayrılma gerekçesini de öğrenmiş oluruz. B. Cantor’un bir yanı felçlidir, o güçlü bedeni çürük bir meyveye benzemektedir. Sosyal yaşamı yok denecek kadar azdır, yalnızdır ve kimselerle görüşmemektedir. Tam anlamıyla içine kapanmıştır. Geçmişte yaptığı hataların bedelini ödemektedir. Arnold’a günah çıkartırcasına içini döker; tüm suçu kendinde aramaktadır. Yaz kampındaki çocuklara hastalığı kendisinin bulaştırdığını düşünmektedir. Çocukların felç olması, ölmesi, sakat kalmasından kendini sorumlu tutmaktadır. Bu nedenle kamptan döndükten sonra Marcia’nın defalarca yaptığı görüşme isteğini geri çevirir. Bir gün rastlantı sonucu karşılaştıklarında yine aynı yanıtı verir. "Bunun yerine, sağlam eliyle cansız kolunu bileğinden yakalayıp Marcia’nın göz seviyesine kaldırmış. ‘Bak’ demiş. ‘Neye benzediğimi gör."  "Marcia, sakat olmayan, gücü kuvveti yerinde, baba olacak birinden beklenen her şeye sahip olan biriyle evlen.    …Senin ve ailenin asıl hak ettiği bu. Böyle biriyle olmalısın. s/159" Bir erkeğin kolayca söyleyemeyeceği sözlerdir bunlar.

B. Cantor’un yaşamının suçlu – suçsuz / adalet – haksızlık / Tanrı – insan ikilemleri üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz. Romanda bir Yahudi’nin ders alması gereken olaylar anlatılırken, kişinin bencilliği ve yüreğindeki inancını doğru yönlendirmesi için yaşamın asıl amacını tanıması gerektiği de vurgulanıyor. 

İlerleyen sayfalarda sezdirmelerle anlıyoruz ki Yahudi düşünce ve inancı yardım etmek, paylaşmak, kendini sorgulamak, Tanrı’ya inanmak üzerine kurulmuştur. B. Cantor’un kişiliğinde tüm bunlar duygusal bir atmosfer ile anlatılıyor.

"Nemesis" insanın içindeki sevgi ve nefret duygularının yoğun olarak çarpıştığı, onun kararsızlığını, pişmanlığını, kendini sorgulamasını dile getiren bir roman.

 

 

 

NEMESİS

Philip Roth, Çeviren: Deniz Koç

Roman – 171 sayfa

2012 / Haziran