ÜNLÜ HEYKEL SANATÇISI ERWIN WURM İSTANBUL’DAN GEÇTİ: Talimatname ile gelen sanat eserleri

Ünlü heykeltıraş Erwin Wurm’un Galerist’teki ‘Blow Up’ adlı sergisinin bitimine günler kala galeri yetkilileri, Wurm ve Küratör Prof. Ali Akay’ın katılımıyla sergi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi

Karen GERSON ŞARHON
19 Temmuz 2012 Perşembe

İzleyici, bir sanat eserine her bakışında ister istemez o esere kendinden bir şeyler kattığı gibi, bakmakta olduğu sanat eseri de bu bakış altında dönüşmektedir.

Bir süredir sorgulamaktaydım; bir sanat eseri sanatçının yaptığı haliyle tamamlanmış mı sayılmaktadır, yoksa her bir izleyici kendi bakışında esere yüklediği anlamlar ve kişisel algılaması ile eseri yeniden mi yaratır? Kuantum fizikçisi Bohr’un araştırmalarına göre, gözlenen ile gözlemci arasında bir karışım oluşmakta. Bu durumda sanat eserinin de izleyicinin bakış açısına göre tamamlandığı fikri düşüncemde giderek daha ağır basmakta. İzleyici, bir sanat eserine her bakışında ister istemez o esere kendinden bir şeyler kattığı gibi, bakmakta olduğu sanat eseri de bu bakış altında dönüşmektedir. Bunun daha somut örneklerini günümüzde birçok sanatçının uygulamalarında görmek mümkün. Sözünü ettiğim bu eserler, teknolojinin de yardımıyla izleyicinin hareketlerine, ortamdaki ses değişkenliğine bağlı olarak hareket edip, dönüşüp ve değişirken, izleyicinin davranışıyla da tamamlanmakta. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Galerist’te eserleri sergilenen ve bir konferansını dinlediğim ünlü Avusturyalı sanatçı Erwin Wurm’un da eserlerinin bir kısmında izleyici, izleyici olmanın ötesinde, hem sanat ürününün, hem de ürünün yaratım aşamasının bir parçası haline geliyor.

Boyu ve yüksekliği aynı kalmakla beraber enden sıkıştırılarak küçültülmüş evler… Dev örgü kazaklar... Dev bir yumurtaya geçirilirmiş örgü kazaklar... İki çivi ile duvara asılmış ya da ahşap insan ayakları üzerinde farklı ebatlarda prizmalara giydirilmişler. Ekonomik olup kolay satılabilir olması amacıyla sıradan ve ucuz malzemeden üretilmiş heykeller. Uygulama talimatlı heykeller. Bu sayede posta ile gönderilebilecek. Alıcısı yerinde gerekli uygulamayı direktiflere göre yaptıktan sonra fotoğrafını çekip sanatçıya gönderecek, sanatçı da fotoğrafı onaylayıp imzalayacak ve alıcıya geri postalayacak. Pislenip eskiyecekleri öngörüldüğü için yirmi yıl sonra imha edilme protokolü imzalanarak satın alınan bu heykeller, hem bu sayede kopyalarından korunacak, hem de sınırlı ömürlerinin üzerinde bir kalıcılığa sahip olacaklar.

Uluslararası sanat camiasının yıldızlarından biri olarak kabul edilen heykel sanatçısı Erwin Wurm 1954 Viyana doğumlu. Aralarında Paris’te Pompidou ve Musee National d’Art Moderne, New York’ta Guggenheim gibi önemli müzelerin koleksiyonlarında eserleri yer alan sanatçının tanınmasını sağlayan ilk çalışmaları ‘One Minute Sculptures’ (Bir Dakikalık Heykeller) adı altında biliniyor. Bu çalışmalarında Wurm, ziyaretçileri farklı pozlara sokarak yaşayan heykeller yaratmış ve insan bedenini bir heykel malzemesi olarak kullanmıştı. İnsan bedeninin heykelle ilişkisini daha da derinleştirerek hacimlerle oynayan sanatçı “Bu durumda kilo alıp vermek de bir heykel olabilir” diyerek heykellerini farklı form ve boyutlarda deforme ediyor. Eriyen ev heykelleri, yine eriyen Guggenheim müze binası heykeli, bu düşünce ile oluşan çalışmalarından.

Sanat izleyicisinin, hatta bırakın sanat izleyicisini, sokaktan geçen insanların bir parçasına dönüştüğü, üretilmesine ortak olduğu, kalıcılığı ancak sanatçı tarafından imzalanan fotoğraflarla sabitlenen geçici heykeller…  Bir insanı yaşadığı şehrin göbeğinde, komik duruma düşme korkusuna rağmen, pantolonunu indirip bir duvara asılı kalmaya; bir taraftan dev bir mide fıtığı, öte yandan da popo fıtığı ile süslenip poz vererek İkiz Kulelere çağrışım yapan ya da güvenlik elemanlarının bir kişinin ağzının veya pantolonunun içinde bomba aramaya izin veren bir heykele/fotoğrafa gönüllü manken olmaya yönelten dürtü ne olabilir? Gözümüzde canlandırmaya çalışsak; Japonya’da bir müzede pembe akrilik boya ile boyanmış, 50 cm yüksekliğinde ve birkaç metre eninde yuvarlak ahşap bir sehpa üzerine yerleştirilmiş ufak bir oyuncak ayı ve sehpanın bir tarafında bir direktif işlevini gören minik bir çizimden oluşan bir heykel. Heykel bu haliyle tamamlanmış mı? “Hayır” diyor Erwin Wurm. “Özellikle Japonya için tasarlanan bu çalışmada izleyici de katılımcı. Eser, üzerinde çizili talimatları takip eden erkek izleyici, pantolonun fermuarını açıp ayıcığı oradan dışarıyı seyredecek şekilde yerleştirmesiyle tamamlanıyor”. Konferans sırasında sanatçı hem soruyor hem de cevaplıyor: “Normalde kendileri ile eşleştirdikleri davranış kalıpları dışına çıkmayı sevmeyen insanlar, nasıl oluyor da böylesi komik duruma düşmeyi kabul edebiliyorlar? Bilmiyorum. Yalnızca kabul ediyor değiller, üstelik buna gönüllü oluyorlar. Hele, bir talimat izleyeceklerse, neden bilmiyorum ama gülünç duruma düşmeyi umursamıyorlar.”

Bu cümle üzerine, sanatı bir çeşit sosyal deneyim olarak değerlendirmenin mümkün olup olmadığını düşünüyordum. Zira sıradan eşyaları sıra dışı şekillerde kullanırken ya da sıradan davranışları sıra dışı ortamlarda toplumsal kuralların aksine uygularken, toplumsal bakış açılarımızı normalin içinde var olan anormalliğe dikkat çeken sanatçı bir taraftan kendi içindeki çocuğun bakış açısını izleyicisine sunmakta, ama aynı zamanda katılımcı/izleyicisinin içindeki çocuğu da harekete geçirmekte kanımca… Kişinin savunmasızlığı ve aynı zamanda içsel gücü olan içimizdeki çocuğu… Toplumsal kuralların oluşturduğu çerçeveler dâhilinde, başarının -mutluluğun bile önüne geçerek, belki de tek mutlak hedef olduğu çağımızda,  insanların, zamanında yaşayamadıkları çocukluklarını yaşama özlemi midir acaba  ‘normal yaşantılarında kendilerine izin vermeyecekleri bir takım çocukça ve gülünç davranışları’ talimat bahanesi altında yapmalarına neden olan dürtü? Uzunca bir zaman önce kaybettikleri ve gündelik yaşamlarında dışa vurmaktan korktukları, oysa içlerinde her daim dışa çıkmayı bekleyen naif çocuğa, hiç bir çatışma olmaksızın kısa bir zaman aralığında da olsa bir nefes alma şansı verdiği için mi bunu yapıyorlar?

Ne dersiniz?