2012 Londra Olimpiyatları, açılış gösterileri gibi yine etkileyici bir kapanışla sona erdi. Türkiye için madalya anlamında vasat bir olimpiyat oldu ama en azından birçok dalda katılmaya hak kazandık ve halter-güreş ikilisinin hegemonyasından kurtulduk. Bu olimpiyatlarda ilgimi çeken dört alan var; işin sportif, kültürel, sosyal ve ekonomik boyutları. Bunları Türkiye’nin 2020 olimpiyatlarını düzenlemeye aday olması başlığı altında inceleyelim
Öncelikle olimpiyatların, yapıldığı şehrin tanıtımına olan katkısı tartışılmaz. Bırakın gelecek yüz binlerce turistin döndüklerinde birbirlerine şehri anlatmasını, gösteriler sayesinde milyarlar bu ülkeyi ve kenti tanıma firsatı buluyor. Böyle bir olayı para versek, desek ki bir milyar kişi otursun televizyonunun başına ve bizim şehrimizin tanıtımını izlesin, yapamayız. O açıdan cok önemli. Fakat bu kadar kişinin ülkeni ilk defa görüyor olmasının dikkate alınması gereken bir noktası varsa o da ülkeni hangi temalarla tanıtacağındır. Burada Türkiye’nin hangi özelliğine vurgu yapacağı konusunda şüphelerim var. Sembolik olarak üç özellik öne çıkıyor; biri tabii ki iki kıtayı birbirine bağlayan köprülerimiz, ikincisi İstanbul’un sembolü lale ve sonuncusu da şehrin kendisi. Bu üç alana verilecek önemi iyi tartmalıyız. Şehir bölümünde din vurgusunu abartmamak bana göre hayati önem taşıyor. Hem ülkemize özgü bir olay olmamasından dolayı hem de İstanbul’un kültürel çeşitliliğini sarsmamak adına…
Sosyal anlamda bir endişem ise halkın bu olimpiyatlara vereceği tepki. Sporcuların güvenliğini sağlayabilmemiz bu anlamda çok önemli bir konu. Olimpiyatlar her sporcu için uzun sürmüyor. Birçoğu için birkaç gün içinde bitiyor ve kalan zaman parti yapmaya kalıyor. Ara sıra turistlerin başına gelenlerin olmaması için sıkı önlem alınması şart. Bunun yanı sıra bana göre en kritik konulardan birisi seyircinin stattaki davranış biçimi. Bu konuda okullardan tutun, üst düzey yetkililere kadar büyük bir kampanya başlatılması hayati önem taşıyor. Sahaya atlanmayacağından, stada meşale sokulmayacağından, küfür edilmeyeceginden ve en önemlisi bir ülkenin kazandığı bir yarış sonrası milli marşlarının yuhalanmayacağından emin olmamız lazım.
Sportif olarak ise iyi bir gidişat olduğunu düşünuyorum. Daha çeşitli alanlarda ve hatta takım turnuvalarında boy göstermeye başladık. Bunun sürekliliğini sağlamak lazım. Yalnız her kulvarda katılmak kadar madalya almak da önemli tabii. Bunu neden başaramadığımız incelenmeli. Belki İngiltere, Amerika gibi başarılı ülkelerin spora yaptığı yatırımlar örnek alınmalı. Sporcuların çalışma temposundan mı, medyanın daha olimpiyatlar başlamadan her temsilcimizi göklere çıkarmasından mı yoksa katılan sporcularımızın bazılarının Türkçe bile bilmeyen, Afrika kökenli insanlar olup turnuva sonrası hemen ülkelerine dönecek olması mı araştırmak gerekiyor. Bu konuda uzmanların ne kadar bilimsel çalıştığı hakkında ciddi şüphelerim var. Daha anaokulu çağlarında bir spora yönlendirme başlaması lazım ama biz bunları konuşmamız tartışmamız gerekirken 4+4+4 gibi sistemlere takılıyoruz.
Son olarak, ekonomik anlamda cok detaylı öngorüler yapılması önemli çünkü bu işin maliyeti bizim gibi buna şimdilik hiç de hazır olmayan bir ülke icin devasa olacaktır. Ulaşımından basın merkezine, statlarından sportif yatırımlarına kadar büyük bir bütçe bizi bekliyor. Bu giderlere karşılık ne gelir geleceği iyi hesaplanmalı. TUIK gibi kurumların katkısı önemli. Yunanistan gibi yanlış hesaplamalara kurban gitmeyelim.
Tüm bu alanların ışığında, 7 Eylül günü Buenos Aires’te karar verilecek 2020 Olimpiyatlarının yapılacağı kent hayırlı olsun diyorum. Umarım 1992’den beri 5. kez başvurduğumuz bu organizasyon bu sefer bize kalır.