İzak Baron´dan Ağımıza Takılanlar

Bu pazar yani bugün dünyadaki tüm Museviler Roş Aşana’yı kutlayacaklar. Musevi takviminin yılbaşı günü Roş Aşana. Kurdukları özenli sofralarda iyi ve bereketli bir yıl dileyecekler. Tüm insanlık için güzel dileklerde bulunacaklar. Mutfaklarında elma tatlısı, pırasa köftesi, kabak böreği pişecek. Bereketi temsilen nar bulunacak evlerinde, elma mutlu başlangıçları simgeleyecek.Ne güzel bir tesadüf ki, bu anlamlı gün sonrası çocuklarımız da yeni eğitim ve öğretim yılına başlayacak. Toplumlar işte böyle huzura kavuşacak, her bir kapının heyecanı diğerine karışacak, mutluluğu başkalarıyla paylaştıkça artacak, acılar yanı başımızdakine el verdikçe dinecek.... SELİN KUTUCULAR

Diğer
19 Eylül 2012 Çarşamba

İsrail’in korkuları gerçek ancak senaryoları o kadar da gerçekçi değil

 

Türkiye’yi yakından tanıyan eski İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Alon Liel bir numaralı konuşmacıydı...“Olumlu Suriye senaryosu”nu şöyle özetledi:

 Suriye’deki gelişmelere İran’ın değil Türkiye’nin yön vermesi...

 Ve bir de Suriye’nin ulus devlet olarak kalması...

Liel, kendine özgü üslubuyla başlıca iki mesaj verdi.

 Biri, “Normalleşme için Gazze önkoşulunun kaldırılması” idi:

“Suriye sorununun Türkiye ve İsrail’i yakınlaştırması gerekiyordu, bu olmadı. Filistin konusu yüzünden... Oysa Filistinlilerle anlaşmak gündemimizde değil. İran en büyük önceliğimiz. Filistinlilerle anlaşsak bile kimse bizi sevmeyecek. Neden vakit kaybedelim? Türkiye’yle ilişkilerimizdeki gerçek tıkanma özür değil, Filistinliler konusudur.”

Diğer mesaj da Suriye krizinde işbirliği idi:

“Filistin konusunu izole edersek Suriye’de birlikte, istihbarat ve mülteciler politikası gibi alanlarda  muazzam şeyler yapabiliriz. Türkiye ve İsrail’in stratejik koordinasyonu bütün resmi değiştirebilir Suriye’de. İran hepimiz için bir tehdittir. Nükleer tehdittir ve Türkiye’ye karşı Suriye’de tehdittir.” Nihayet, şu cümleye dikkat:

“Türkiye İsrail’e karşı tavrını değiştirebilseydi, Suriyeli isyancılar da İsrail’e karşı tavırlarını değiştirirlerdi.” Kıssadan hisse o ki İsrail, ilişkilerini normalleştirdiği bir Türkiye’nin Suriye’nin garantörü olması yoluyla hem İran’ı geriletmenin, hem de iyi bir Arap komşuya kavuşmanın arzusunda. Tamam da, İsrail’le normalleşme AKP dış politikası için şimdi hayati önemde değilken Başbakan Erdoğan neden bizzat ilan ettiği Gazze önkoşulunu kaldırsın? İsrail kategorik bir özür dilese bile Gazze’siz normalleşme olmaz.

İkincisi, AKP Türkiye’sinin Suriye bahsinde İsrail’le görünür ya da gizli bir işbirliği, Suriye ve Arap dünyasında bugüne kadar biriktirdiği ahlaki ve siyasi sermayeyi kediye yüklemekle eş anlamlıdır. Ankara, ihtiyacı olsa bile Suriye bahsinde İsrail’le işbirliğini yeğlemez.

İsrail’in korkuları gerçek ancak senaryoları o kadar da gerçekçi değil. 

 

Kadri Gürsel

http://dunya.milliyet.com.tr/israil-in-suriye-korkusu-ve-turkiye-hayali/dunya/dunyayazardetay/17.09.2012/1597461/default.htm

 

 

 

  • Bacile, AP’ye filmin 5 milyon dolara mal olduğunu, adı açıklanmayan 100 zengin Musevi (Eco’nun romanında, Prag Mezarlığı’nda toplanarak dünyayı ele geçirme planları yapan gizli örgüt üyeleri gibi) tarafından finanse edildiğini açıklamıştı.

 

Perşembe günü olaylara yol açan film klibine ilişkin ilk bilgiler gelmeye başlayınca, karşımızda bir “orijinal sahte film” manzarası oluştu.

Filmin, Sam Bacile/Basseley adındaki yapımcısına ulaşmak olanaklı olamıyordu. Associated Press’le konuşurken kendini, Kaliforniyalı bir Yahudi müteahhit olarak tanıtmıştı, ama İçişleri Bakanlığının kayıtlı müteahhitler listesinde adına rastlanmıyordu. “Bazı” İsrail kaynakları, hayır Yahudi değil, Mısırlı Kıpti Ortodoks Hıristiyan olabilir diyordu. Los Angeles Kıpti Başpiskoposu, cemaatinde böyle biri olmadığından emindi.

Bacile, AP’ye filmin 5 milyon dolara mal olduğunu, adı açıklanmayan 100 zengin Musevi (Eco’nun romanında, Prag Mezarlığı’nda toplanarak dünyayı ele geçirme planları yapan gizli örgüt üyeleri gibi) tarafından finanse edildiğini açıklamıştı. Ama film endüstrisinde bu adamın adını bilen yoktu. Filmde oynatılan aktörlerin konuşmalarının çok amatör bir dublajla değiştirildiği anlaşılıyordu. Aktörler, aldatıldıklarını iddia ediyorlardı; “Çöl Savaşçısı” başlıklı bir filmde oynayacakları söylenmiş. Film George adlı romantik ama acımasız bir despotun yaşamını konu edinecekti...

Filme danışmanlık yaptığını iddia eden Steve Klein adlı biri, “Filmin adını başlangıçta ‘Bin Ladin’in Masumiyeti’ koyacaktık, amaç El Kaide taraftarlarının filme gelmesini sağlamaktı, yalnızca Los Angeles’ta gösterecektik” diyormuş, kendini “sıradan bir James Bond” olarak tanımlıyormuş.

Derken İsrailli yetkililer Bacile adlı bir Musevi’ye kayıtlarında rastladıklarını açıkladılar, bir de telefon numarası vardı. Telefon kesikti, ama adreste Nakoula Basseley Nakoula adlı bir adam kayıtlıydı. Nakoula’yı da bulmak olanaklı olamıyordu. Eve bir kez daha giden gazetecilere, bu kez orada o isimde kimsenin olmadığı söyleniyordu. Associated Press muhabiri Los Angeles’ta bir adreste Nakoula’yı buluyordu. Adam, filmi yapan şirketi yönettiğini, Kıpti Hıristiyan olduğunu açıklıyor ama, kendisinin Sam Bacile olmadığını savunuyordu. Cumartesi günü tutuklandığını öğrendik.

Basın, klibin varlığını, Morris Sadık isimli birinin Kuran yakarak ün kazanan papaz Terry Jones’ın 11 Eylül vesilesiyle düzenlediği olayı haber veren mesajına eklenmiş Youtube linkinden öğrenmişti.

Özetle karşımızda, kimliği belirsiz bir yapımcının, olmayan bir filmine ait bir klip var. Bu “orijinal sahte klip”, ABD’nin Libya Konsolosu’nun ölümüyle, Mısır’daki ve genelde Ortadoğu’daki gelişmelerle, hatta Suriye olayıyla ne bağlamda ilişkili? Bu klibi kim ne amaçla üretti, kimler ne amaçla kullanıyorlar? Bu saldırı sırasında konsolosluktaki kimi, Libyalı ABD ajanlarının isimlerini, gizli evlerin adreslerini içeren hassas belgelerin kaybolması ne anlama geliyor? Olaylar, ABD’nin bölgeden çıkışını hızlandıracak mı? Yoksa yeni savaşlara mı yol açacak? Bu soruların cevapları istihbarat örgütlerinin “Prag Mezarlığı” romanında anlatılan karanlık dünyasına ait.

Ergin Yıldızoğlu

http://cumhuriyet.com.tr/?hn=365772

 

 

  • Özellikle orduda ve savunma kurumunda bulunan pek çok İsrailli, bir İsrail saldırısının İran’ın programını ortadan kaldırmayıp sadece erteleyeceğinin farkında

 

Obama yönetimi küresel bir koalisyon kurdu, bugüne kadarki en sert yaptırımları uyguladı, bir dizi gizli program üstünde İsrail ile birlikte çalıştı ve İsrail’e uzun süredir arzuladığı askeri donanımı sağladı. Buna ek olarak, Obama yönetimi son çare olarak güç kullanmaya niyetli olduğunu fazlasıyla açık etti. Fakat daha ileri gidip önceden bir kırmızı hat belirlemek, ABD’yi savaş açmaya mecbur bırakır; hiçbir ülke böyle bir taahhütte bulunmaz.

Netanyahu net bir çizgi çekmeyi reddettiği için Obama’yı kınarken, böyle bir çizgiyi kendisinin de çekmediğini belirtmek isterim. İsrail, savaş nedeni sayacağı bir eylem veya zenginleştirme seviyesi tayin etmiş değil. Sebep çok açık: bunu yapmak İsrail’in seçeneklerini sınırlandırır. Eğer İsrail’in bunu yapması akla yatkın değilse, ABD’nin yapması neden olsun?

Bir İsrail harekatı kesin değil. İsrail’de ateşli bir tartışma sürerken, çoğunluk tek taraflı harekete karşı çıkıyor. İsrail’de kabine hükümetli bir parlamenter sistem olduğu için, harekete geçmek için tüm kabinenin ve daha küçük çaplı güvenlik kabinesinin kabul oyu vermesi gerekiyor. Ve Netanyahu’nun büyük çoğunluğun desteğini alamadığı yönünde işaretler var.

Özellikle orduda ve savunma kurumunda bulunan pek çok İsrailli, bir İsrail saldırısının İran’ın programını ortadan kaldırmayıp sadece erteleyeceğinin farkında. Bu program, muhtemelen hızla ve daha büyük bir azimle tekrar inşa edilebilir. Colin Kahl, yaygın inanışın aksine, İsrail’in 1981’de Osirak reaktörüne düzenlediği saldırının gerçekte Saddam Hüseyin’in nükleer silah inşa etmeye karar verme sürecini hızlandırdığını belgeleyen birkaç akademisyenden biri. BM müfettişleri 1991’de İran Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ı ziyaret ettiklerinde, Saddam’ın programı ne kadar hızla yeniden inşa ettiğine şaşırmışlardı.

 

Ferid Zekeriya

http://haber.stargazete.com/yazar/kirmizi-hat-cilginligi/yazi-689425

 

 

  • Suçluydu ama neden suçlu olduğu söylenmiyordu kendisine. Neye karşı çıkması gerektiğini bilmiyordu.

 

Varoluşçuluk felsefesinin en önemli düşünürlerinden biri olan Karl Jaspers iki dünya savaşı arasında Yahudi bir kıza âşık olmuş ve onunla evlenmişti. Önce psikiyatri ihtisası yapmış, ardından da Heidelberg Üniversitesi Felsefe Kürsüsü’nde felsefe çalışmaları yapmaya başlamıştı.

Bir üniversite kenti olan Heidelberg’in entelektüel ve kültürel ortamı içinde Nazizmin hızla yükselişinden neredeyse hiç etkilenmeden çalışmalarını sürdürüyordu. Gerçi varoluş felsefesinin bir diğer önemli düşünürü, Varlık ve Zaman’ın yazarı Martin Heidegger’in Freiburg Üniversitesi’ne rektör seçildikten sonra yaptığı konuşma onu ürkütmüştü ürkütmesine ama yaptığı tek şey Heidegger’e bir mektup yazarak hayal kırıklığını ifade etmek ve onunla ilişkisini kesmek oldu.

Oysa karısının erkek kardeşi uyarıp duruyordu onu. Hitler’in iktidara gelişinden çok önce Yahudilerin fırınlarda yakılacağından korktuğunu anlatıyordu Jaspers’a, akşam yemeğinden sonra dört duvarı kitaplarla kaplı çalışma odasında kahve ve konyaklarını yudumlarlarken.

Jaspers ona gereksiz yere telaşlandığını söylüyor, Alman ırkının sağduyusuna güvenmesi gerektiğini vurguluyordu. Jaspers sakindi, ta ki ders vermesi yasaklanana ve kitaplarının yeni baskılarının yapılmasına izin verilmemesine kadar.

Neden ders verilmediğiyle ilgili net bir açıklama da yapılmıyordu kendisine. Bir başka Yahudi yazarın Hitler’den çok önce anlatmış olduğu o Kafkaesk dünyadaydı sanki. Suçluydu ama neden suçlu olduğu söylenmiyordu kendisine. Neye karşı çıkması gerektiğini bilmiyordu.

Yahudi soykırımı başladıktan sonra da harekete geçmekten korktu Jaspers. Ne yapacağını da bilmiyordu. Evet önemli bir felsefeciydi, etkili bir kalemdi ama yazdıkları yüzünden Yahudi karısına zarar gelmesini de istemiyordu.

Gün geldi, yiyecek bir şey bulamadıkları oldu. Bir ara kendilerini öldürmeyi düşündüler. Stefan Zweig ve karısı gibi. Vazgeçti, mücadele etmek gerektiğine karar vermişti sonunda ama artık gerçekten yapabileceği bir şey yoktu. Almanya karısını ve kendisini bir toplama kampına götürmek üzereyken, Amerikan birlikleri Heidelberg’e girdi. Jaspers Almanların elinden Amerikalılar tarafından kurtarılmış olmanın kederini duyduğunu yazdı günlüğüne.

Daha sonraki aylarda yayımlanan ilk eseri, toplumsal suçluluk duygusu üzerineydi. Özetle, eğer bir toplumda bireyler yanlış olduğunu bildikleri bir şeyin yapılmasına ses çıkarmıyorlarsa, bu yanlış kendi kapılarına dayanana kadar ülkede yapılanları görmezden gelmeyi tercih ediyorlarsa, suçludurlar, diye yazdı. Alman ulusu suçludur, diye ekledi, üstüne basa basa.

 

Alper Hasanoğlu

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1100531&Yazar=DR.-ALPER-HASANOGLU&CategoryID=41

 

 

  • Netanyahu özür dilemeye razı ama tek korkusu rakibi Liberman’ın bunu seçim kampanyasında kullanması

 

Bir ay içinde bu kadar çok gelişme yaşanınca Ankara gazetecisi olarak ister istemez takip ederken buldum kendimi. Ne oluyor? Nereden çıktı bu özür diyaloğu? Doğrudan muhataplarına sordum. Öncelikle şunu söyleyeyim: Türkiye açısından değişen bir şey yok. Ankara hâlâ İsrail’in resmen özür dilemesini ve ‘Apology’ ifadesini kullanmasını istiyor. ABD’liler, İngilizler ve Bazı AB ülkeleri ‘sorry’ye razı olun” telkininde bulunsa da Dışişleri, “Hele bir İsrail adımını atsın, biz o zaman tavrımızı gösteririz” karşılığını veriyor.

Bir başka bilgi de şu: Birçok Yahudi işadamı, uluslararası örgütlenmeleri bulunan sivil toplum kuruluşları, değişik ülkelerin istihbaratçıları, askerleri, bakanları ve hatta başbakanları Türkiye ile İsrail arasında arabuluculuk yapmak için adeta sıraya girmiş. Mesela Bulgaristan ve Hollanda’nın Dışişleri Bakanları Ankara’ya bunu açıkça teklif etmiş. İngiltere dışişleri bakanı David Cameron da bu işi çözmek için istekli. Son dönemde Ankara’yı ziyaret eden ve Yahudi lobisi ile yakın ilişkileri bilinen CIA Başkanı’nın, ABD Genelkurmay Başkanı’nın çabaları da hafife atılır değil. Özetle söylemek gerekirse, daha çoğu İsrail üzerinde olmak üzere Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi için güçlü bir ‘Transatlantik baskı’ mevcut.

 “Bayram değil seyran değil, bu baskı niye” diye sorabilir miyiz? Bence zor. Çünkü, ‘Arap baharı’ diye başlayıp TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in dün dediği gibi ‘Arap Kışı’na dönme eğilimine giren ayaklanmalar, İsrail ve dolayısıyla da Yahudi lobisinin güçlü olduğu Batılı ülkelerde ‘yalnız hedef’ kaygısı yaratıyor. Çünkü, (yapılan değerlendirmelere göre) ABD ve İsrail karşıtlığının sokakta zaten yüksek olduğu Mısır, Suriye, Ürdün, Yemen ve benzeri Arap ülkelerinde, yönetimlerin de halk ile aynı noktaya gelmesi, İsrail için felakete giden bir sürecin de başlangıcı olabilir. Böyle bir dönemde şiddeti en güçlü şekilde reddeden ve ABD çıkarlarıyla ters düşmeyen Türkiye’nin İsrail’in karşısında olması felakete giden yolu daha da kısaltabilir. Bu değerlendirme bu günlerde İsrailli yöneticilere sık sık iletiliyor ve hem Netanyahu’ya hem Liberman’a ‘devlet adamlığı gösterin’ mesajı veriliyor.

Netanyahu’nun ‘üzerinde çalışıyoruz’ dediği yol, ABD’nin Pakistan’dan özür dilemesinde kullandığı yol olabilir mi? Türkiye’ye göre olmamalı. Çünkü ABD, bir savaş kazası için özür dilemişti. İsrail ise ortada bir çatışma yokken Türk vatandaşlarını uluslararası sularda öldürmüştü. O halde daha güçlü bir özür gerek. Netanyahu özür dilemeye razı ama tek korkusu rakibi Liberman’ın bunu seçim kampanyasında kullanması. Ancak ABD’lilerden gelen bilgiler de Liberman’ın ‘sorry’ ifadesi için kıyameti koparmayacağı yönünde. İsrail ‘sorry’ dediğinde ise top ‘ille de Apology’ diyen Türkiye’nin sahasına gelecek. Ankara şimdilik İsrail’in içinde bulunduğu zor koşulları hesaba katıp çıtayı indirmeme niyetinde...

 

Deniz Zeyrek

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1100491&Yazar=DENIZ-ZEYREK&CategoryID=97

 

 

  • İki hükümet de, ilişkilerin kesik olmasından karşı tarafın daha çok zarar gördüğü ve ona fazla ihtiyacı bulunmadığı kanısında.

 

 

İsrail’in önde gelen eski diplomatlarından Alon Liel ise sunumunda, esas engelin “özürden çok Gazze şartı” olduğunu ve bunun Filistin sorunu ile ilgili bir sorun olduğunu söyledi. Alon’un görüşüne göre, İsrail bu alanda bazı adımlar atmak durumunda. Bu yılın sonunda BM’de Filistin devletinin tanınmasının kesinleşmesi olasılığı büyük ve bu, İsrail’i politikasını yeniden gözden geçirmek zorunda bırakacak.

Arap Baharı’nın Türk-İsrail ilişkilerine şimdiye kadar herhangi bir etkisi olmadı. Alon Liel, Suriye krizinin Türkiye ile İsrail’in işbirliği yapması gereken bir noktaya doğru gittiğini, bunun iki ülkenin de yararına olacağını düşünüyor.

Ne var ki, iki tarafı da şu anda tutumlarını değiştirmeye itecek güçlü bir motivasyonu yok.

Esas mesele de bu. İki hükümet de, ilişkilerin kesik olmasından karşı tarafın daha çok zarar gördüğü ve ona fazla ihtiyacı bulunmadığı kanısında.

Tabii konu o kadar basit değil. Hele Ortadoğu’daki büyük çalkantılar ortamında...

Ama aynı tutumda ısrar edildiği sürece ilişkilerde bir değişiklik beklememek lazım.

 

Sami Kohen

http://dunya.milliyet.com.tr/turk-israil-iliskileri-ayni-noktada/dunya/dunyayazardetay/15.09.2012/1596747/default.htm

 

 

  • Türkiye kendisini zayıf düşüren, diplomatik enerjisini boşa harcamasına yol açana sorunlardan kurtulmak zorunda.

 

Görünen o ki Ortadoğu’daki gelişmeler İsrail’de halkın Türkiye’ye bakışını ciddi şekilde etkilemiş. Doğal olarak özre ve ilişkilerin normalleşmesine verilen destek koşulsuz değil. MITVIM’in anketine cevap veren insanlar Türkiye’de açılan davalardan, Suriye’de olan bitenden, İran’ın nükleerleşme çabasından bahsediyor.

Ancak ilişkilerin normalleşmesi için Türkiye’nin talep ettiği iki temel koşulun karşılanması konusunda tereddüdü olan insanların sayısı giderek azalıyor. Umarız İsrail ve Türkiye özür ve tazminat üstünde anlaşır, ilişkiler de eskiden olduğu gibi normal seyrine kavuşur.

Çünkü en az İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacı olduğu kadar bizim de İsrail’e ihtiyacımız var. İki ülkenin de Suriye’de, Irak’ta ve daha kim bilir nerelerde birbirinin ayağına basmamak için gayret göstermesi şart. Ne Türkiye ne de İsrail bölgenin dengeleri yeniden belirlenirken birbiri ile rekabet içinde olmamalı.

Ayrıca, Türkiye açısından bakıldığında İsrail karşıtlığının bölge siyasetinde etkili olmak için doyum noktasına ulaştığını söyleyebiliriz. Mısır’ın Müslüman Kardeşler iktidarı ile dünya siyaset sahnesine çıktığı bir zamanda Hamas dayanışması Türkiye’ye fazla bir şey kazandırmaz.

Kaldı ki Türkiye Filistin sorunu konusundaki tavrını da İsrail ile barıştı diye değiştirmek zorunda değil. Tek yapması gereken daha nüanslı bir dış politika benimsemek ve evrensel ilkeleri savunmak. Gazze’nin sadece İsrail değil Mısır tarafından da abluka altında tutulduğunu görmek. Gerektiğinde de İsrail’i uyarmak ve eleştirmek.

Fakat unutmayalım ki sorunlar envanterimiz her geçen gün daha da çok şişiyor. Dünyaya ilke olarak sıfır sorun öneren Türkiye’nin sorunlarını sıfırlamak için gerçekten çalışması gerekiyor. Aynı anda İsrail, Irak, Suriye, mülteci ve PKK sorunu ile birlikte baş etmek zor.

Bir de bunlara Kıbrıs sorununu ve Ermenistan ile bir türlü normalleşemeyen ilişkileri eklediğinizde her şey birbirine karışıyor. Pek çok ülke bu sorunlar arasında hiç hoşumuza gitmeyecek ilişkiler kuruyor. Bu ilişkiler ağı üstünden siyaset yapıyor.

Türkiye kendisini zayıf düşüren, diplomatik enerjisini boşa harcamasına yol açana sorunlardan kurtulmak zorunda. İsrail halkının tercihleri ve sürdürülen arabuluculuk çabaları şimdilik en azından bir tanesinden kurtulabileceğimize işaret ediyor.

Yeter ki biz de sorunlardan kurtulmanın önemine inanalım, elimizden gelen gayreti gösterelim. Ne de olsa “özür dilemek” kolay yapılacak bir siyasi tercih değil. Özür dileyeceklere güven vermemiz, hiç olmazsa bazı beklentilerinin karşılanacağını göstermemiz gerekebilir.

Diyeceksiniz ki Mavi Marmara’da olanları unutacak mıyız? Hayır, unutmayacağız. Ama en az orada olanları unutmayacağımız kadar iki ülke ilişkisinin önemli olduğunu, bölge jeopolitiğinde yaşanan değişimin normalleşmeyi gerekli kıldığını da unutmayacağız.

Unutmayacağımız bir başka şey de Türkiye’nin, daha doğrusu AK Parti iktidarının, 2008 sonuna kadar bu ülkeyle iyi ilişkiler içinde olduğu, İsrail Cumhurbaşkanı Peres’i TBMM’de ağırladığı, Suriye ile arasındaki sorunların çözümü için arabuluculuk yaptığı, yani kategorik İsrail karşıtlığını politika olarak benimsemediği olmalı.

 

Mensur Akgün

http://haber.stargazete.com/yazar/israil-halki-ozur-diyor/yazi-687837

 

 

  • Yani ‘anti-Semitizm’ konusunda bir hassasiyet bir hassasiyet ki sormayın, iş artık ‘İsrail’i eleştirmenin antisemitizme eşitlendiği bir noktaya kadar’ vardırılmış.

 

 

İsrail Büyükelçisi Kaliforniya Üniversitesi’nde konuşma yapacak. Büyükelçiyi dinlemek için yaklaşık beş yüz öğrenci toplanmış. Ama içlerinde on tanesi var ki onlar bu vesileyle Filistin halkının yaşadığı acı ve ıstıraplara dikkat çekmek istiyorlar.

Büyükelçiyi görür görmez başlıyorlar slogan atmaya: “Michale Oren, sen bir savaş suçlususun”, “Cinayeti savunmak ifade hürriyeti değildir”.

Amerika özgürlükler ülkesidir, bir şey olmaz diye düşünebilirsiniz. Ancak üniversite hemen bir disiplin soruşturması açıyor bu öğrenciler hakkında. Art arda disiplin cezaları alıyor çocuklar. Üyesi oldukları ‘Müslüman Öğrenciler Birliği’nin faaliyetleri durduruluyor. Bitmedi. Savcı çocuklar hakkında dava açıyor, ‘elçinin ifade hürriyetini’ engelledikleri için hapis ve diğer cezalara çarptırılıyorlar, mahkeme üç yıl süreyle gözetim altında tutulmalarına karar veriyor.

Bu bahsettiğim olay 2010 yılında gerçekleşti. Aynı Kaliforniya’da meclis, geçen ay üniversitelere göndermek için bir talimatname yayımladı. ‘Antisemitizmle ilgili’ başlığını taşıyan bu talimatnamenin numarası H.R: 35. Üniversitelere gönderilen bu talimatnamede İsrail devletini eleştirmenin anti-Semitizm olduğu belirtiliyor ve bu tür ‘antisemitik’ söylemlerin engellenmesi isteniyor. Bu genel açıklamaların yeterli olmayabileceği düşünülmüş ki, talimatnamede, örnek yoluyla bir sayım yapılmış, şunlar antisemitik söylem ve eylemler olarak gösteriliyor:

 

- İsrail’i şeytanlaştıran veya gayri meşru gösteren söylem ve tutumlar,

- İsrail’in etnik temizlik veya soykırım gibi korkunç suçlar işlediğini belirten konuşmalar, filmler ve sergiler,

- İsrail’i ‘ırkçı’ veya ‘ırk ayrımcı’ olarak tarif eden sözler.

 

Yani ‘antisemitizm’ konusunda bir hassasiyet bir hassasiyet ki sormayın, iş artık ‘İsrail’i eleştirmenin antisemitizme eşitlendiği bir noktaya kadar’ vardırılmış.

 

Orhan Kemal Cengiz

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1100248&Yazar=ORHAN-KEMAL-CENGIZ&CategoryID=98

 

 

 

  • -Ahmet: “Efendim, bu Yahudi yönetmenleri, sanatçıları gerçekten zaptetmek gerekiyor. Filmin gösterimini yasaklasak, You Tube’u kapatsak...”

 

 

-Ahmet: “Zaten ortalığı karıştıran ve bu filmi çeken Yahudi birisiymiş. İsrail’den de sponsorluk aldı diyorlar. İsrail yine ortalığı karıştırdı anlayacağınız. Bütün bu kötülükler, felaketler hep Yahudiler’den çıkar zaten. Kuran’ı Kerim’de de ayet der ki...”

 

-Hillary: “Bırak şimdi Kuran’ı Kerim’i Ahmet. Amerika’da basın ve yayın özgürlüğü var ve Amerika’da İsa aleyhinde de, Musa aleyhinde de bir sürü film gösterilir, ama Hıristiyanlar ve Museviler bizim devlet dairelerine veya dış temsilciliklerimize saldırmazlar! Nedir bu radikal İslamcıların derdi?”

 

-Ahmet: “Efendim, eskiden firavunlar yönetirdi bu ülkeleri, şimdi halk yönetiyor. Şimdi İslam ülkelerine demokrasi ve bahar geldi. Onun kaçınılmaz sonuçları, ne yapacaksınız. Gülü seven dikenine katlanır.”

 

-Hillary: “....”

 

-Ahmet: “Aloo. Hat mı kesildi? Alooo. Kapsama alanının dışına mı çıktık, ne oldu yahu?”

 

-Hillary: “Bak Ahmet! Biz istesek buraları öyle bir kapsarız ki, bu bölge bir daha iki yüz yıl kendine gelemez! Ne oluyor bu Orta Doğu’da, açıklar mısın bana?!”

 

-Ahmet: “Efendim, Arap baharı oluyor, siz bakmayın başkalarının buna Arap kabusu demesine. Çiçekler açıyor her yerde.”

 

-Hillary: “Burada bir strateji değişikliği mi yapsak Ahmet? Bir şeyler yanlış gidiyor gibi geliyor bana.”

 

-Ahmet: “Efendim, bu Yahudi yönetmenleri, sanatçıları gerçekten zaptetmek gerekiyor. Filmin gösterimini yasaklasak, You Tube’u kapatsak...”

 

-Hillary: “Ahmet, sen Amerikan anayasasını okudun mu hiç? Burası Türkiye mi? Neyi yasaklayacağız, nasıl yasaklayacağız?!”

 

-Ahmet: “Efendim, bu sinema yönetmeni MOSSAD casusu olabilir mi acaba?”

 

-Hillary: “Ne casusu Ahmet? Adam onuncu sınıf gariban bir filmci. Bir kaç bin dolarlık bütçeyle, kısa metrajlı bir amatör film çekmiş, gösterildiği salon bile boşmuş. Yani filmi Amerika’da kimse izlememiş bile; şimdi herkes You Tube’da bunu izliyor! Uyduruk bir yönetmeni meşhur etti sizin müslüman kardeşleriniz.”

 

-Ahmet: “Efendim, Arap baharı tabii. Olacak o kadar.”

 

Örsan K.Öymen

http://t24.com.tr/yazi/ahmet-ve-hillary/5617

 

 

 

  • Böyle giderse günlük hayatın her alanında İsrail’dekine benzer önlemler alınması gerekecek.

 

 

PKK lider kadrolarının, barış ortamından elde edebilecekleri hiçbir kazanç yok. Onlar şehit ettikleri asker sayısı kadar güçlü olduklarına inanıyor. Türkiye’nin izole olması PKK’yı cesaretlendiriyor, palazlandırıyor, daha da önemlisi geleceğe dair umutlandırıyor. Ankara, bundan sonra atacağı dış politika adımlarının ne getirip ne götüreceğini bu yüzden daha iyi hesaplamak zorunda. Terör saldırıları ve yanı başımızda olup bitenler, Türkiye’de sadece güvenlik güçlerinin değil, sıradan insanların yaşama biçimini de tehdit eder boyuta ulaştı.

Böyle giderse günlük hayatın her alanında İsrail’dekine benzer önlemler alınması gerekecek. Güvenlik kapıları, kameralar, alarmlar, özel eğitimli korumalar daha sık çıkacak karşımıza. İçerde atılacak adımların yanı sıra Türkiye’nin dış sınırlarının da mercek altına alınması gerektiğini düşünüyorum. Ankara, bir süredir ticaret ve turizmi canlandırabilmek için birçok Ortadoğu ülkesine vize muafiyeti uyguluyor. Ancak Türkiye’nin güvenliğinin delik deşik olduğu bir ortamda, bazı ülke vatandaşlarına vize uygulama zamanı gelmiştir.

 

Hakan Çelik

http://www.posta.com.tr/siyaset/YazarHaberDetay/Israil-tarzi-yasama-dogru.htm?ArticleID=138731

 

 

 

  • Nazi zulmünden kaçan Yahudi mühendis ve mimarları Türkiye’ye davet eden yeni Cumhuriyet’in âlicenap yöneticileri, 6-7 Eylül rezilliğine imza atıp Varlık Vergisi adı altında Müslüman olmayan kendi vatandaşlarını soyup soğana çevirdikten sonra sürgüne göndermedi mi?

 

 

Lafa gelince ‘ne âlicenap bir millet’ olduğumuzu anlatır dururuz.

İspanya’da engizisyondan kaçan Yahudilere kim kucak açtı?

Elbette atalarımız.

Peki, Nazi zulmünden kaçan Yahudi mühendis ve mimarlara kim sahip çıktı?

Elbette yine biz.

Yalan değil.

Osmanlı’nın da ‘cumhuriyet’in de ülkelerini terk etmek zorunda kalan göçmenlere, kendisine sığınanlara kucak açtığı dönemler oldu.

Ama tersi de yaşandı.

Göçmenlere kucak açmakla övünen Osmanlı İmparatorluğu 1915’te 1.5 milyon Ermeni vatandaşını ölüme gittiklerini bile bile sürmedi mi?

Nazi zulmünden kaçan Yahudi mühendis ve mimarları Türkiye’ye davet eden yeni Cumhuriyet’in âlicenap yöneticileri, 6-7 Eylül rezilliğine imza atıp Varlık Vergisi adı altında Müslüman olmayan kendi vatandaşlarını soyup soğana çevirdikten sonra sürgüne göndermedi mi?

Gönderdi.

O zaman ne diye her defasında sadece böbürlenip duruyoruz?

Her ülkenin geçmişinde âlicenaplık olduğu gibi böyle karanlık dönemler de var.

O zaman soru şu: Bugün göçmenlere nasıl bakıyoruz?

Saddam zulmünden kaçan Iraklı Kürtlere nasıl kucak açtığımızı anlatır dururuz.

Esad zulmünden kaçan Suriyeli mülteciler için kurulan ve sayısı şimdiden 70 bini aşan kamplar da sürekli gündemde.

Güzel, hoş…

Peki ya köy boşaltmalar, faili meçhuller?

Bunları da yapan devlet.

Peki ya millet?

Devletin kimi zaman âlicenap kimi zaman hayli alçak tutumu karşısında milletin durumu ne?

Üzgünüm ama durum hiç iç açıcı değilmiş.

Barem Research, WIN/ Gallup International Association ile birlikte Türkiye ve dünyada yabancı göçmenlere bakışı araştırmış.

Hatta ortaya bir ‘Göçmenliğe Destek Endeksi’ çıkarmış.

Endekse göre söz konusu olan göçmenlerse Türk halkı hiç de öyle âlicenap gözükmüyor.

 

Eyüp Can

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1099997&Yazar=EYUP-CAN&CategoryID=98

 

 

  • O savaşa girsek, hayatta kalır mıydınız?. İziniz kalır mıydı?. O katillerin kurduğu cumhuriyet sizin yaşam hakkınızı sağladı.. Size bugünkü zenginliğinizi, servetinizi sağlayacak ortamlar hazırladı.. O katiller ülkeyi savaşa sokmayarak, sizin soyunuzu kurtardı.

 

Yani İshak Bey dostum.. "Gittik gidiyoruz" günleri, saatleri, dakikaları hatta.. Durum o kadar kritik.. Ölüm kalım anları yaşıyoruz. Herkesin kulağı parazitli radyoda..

İşte o ortamda İsmet İnönü ve arkadaşları bu ülkeyi savaşa sokmadılar..

Soksalardı, Kilis'e emanet edilen ben ne olurdum bilmem.. Ama İstanbul'da yaşayan siz, aileniz, soyunuz, tüm ırkdaşlarınız ne olurdu, onu bilmek çok kolay?.. Alman, Fransız, Polonya, Avusturya, Romanya, Baltık ülkeleri, yani işgal edilen bütün topraklardaki Yahudilere ne olduysa, o..

Kim bilir hangi toplama kampına gidecektiniz, hangi gaz odasında can verecektiniz?..

"Katiller" bu ülkeyi, ama en önemlisi bu ülkenin Yahudilerini kurtardılar..

O savaşa girsek, hayatta kalır mıydınız?. İziniz kalır mıydı?. O katillerin kurduğu cumhuriyet sizin yaşam hakkınızı sağladı.. Size bugünkü zenginliğinizi, servetinizi sağlayacak ortamlar hazırladı.. O katiller ülkeyi savaşa sokmayarak, sizin soyunuzu kurtardı.

Hataları olabilir.. Kimin yok ki?. Ama en başta siz, teşekkür borçlusunuz, sadece teşekkür..

Sevgili Dostum..

Bugün bu ülkede, hayatta kalan, en zenginler arasına giren ve böyle konuşmaktan çekinmeyecek kadar özgür ve güvenli bir İshak Alaton yaşıyorsa, o katillerin, kurdukları ülke ve o katillerin ülkeyi savaşa sokmamak için izledikleri muhteşem dış politika sayesindedir..

Bunu hiç ama hiç unutmayın, dostum!..

 

Hıncal Uluç

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2012/09/16/quo-vadis-alaton-dostum

 

 

 

  • Şalom!..

 

Müthiş bir dergi çıkarmaya başladı Şalomcu arkadaşlar.. Yazmıştım size " Aylık Şalom Dergisi'ni bulun alın mutlak" diye..

"Serkan Güzel" imzasıyla, teşekkür etmişler bana son sayıda "Hıncal Uluç için" diyerek, ama bu kadar güzel olur..

"Güleç bir tende hatıraların kırıştığı, ne hıncı!

Genç bir tebessümdür adın. Sözlerin aşka şerbet, ne hıncı!

Bir içim güldür adın...

Güzel bir yokluğu soluyor ruhun, kalbin sevgiye teşne.

Ey ulu ağaç; bir cümle ile yeşerttin cümle alemi, ne hıncı!

Güneşe gölge eken bir çocuktur adın...

Teşekkürümdür birbirimize karıştığımız her kelime;

'An' bu 'an' oku ve unut, gerisi yalan..."

 

Hıncal Uluç

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2012/09/18/salom

 

 

  • RON LAUDER BAŞBAKAN ERDOĞAN’LA NE KONUŞTU?

 

 Bir süredir hükümet ve İsrail-hükümeti ve Türkiye arasında arabuluculuk girişimleri olduğu sır değil. En son gelenlerden birinin, Estee Lauder imparatorluğunun varislerinden Ron Lauder olduğu zaten kulislere yansımıştı. Başbakan Erdoğan da Bosna dönüşü “Normalleşme için Yahudilerin dünyadaki en zengin adamını bana gönderdiler” sözleriyle adeta bunu doğrulamış oldu.

 Aslında Ortadoğu’nun tam bir cadı kazanına döndüğü noktada, her iki ülkede de ilişkilerin “normalleşmesi” arzusu var. Aslına bakarsanız, Mavi Marmara trajedisini bir kenara bırakırsanız, Türkiye ve İsrail arasında kağıt üzerinde ”stratejik” bir çıkar kavgası yok. Her iki ülkenin de çıkarı, Ortadoğu ve özellikle de Suriye’nin bir an önce istikrara kavuşması, aşırı uçların dışlanması, İran’ın mezhepsel politikalarının başarısız olması.

Ancak yerde Mavi Marmara’nın kanı var. Bunun temizlenmesi için, İsrail’in özür dilemesi, tazminat ödemesi ve Erdoğan’ın ısrarla hatırlattığı 3’üncü şart olarak Gazze ambargosunun kalkması lazım.

 Peki Ron Lauder’la yapılan görüşme sonrası, arabuluculuk çalışmaları ne aşamada? Netanyahu’ya yakın olan Lauder, aslında İsrail’in bu üç şartı yerine getirmeye hazır olduğunu ima etmiş. Özür için bir formül zaten bulunmuştu. Tazminata dünden razılar. Lauder’la yapılan görüşmede Gazze ambargosunun da ”kademeli” olarak hafifletilebileceği bir formül bulunmuş.

Ama pazarlığın başka unsurları da var. İsrailliler, bunları yaparlarsa Türkiye’nin artık İsrail’e yüklenmeyeceğinin garantisini istiyor. Karşılıklı güven yok. Ankara ise İsrail’in hem Filistin hem de Ortadoğu konusunda temel bir parametre değişikliğine gitmesini, İran’a saldırmamasını, nihai kertede Filistin meselesini halletmesini istiyor. İsrailliler için şu anda Filistin’le barış ”öncelik” değil. İran meselesi ise öncelik. İşte arabulucular, bu fasit dairelerde dönüp duruyor...

 

Aslı Aydıntaşbaş

http://siyaset.milliyet.com.tr/ah-sayin-arinc-orada-duracaktiniz-/siyaset/siyasetyazardetay/18.09.2012/1597872/default.htm

 

 

 

 

 

  • Netten okumalar

 

  • Türkiye-İsrail ilişkileri: Ufukta çözüm yok – Bora Bayraktar

 

http://tr.euronews.com/2012/09/14/turkiye-israil-iliskileri-ufukta-cozum-yok/

 

  • Shoah ve Nazi zulmünün tarihi - F. Levent Şensever

 

http://www.durde.org/2012/09/shoah-ve-nazi-zulmunun-tarihi/

 

  • Yunanistan-İsrail-Rum Kesimi saflaşması...- Fikret Ertan

 

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1344830&title=yunanistanisrailrum-kesimi-saflasmasi

 

  • Struma gemisi için kim özür dilesin! – Yalçın Bayer

 

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21442084.asp

 

  • 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin hali...- Yalçın Bayer

 

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21477329.asp

 

  • Yokluk ve varlık – Yalçın Bayer

 

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21492449.asp

 

  • Karadeniz’de 769 Ölü

 

"...David, yüzerek karaya çıkmaya karar verdi. Denize atladı ve kemiklerini donduracak kadar soğuk olan suda kulaç atmaya başladı. Biraz yüzdü, uzaklarda belli belirsiz bir kara gözüktü. Nefesi kesildi. Gözleri suyun tuzundan yanmaya başladı. Donacağını hisetti ve yeniden geriye doğru yüzerek son bir gayretle sıranın üstüne tırmandı. Üzerine iyice halsizlik çöküp gözleri kararınca, cebinden çakısını çıkararark bileklerini kesmeye karar verdi. ‘Bu kopkoyu sularda ölmektense, böyle can vermek çok daha iyidir’ diye düşündü.” Struma, Halit Kakınç

 

http://www.odatv.com/n.php?n=karadenizde-769-olu-1109121200

 

 

  • Struma ve Vehbi Koç – Şeref Oğuz

 

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/oguz/2012/09/12/struma-ve-vehbi-koc

 

  • İki facia: Struma ve Boraltan – Taha Akyol

 

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21441991.asp

 

  • İshak Alaton’dan “Niyeti nedir?” diye soranlara cevap:      ‘Geçmişimizle yüzleşmekten başka bir niyetim yok’

 

http://www.milliyet.com.tr/ishak-alaton-dan-niyeti-nedir-diye-soranlara-cevap-gecmisimizle-yuzlesmekten-baska-bir-niyetim-yok-/pazar/haberdetay/16.09.2012/1596987/default.htm

 

 

  • Öteki ya da değil, ne fark eder!

 

“Vatanperverlik, içimden gelen bir his olmayabilir. Ama zamanla insanların size karşı tutumları sayesinde oluyor” diyen Keribar, her şeye rağmen bu ülkeyi sevdiğini ifade ediyor.

Rahime Sezgin’le bu sözlü tarih çalışması da sayılabilecek biyografik kitabı hazırlamaya üç yıl önce karar vermişler. Mürebbiyelerle ilgili yaptığı bir haber için Keribar’a giden Sezgin, dinlediklerinden sonra İzzet Bey’in hayatındaki detayların kayıt altına alınması gerektiğini düşünerek O’nu bu kitap işine ikna etmiş. Zaman içinde bazı aralar verilmiş. Mavi Marmara olayının yaşandığı günlerde de kitabı yayınlamanın doğru olmayacağını düşünmüş Keribar ve ertelemiş. Söz politikaya gelince Türkiye-İsrail ilişkilerinin buradaki Yahudi cemaate yansıması ile ilgili olarak “Buradaki cemaatin huzurlu yaşaması için bu ilişkilerin düzelmesi şart” şeklinde konuşuyor Keribar. İki ülke arasında gerilim yaşandığında sokaklara yansıyan aşırı milliyetçi tepkilerden üzüntü duyduğunu da sözlerine ekliyor. Kendisinin cemaatle organik bir bağı olmadığını söyleyen Keribar, dindar bir ailede büyümediği için böyle bir irtibat kurulmadığını söylüyor.

 

http://haber.stargazete.com/kitap/oteki-ya-da-degil-ne-fark-eder/haber-688841

 

  • Türkiye'de hiçbir zaman 'ötekileştirme' baskısı görmedim

 

11- 12 yaşında, ilk defa, annem izin verdi Büyükada'ya gidiyorum. Bir adamla karşılaştık, yan yana oturduk. Adam "Ben Yahudileri sevmiyorum.'' dedi, "Ben de sizi sevmiyorum." dedim. Çocukça bir cevaptı ama onun da bir derinliği var tabi.

 

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1345892&title=turkiyede-hicbir-zaman-otekilestirme-baskisi-gormedim

 

 

  • Yılınız şeker gibi geçsin – Selin Kutucular

 

http://www.hthayat.com/yazarlar/selin-kutucular/1008917-yiliniz-seker-gibi-gecsin

 

 

 

  • Netten seyredin

 

 

  • Uçuyorum

 

Uçuyorum programı bu haftaki bölümünde UNESCO'nun Dünya Mirası listesine aldığı İsrail'in Akdeniz kıyısındaki Tel-Aviv kentini ekranlarınıza taşıdı.

 

http://www.trthaber.com/programlar/ucuyorum-49-bolum-290.html#.UFcUxyjtu1M.email

 

  • Türkiye - İsrail işbirliğine doğru mu?

 

http://video.cnnturk.com/2012/haber/9/15/turkiye-israil-isbirligine-dogru-mu

 

  • İsrail oyunu mu? – Fatih Altaylı

 

http://video.haberturk.com/haber/video/israil-oyunu-mu/66658