7-30 Haziran döneminde ilk aşaması gerçekleşen Sibel Horada’nın ‘Yangın Mahalli’ sergisinin ikinci aşaması ‘Yangın Günlükleri’, 1-7 Eylül haftasında Daire Sanat Galerisinde izlenebilir. Aynı dönemde Hollanda’da bir grup genç Türk sanatçısının açacağı sergide de eseri yer alacak olan Sibel Horada, yakinen takip edilmesi gereken bir sanatçı…
“Bir simgenin yokluğu, bir yokluğun da simgesidir her zaman” diye okumuştum Fransız yazar George Perec’in ‘Kayboluş’ adı ile Türkçeye çevrilen kitabı hakkındaki bir eleştiride. İkinci Dünya Savaşında anne ve babasının kayboluşuna tanık olan Perec, bir harfi ortadan kaldırarak yazdığı bu kitabıyla hayatına damgasını vuran büyük boşluğu vurgulamıştı. Nitekim Fransızcada okunuşu ‘onlar’ anlamındaki kelime ile aynı olan ‘e’ harfinin yokluğu, varoluşunu savaşta kaybolanların simgesi olarak okurun belleğinde roman boyunca sürdürür. Heykeltıraş Sibel Horada’nın 1 Eylül haftası ikinci yarısı ziyarete açılacak olan ‘Yangın Günlükleri’ sergisi de aynı şekilde bir taraftan yoklukların, eşyaların, kişilerin ve toplumların bellekleri üzerindeki varlıklarını, bir yandan da kayboluşları takip eden sessizlikleri, suskunlukları sorgulamakta.
2007 yılında HSBC Bankasının düzenlediği ‘Barış ve Dostluk’ yarışmasında ‘Barış Güvercini’ adlı eseriyle birinciliğe layık görülen ödüllü sanatçı Sibel Horada’nın yoklukları, kayıpları, ardından gelen izlerin kayboluşlarını ve beraberindeki sessizliği ilk işleyişi değil bu sergi. 2009–2010 yılında Yıldız Teknik Üniversitesinde ‘Hiç Var Olmamış Gibi’ isimli yerleştirmesi ile kayıpların izini belirlemeyi kendine görev edinen sanatçı, geçtiğimiz bahar eski Matsa Fırınında düzenlenen ortak çalışmada bu görevi devam ettirdi. Şimdi de yangınların ve özellikle 1922 yılında gerçekleşen, üzerinde neredeyse hiç konuşulmadığı için toplumsal bellekte silinmeye bırakılan büyük İzmir yangınının simgeselliğinde, genelde göçleri, özelde İstanbul’daki ağır göç sorunsalını ve bu toplumsal dönüşüm çerçevesinde yaşanan yangınları incelemekte.
İki aşamalı olarak planlanan serginin ‘Yangın Mahalli’ isimli ilk aşaması geçtiğimiz haziran ayında gerçekleşti. “Giriş bölümünde yer alan ‘Üç göç bir yangına bedeldir’ adlı çalışmamda yarım aşamaya kadar yaktığım kasalardan bir yerleştirme yaptım. Özellikle yaşadığımız İstanbul şehri sürekli insanların hareket ettikleri, toplumun değişim içinde olduğu ve göç hareketlerinin çok yoğun olduğu bir şehir. Bu göç hareketleri toplumu ve şehri sürekli değiştiriyor. Değiştirirken de bir şeyler silinip kaybolmakta. Oysa bu konu hiç konuşulmuyor”. Mekâna girer girmez izleyiciyi saran geniz yakıcı yanık kokusunun simgelediği ve kişisel/toplumsal bellekte yaşamaya devam eden anılara rağmen “Bırakıyoruz yok olup gitsin. Oysa ondan bir iz yakalamak lazım. Zira yok olan aslında kültürümüz ve geçmişimiz, yaşamımızdaki çeşitlilik.”
Galerinin tamamı birbirini bir kavram dâhilinde bütünleyen tek bir eser. Neredeyse izleyici de bu eserin parçası. Alıp evine götüremiyor. Peki, ne oluyor bunca emek, bu kasalar nereye gider sergi bitince? Sanatçı yaratıcı ve düşünsel anlamda geliştirmiştir eserini, izleyiciye de düşünsel anlamda bir katkısı olmuştur kuşkusuz. Bu yeterli midir sanatçı için? Ne düşünür sanatçı, onca emek harcayıp yarattığı bir eserin sergi sonunda parçalarına ayrılıp yok edilmesi halinde? “Yaratıcı sorgulama süreci bir şekilde devam ediyor aslında. Serginin iki aşaması arasında Karadeniz’de bir plajda kasaları yakarak ilk aşamada başlattığımız yangın sürecini tamamladık. Önce o plajda kasaları yeniden sergi alanındaki gibi yerleştirdik. O anda, aslında çok iyi bir fikir olan yangını gerçekleştirmek beni çok etkiledi. Hatta bir süre devam edemeyeceğimi düşündüm. Ancak, beraberimdeki fotoğrafçı arkadaşımın çekimlerini gördükçe, bu yok etme işleminin içindeki yaratıcılığı da fark edip “devam” dedim. Aslında, kayıpların içinde bir kazanım da var. Yangın ve göçler bir şeyleri silip yok ederken, yaşama yeni bir yaratıcı enerji de katmakta. Önemli olan yaşanmışlıkların izlerini koruyabilmek.” Bizleri biz yapan yaşanmışlıklardır sonuçta.
“Serginin ikinci odasında ‘Yangın Günlükleri’ adı altında, İzmir yangınının simgeselliğinde büyük İstanbul yangınlarının ve tüm yangınların sonucunda oluşan bu kayıpları hatırlamayı tercih ettim.”
Yitirilmeler yok olmalar… Yangın, kökten bir dönüşüm! Her şey yok oluyor ve yepyeni bir yaşam başlıyor! Kaybolanların üzerine yaşam yeniden inşa ediliyor. “Maddenin yanı sıra madde ile birlikte bellek de bir anlamda susturulmuş. Küçük toplumumuzda da ülkemizde olduğu gibi birçok yaşanmışlıkların üzeri sessizce örtülmüş. Bu konuşulmama durumu derinlerde bir çeşit yaranın kalmasına neden oluyor. Yaşam döngüsünde kayıplar var. Bir arkeolog gibi yakın geçmişte yaşanmış ve üstü örtülmüş yaraları kazıyınca, detaylarda bilgilere ulaşıyorsunuz. Bunları fark etmek ve izlerini çıkarmak gerek.” İzlerini belirlemek bir anlamda toplumsal iyileşmenin de başlangıcı. Türkiye’de geçmişte konuşulmayan birçok konunun yeninden konuşulabildiğini fark ediyor sanatçı.
İzmir yangını da bir nevi göç gibi. Yakın tarihte gerçekleşmiş olmasına rağmen üzerinde hiç konuşulmamakta. “Yaşanmışlıkların ardından gelen sessizlikleri anlayamadım uzun zaman. Ancak Matsa Fırınındaki sergiyi yaparken sessizliğin içindeki anlamı da fark etmeye başladım. Toplumsal olarak kendini koruma içgüdüsünden kaynaklandığını fark ettim. Sessiz kalabilmenin de bir güç olabileceğini anladım. Ve fark ettim ki, sorguladığınız zaman bazı hafızalarda ya da bazı objelerde hala kalmış izleri bulmanız mümkün. Dikkatli bir bakışa sahip olan kişide şehir planında bile yangının izleri görebilmekte. Daha geniş sokaklar, Kültür Park hep bu yangın alanının üzerine kurulmuş.”
“Serginin ilk aşamasında mekânın giriş odası dolu, ikinci oda göreceli olarak boştu. Girişteki yarım yanmış kasalardan oluşan bir yerleştirmeyi anlattığım gibi, ara dönemde yakarak süreci tamamladım. Küllerin toplayabildiğim kısmını aldım, kalanı yeniden doğaya karıştı. Aynı giriş odasında serginin bu ikinci aşamasında kasalardan geriye kalanlar ve yangının izleri olacak.” Bir taraftan giriş bölümü boşalıp yangının silinmekte olan son izlerini vurgularken, diğer odada toplanan tanıklıkların ışığında izler kaydedilip toplumsal tarihte hak ettikleri yeri yeniden edinme gayreti içinde: “Burada yaşamı boyunca ufak kâğıtlara günlükler tutan ve ölümünden sonra yakınlarının kitaplaştırdığı Roland Barthes’ın ‘Yas Günlükleri’nden etkilenerek benzer bir çalışma yaptım. Ben de aynı şekilde serginin ilk aşaması sürerken İzmir yangını ile ilgili görüşmelerimde ortaya çıkan bilgileri şeritsiz dolayısıyla mürekkepsiz bir daktilo’da ufak kâğıtlara yazdım. Mürekkep, yokluğu ile yangında yok olanları anımsatmakta. Oysa zaman içinde mürekkep de yok olur, geriye bir bilgi kalmaz. Mürekkep kullanmadan basılan notlar üç boyutlu halleri belleklerde çok daha uzun süre kalabilecektir.”
Kayboluşlardaki varlıkları, sessizliğin içindeki sesleri açığa vurmaya çalıştığını gözlemliyorum Horada’nın ve merak ediyorum. Sergi boyunca üzerinde vurgulama yapmadığı fakat serginin tamamının içinde varlığını sessizce sürdüren ‘zaman’ kavramını, sanatçının zaman algısını merak ediyorum. “Önceleri yangının zamana karşı olduğunu düşünüyordum. Çünkü yangın zaman içinde oluşmuşlukları silip yok ediyor. Ancak sonra anladım ki, yangın nasıl bir şeyleri siliyorsa, aslında zaman da bir şeyleri yok ediyor, yenilere yer açmak için. Silmek ve yaratmak aslında her ikisinin içinde de var”
Sergi bir süreç sergisi, sanatçı da öyle… Her an oluşumda, her an dönüşümde. Yola çıkarken gerçekleştirmeyi planladığı fikirler kısmen oluşmakta, kısmen süreç içinde değişip dönüşmekte. Dönüştükçe yenilenmekte ve sanatçı kendini yeniden yaratmakta. Tıpkı yaşam gibi, zaten sanat da bir anlamda yaşamın yeniden yaratılması değil midir?