Her şeyden ve bazen de herkesten uzakta kalmak istediğiniz geceleriniz vardır. Ruhunuzu dinlendirmek istediğiniz ve sadece sözcüklerin dansıyla uzaklarda bir anınıza eşlik etmek isteyeceğini düşündüğünüz eski bir dostunuzu ararsınız ya; o dost, kelimeleri sarhoş eden, ederken de sizin aklınızı başınızdan alan bir ozandır.
LEONARD COHEN
O sesinin büyüsüyle, ruhunuzun içsel yolculuğuna izin verir. Bu yolculukta gençliğiniz, aşklarınız, tutkularınız, özlemleriniz, inançlarınız hatta politik düşüncelerinizle yüzleşir, çatışır veya onlarla sevişir, yılların özlemiyle dolu veren bir serüvene yeniden başlarsınız.
O bir ozan; tüm zamanların adamı, şiirler, şarkılar ve çelişkilerin göze görülmez devrimci, yoldaşıdır.
Adı Leonard Norman COHEN’dir. 1967’den günümüze kadar süren sanat yaşantısında tüm kuşaklara hitap etmiş, her kuşağın kimliğine mutlaka bir şekilde dokunuvermiştir.
Bu şair, filozof, romancı, müzisyen ozanı tanıdığımda 80’li yılların başıydı. Buğulu ve kalın tok sesiyle söylediği şarkılarında, akılla beraber kalbe de hitap ediyordu Cohen.
Aşkın her evresi için söyleyecek bir sözü vardı adeta. Ayrılıklara, kedere ve içe kapanışlara, buluşmalara, isyanlara karşı hep söylenecek bir sözü vardı.
Siyasete, demokrasiye, ötekileştirmeye, diktalara, zulme, açlığa ve yeryüzünün tüm halklarına söylediği hep isyan, başkaldırı sözleri, hep anlatacak öyküleri vardı.
Fötr şapkasıyla, şairane duruşu, centilmenliğiyle, maço tavırları onlarca yıldır çok kişinin gönlünde yer etmiş, nice kadının rüyalarını süslemiştir. “I am your man” şarkısını dinleyen niceleri kendilerine bir dünya kurmuş, ruhunun yansımasını hayranlıkla izlemişti.
21 Eylül 1934’te Kanada Montreal’de dindar bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak doğmuş ve ne yazık dokuz yaşında da babasını kaybetmişti. Zamanla annesinin teşvikiyle edebiyata ve müziğe yönelmişti.1956 yılında henüz üniversite öğrencisiyken “Let Us Compare Mythologies” adlı şiir kitabını yayınlamış, ilk şiirlerinden besteler bile yapmaya başlamıştı. Edebiyata ilgisi, uzak yolculuklara, doğaya ve farklı kimliklere arayışlara yönlendirmişti onu.
Nitekim o yıllarda Yunanistan’ın Hydra Adası’nda tanıştığı bir kadın yıllar sonra şarkılarına esin kaynağı olacak ve yaşantısı boyunca paylaştığı aşkının izlerini günümüze kadar taşıyacaktı.
‘So Long Marianne’ şarkısının hikayesi işte böyleydi.Marianne, Norveçli eşi tarafından çocuğu ona bırakılarak terk edildikten sonra yaşadığı Hydra Adası’nda Leonard ile karşılaştığında duygularını şöyle anlatır. “Hydra o yıllar öğlen bir, akşam bir saat elektriği olan, gece gaz lambasının aydınlattığı ortamlarda insanların yiyip içtiği, sohbet edip şiirler yazdığı, şarkılar bestelediği sanatçıların yaşadığı bir adaydı. Yalnız yaşasam da mutluydum. Bir gün bakkaldan süt alıyordum. Kapıda biri belirdi. Kolları sıvanmış bir gömlek ve beyaz spor ayakkabı giymişti. Güneş arkasından vurduğundan yüzünü göremiyordum. Bana ‘Dışarı gelip bizimle oturmak istemez misin?’ dedi. Etkilenmiştim.” Marianne ile Leonard Cohen kısa sürede önce dost olurlar, daha sonra da sevgili.
Adada harika günler geçirirler. Fakat çocuğu için Norveç’e dönmek isteyen Marianne’i Leonard ikna ederek Kanada’ya götürür, çocuğu ile birlikte yıllarını paylaşır.
Hikayenin sonu bu noktada önemli değildir. Yolları bir şekilde ayrılır, her biri yaşantılarına farklı yerlerde devam etseler de yaşantılarında başka kişiler olsa da, daima birliktedirler.
2006 yılında Cohen 75 yaşında Norveç’te sahneye çıktığında seyirciler arasında tanıdık bir yüz gördü. O yaşlarda sarışın bir kadın iki torunuyla birlikte yüzünde gülücüklerle kalabalığın arasındaydı. İlişkileri biteli yıllar olmuştu. Marianne 30 yıldır evliydi ve mutluydu.
Şöyle diyordu, “Leonard’ın her zaman beni sevdiğini, koruduğunu ve anılarımızın paydasında yaşamlarımız olduğunu bilirdim. Hatıramız bir ömür boyu aramızda yaşadı. Acı ve tatlı anlarımızda paylaştığımız duygular, uzak bir anı değil, günlük yaşantımızın koruyucu yoldaşlarıydı.”
Şimdi de konserde ‘So Long Marianne’i söylerken Cohen’in neden bahsetmek istediğini artık çok iyi biliyoruz. Önce kendine ve Marianne’ine seslenmektedir. Marianne de ona cevaben “Senin gözlerinde beni olmak istediğim gibi gören bir şey vardı” der.
“Uykusuz son sığınak uyuyan dünyada üstünlük duygusudur. / Teldeki bir kuş gibi / eski bir gece yarısı korosundaki sarhoş gibi / kendimce denedim özgür olmayı.”
70’lerde Suzanne Elrod ile evlenmiş,1972’de Adam isimli bir erkek ve 1974’te de ismini Frederico Garcia Lorca’dan alan Lorca isimli bir kız çocukları olduysa da çift 1979 yılında ayrılmıştır. 1967’de Avrupa folk müziği tarzında başladığı müzik kariyerinin ilk albümü olan ve içinde şimdilerde hepimizin bildiği ‘Suzanne’, ‘Sisters of Mercy’, ‘So Long Marianne’ ve ‘Hey, That’s No Way to Say Goodbye’ gibi şarkıların olduğu ‘Songs of Leonard Cohen’ onu daha ilk albümle hem tüm dünyaya ilan etmişti bile.
Daha sonra 1969’da ‘Songs from a Room’ ve 1971’de ‘Songs of Love and Hate’ isimli iki albümle bu başarının bir tesadüf olmadığını da herkese kanıtlamıştır.
Cohen’in ilk dönem çalışmalarına bakıldığında, usta işi yapıtlarını, edebi kimliğin altyapısıyla ürettiği kolaylıkla görülebilir. Onun müzik ve edebiyattan oluşan çift kariyeri yıllar boyunca birbirlerini beslemiştir.
70'lerde dünya müziği üzerine çalışan Cohen’e, 80'lerden itibaren bas bariton tonda söylediği şarkılarında, derin anlamların süregeldiği arayışlara yöneldiği görülür. 1984’e çıkan ‘Various Positions’ isimli albümünün içinde bulunan ‘Hallelujah’ şarkısı dünyanın her yerinde halen ilahi bir ağırlıkla dinlenen, mistik, ruhani bir şarkıdır ve birçok müzisyen tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır.
“Aşk bir çeşit zafer yürüyüşü değildir” der Hallelujah şarkısında. “Şiir sadece hayatın bir delilidir. Hayatınız iyi yanıyorsa, şiir sadece küldür.”
Yıllar geçtikçe yapıtlarıyla müzik kariyerini derinleştirmiş olan Cohen, insan hayatını acımasızca irdeleyen ve insanlığın en büyük sorunlarına dair sorular soran şarkılarıyla toplumlara yön vermiş. Demokrat kişiliği ve dünyaya eleştirel bakışıyla yeni düzenlere ön ayak olmuş, varlıkların sorunsalı üzerine insanları şarkılarıyla düşündürmüştür.
Onu dinlemenin insanı karamsarlığa sürüklediğini düşünenlere en güzel cevabı; “Kendimi kötümser olarak görmüyorum. Bence kötümser insan yağmur yağsın diye bekler, oysa ben kendimi iliğime kadar ıslanmış hissediyorum” sözleriyle yine kendisi vermiştir.
O zamansız bir sanatçıdır. Hüznü ve asaletinin, yanı sıra incelikli başkaldırının belki de yeryüzündeki tek ve istisnai örneğidir.
77 yaşındaki Leonard Cohen, uzun bir aradan sonra yeni albümü Old Ideas’ı yayınladı. Kanadalı ozan, şarkılarında ölüme dair düşüncelerini, yalnızlık şeklinde maddeleşmiş aşkları ve kronik umutsuzluklarını dile getiriyor. Bu geriye yönelik bakış, ozanın yaşamla belki de son kez yeniden yüzleşmesinin bir dışa vurumu gibidir.
En çok satanlar listelerinde, mağazaların CD vitrinlerinde onun adını sıkça göremezsiniz. Radyolarda, kliplerde şarkıları ile sık sık karşılaşmazsınız. O mucizenin gelmesini beklemez.
‘Waiting for the Miracle’ şarkısındaki çarpıcı sözlerle doludur kendi hayat tecrübelerinden damıttığı, belki de üniversitelerde ders konusu edilebilecek hikayeleri.
Bebeğim, ben hep bekledim / gece ve gündüz bekledim / zamanı gözüm görmezken / hayatımın yarısında bekledim.?Ama ben bekledim / hep mucizeyi, o mucizenin gelmesini / beni gerçekten sevdiğini biliyordum. / Ama, bilirsin işte, prangalardaydım. / Canını acıttığına eminim, / gururun incinmiş olmalı / camımın önünde / davul zurnayla beklerken / ve ben orada öylece mucizeyi, o mucizenin gelmesini beklerken.
Her sözüyle yanaştığınızda canınızı yakacak cinsten cümleleri dillendiriyor. Gerçekçiliğiyle ya sizi ‘özgür’ bırakacak ya da daha da kedere gömülmenizi sağlayacak hikayelerdir bunlar.
Ama aslında, hep anlattıkları, tam da aksine, hayatın enginliğine ve varoluşun sonsuzluğuna aittir…